Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '17

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Sırbistan

Sırbistan
 

Sava ve Tuna'ya Kalamegdan'dan bir bakış


Sırpların Türkler nezdinde görüntüsü çok olumlu değil. Bilhâssa 90’ların ortasında yaşanan iç savaş, özellikle Saraybosna’daki kısmı, derken Kosova bölümü, onları olumsuz tanımamıza neden oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması sırasında bağımsızlık için ilk mücadele edenlerden olmalarını (her ne kadar tam bağımsızlığa ulaşmaları diyelim Yunanlılara göre çok sonra olmuşsa da), Balkan savaşlarında onlara yenilmiş olmamızı o kadar iyi anımsıyor muyduk, bilemiyorum. Oysa Sırplar, birçok açıdan biz Türklere benziyor. Çoğumuz, onları hayli güzel buluyoruz, ya da “Slavsa güzeldir!” diye bir kestirimle güzel olacaklarına inanıyoruz.

2000’lerin başında oraya giden bir arkadaşıma, bir Sırp, saçının siyah olmasından Türkleri sorumlu tutmuş. Şimdi el mahkûm, Türk egemenliğine girmedikleri için kendilerini Sırplardan daha Avrupalı ve üstün gördükleri söylenen Hırvatlar daha mı çok sarışın diye araştırmam gerekecek. Çünkü, kan karışımı nasıl oldu bilemem ama, ben de Sırpların gerçekten bize çok benzediklerini düşündüm. Benim gibi koyu tenli olanı yoktu, belki ortalamada bize göre daha uzunlardır, ama kentli Türk genciyle Sırp gencini yan yana koy bence ayırt etmek zor, eğer ki Türk genci beyaz tenliyse. Bunun dışında dış toplumlara karşı da benzer bir ruh hâli içindeymişiz. İki ulus da hakkının yendiğini düşünüyor. Sırplar, uzun yüzyıllar haksız yere Türk egemenliği altında kaldığını düşünüyor, dünya savaşlarını unutamıyor. İç savaşta onların tutumunu haklı bulan çok az. Fool’s Crusade kitabında D. Johnstone, Sırpların, Yugoslavya’nın bütünlüğünü korumaya çalıştıklarını savlıyor. Johnstone’a göre birçok Türk’ün ülkesi için yaşadığı bölünme korkusunu, dış mihrâkların (ABD’nin yanına Türkiye’yi ve Suudileri de koymuş) oyunuyla Sırpların gerçekten yaşadıklarını ve bununla mücadele ettikleri için dünya kamuoyunda olumsuz bir biçimde algılandıklarını söylüyor. 1999’da Kosova savaşı bitip de Türkler vizesiz seyahât etmenin kolaylığıyla ve Avrupa’ya göre daha ucuz olmasından dolayı son yıllarda Belgrad’a daha çok gelmeye başlayınca düşünceler daha yumuşamıştır diye düşünüyorum. Ama basketbol maçlarında kimi taraftarlarının gözlerinin kararması hemen yine kimimizin usuna geliveriyor.

Bütün bunlara karşın Belgrad’da kesinlikle kendimi güvende hissettim. Burası, iki milyonluk bir kent. Bir şekilde küçük kasaba havası kalmış. Sanki yapacak daha iyi bir iş olmadığı için insanlar, kentin en güzel noktasına, Tuna ve Sava ırmaklarının birleştiği güzel manzaraya tepeden bakan Kalemegdan adlı parka, günün, gecenin her saatinde geliyorlar. Bu abartı tabiî, bunu yapanlar, tam kent merkezinde oturanlar. Arada yeşillik, park olsun diye bırakılmış büyük alanlarla, çok da yüksek bina olmadığından, kent geniş bir alana yayılmış. Yanlış bir otobüse bindiğimiz için güneye doğru ne çok yaşam alanı olduğunu gördük. Böylece turistik alanlardan çıktığımızda bile, yabancı olduğumuzu anlamalarına karşın kimse bize bir ilgi göstermedi. Bunu Avrupalılıklarına veriyor kimi arkadaşlar. Belki de hiçbir ülkede turist olduğumu umursamamışlardı (bir şey satmaya çalışmıyorlardıysa); ama burası gibi az turistin geldiği bir ülke söz konusu olunca, bu ilgisizliği yadırgasam da hoş buldum.

Anlaşılan, Belgrad’ın güzel apartmanları, Yugoslav krallığı döneminden kalmış. Ama çoğunun dışı bakımsız görünüyordu. Bu nedenle olsa gerek, geziden sonra gittiğimde badanalı apartmanları ile Nişantaşı’nı daha Avrupalı buldum. Bizden daha mı yoksullar sorusunun yanıtını vermek zor. Sosyalist dönemden kalma apartmanların olduğu (terminalden Novi Sad’ın tarihî merkezine yürürken görebilirsiniz, ya da eski Belgrad’dan yola çıkıp Zemun’a yürürken) yerlerde de bir bakımsızlık söz konusu. Tesla havaalanının etrafındaki müstakil evlerde de yüzü sıvanmamış olanlar var. Ama gecekondu yok. Az insan geçen yerlerde yere atılmış çöpüyle Türkiye kadar kötü olmaları da şaşırttı beni. Belki gelir dağılımı dengesi bizimki kadar bozuk değildir. Öte yandan nedir Sırpların geçim kaynağı? Tarım olabilir ama yetmez. Her köşe başında, turizm ülkesi de diyemeyeceğimiz bu ülkede niçin böyle döviz bürosu görüyoruz? Avrupa’da yaşayan ve ülkelerine gelip giden Sırplar için mi? Bir mafya yapılanması mı söz konusu?

Gece yaşamının, eğlencesiyle, çok iyi olduğu söyleniyor Belgrad’ın. Gençlerin çoğunlukta olduğu duygusuna da kapılınca bu mantıklı geliyor. Kadınların çok rahat giyindiğini 2000’lerin başında tanıştığım Aleksandra adlı Katolik bir Sırbistanlı arkadaşım söylemişti (çoğunluk Ortodoks ama Novi Sad’da Protestan kilisesi de gördük, güneyde Müslüman bir azınlık da yaşıyormuş). Kadınların rahatlıkla geceleri Kalemegdan parkta ıssız köşelerde bile köpekleriyle dolaşabildiklerini düşününce cinselliği daha rahat yaşıyor olabileceklerini düşünüyorum. Aileyi bir araya getiren geleneklere hizmet etmiyorsa dinle çok alışverişleri yokmuş. Ama yukarda bahsettiğim kasabalılıktan mı nedir bilinmez geylere karşı saldırganlıklarını yine de anlamak zor.

Kısacası, Tuna-Sava manzarası dışında Belgrad, hiçbir şeyi mükemmel olmadığı ama hiçbir şeyi de çok kötü olmadığı için, ortalama olmasıyla ilgimi çekti. Bir de neden iki abece, biri Kiril biri Latin, kullandıklarını anlayamadım. Türk döneminden tek tük yapı kaldığı ve etrafındaki dokusu korunmadığı için, bunları görmek (Budapeşte’de olduğu gibi) bizleri çok etkilemiyor. Zengin sokakların, mini İstiklâl diyeceğimiz Knez Mihailova’ya koşut, üstünde Bayraklı Camii’nin de bulunduğu birkaç sokak olduğunu düşündük. Dediğim gibi apartmanlar dışardan bakımsızdı ama kafe, restoran ve dükkânlar iyi görünüyordu. Genel olarak insanlar kötü giyinmiyordu ama giyim eşyası satan dükkânlar, 70’lerde kalmış gibiydi, vitrinleri ve sergiledikleri ürünleri ile. Belki kentin yeni kesimlerinde AVM’lerden aldıklarını giyiniyorlardır. Belgrad, Avusturya egemenliğinde kısa süreler kalmış. Avusturya etkisini görmek için 8-10 km uzaktaki Zemun’u görmek yeter. Yürüyerek gidin bence. Görecek yeriniz kalmadı ise, otobüse atlayıp (nakit çalışıyorlar, Ulusoy konforu yok, kötüler hattâ) Novi Sad’a geçin. Bazı sokaklar Yunan Ege kasabalarını andırıyor. Ama asıl dev sinegog ilginç.

Yemek konusunda ben çok güçlü olduklarını düşünmedim. En turistik olanlardan Dva Jelena’da yiyin. Sigara içilen kısımda herhâlde yerliler oturuyordu. Hesabı paylaşacaksanız, bunu garsona baştan söylemeniz gerekiyor çoğu yerde (bir tek güneş batırmak için gitmenizi önereceğim Ambar’da hesabı iki kredi kartına bölebildiler). Geziye yanımıza ceket almadan çıktığımız için şansımızı zorlamaktan çekindiğimiz, yazarların takıldığı söylenen Klub knjizevnika’yi deneyin. Moskova Otel’inin lobisinde de kahve içip tatlı yemekten çekinmeyin. Fonda çalan piyano ile 2. Dünya savaşı öncesine gitmişsiniz düşü yaşayabilirsiniz. Haşin Sırp tepkilerini de garsonlarda görebilirsiniz. Bir sorun karşısında (hesabı iki kredi kartıyla ödemek istediğinizde olduğu gibi) çaresiz kaldıklarında, ergen gibi hemen savunma ve saldırıya hazır tutumla geriliyorlar. Bizim Karedenizliler gibi. Ama bunu takmamak gerek. Kötü değiller.

Velhâsıl, Sırbistan’ı Nisan başında görmüş olmaktan ziyadesiyle mutluyum. 1990’a kadar Yugoslavya, çocukken maruz kaldığımız propaganda ile bana cennetimsi bir ülke gibi gelirdi. Bağlantısız olduğu için Tito’nun ülkesi, 23 Nisan’a ekipleri geldiğinde, Eurovision’a katıldıklarında, TRT belgesel yayınladığında, çok etnili yapısı, doğası harika mutluluklar ülkesi olarak sunulurdu. 1990’da dershanemizin bir partisinde güzel Türkçe öğretmenimizle dans ederken, kökeninin oralı olduğunu duyduğumda, öyle hayranlık sözleri söylemiştim ki Yugoslavya ile ilgili kadıncaz şaşakalmıştı. Büyü 90’larda bozuldu. Bu gezide biraz o Tito yıllarının izini görebilir miyim dedim ama Tito öncesi yapılar daha çok usumda yer etti. Oraya giderken, daha çok Saraybosna tarafı ile özdeşleştirilen Drina Köprüsü’nden başka okuyacak kitap bulamadım. Bu roman, değişik şeyler düşündürdü bana. Neden Sırplar bağımsızlık istemiş de mutlu mesut Avusturya-Macaristan’ın bir parçası olan Hırvatlara özenmemişler? Aynı zamanlarda Habsburg egemenliğine giren Saraybosna’dan daha mı mutlu imişler küçük ve bağımsız devletlerinde? Fransızca ve Almanca roman bile satan kitapevi yoktu, kitapevi sayısı fazlaydıysa da. Her zaman dünyaca ünlü bir ad çıkarmışlar. Tesla, Andriç, Kustirica, basketbolcuları, şimdi de Djokovic işte. Garip olan çok spor yapan bir ulusa da benzemiyor oluşları. Küçük, sürprizi yokmuş gibi görünen ve bu hâli özgün mü diye Karadeniz çevresindeki diğer ülkelerle ve eski Yugoslav devletleriyle karşılaştırılması gereken bir ülke Sırbistan. 

 
Toplam blog
: 19
: 865
Kayıt tarihi
: 11.06.12
 
 

Sabancı Üniversitesinde Endüstri mühendisliği dersleri veriyorum. ..