Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '07

 
Kategori
Felsefe
 

Sümerler

Sümerler
 

Sümerler zamanının çok ilerisinde bir medeniyetti. Onları bu derlememde kısaca inceleyeceğiz. Detaylı bilgi sahibi olmak isteyen okuyucular için ünlü Sümeroloğumuz Sayın Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendinin eserlerini öneririm.

Sümerler, M.Ö. 3500 – 2000 yılları arasında Mezopotamya'da yaşamış halktır.

Mezopotamya'da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerler atmıştır. Ayrıca yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya'da Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Genel kanı Sümerlerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşimi sonucu benzerliklerin olduğu yönündedir. Yani belirli bir halk ile bilimsel bir akrabalık henüz kanıtlanamamıştır.

Birbirinden bağımsız site denilen şehir devletleri halinde yaşamışlardır. "Ensi veya Patesi" denilen rahip-krallar tarafından yönetiliyorlardı. Bütün Mezopotamya ülkesine hâkim olan krala ise "Lugal-kalma" denmektedir. Krallar başkomutan, başyargıç ve başrahip yetkilerine sahiptirler. Yani Hermes gibi üç kere yüce idiler.

Sümerlerin kökenleri tam bilinmemektedir. Sami kökenli değildirler. Kökenleri konusunda farklı rivayetler vardır. Henüz tam anlamıyla kanıtlanmamış olan Atlantis ya da öncülü olan Mu kıtası kökenli olduklarını varsayan görüşler de mevcuttur. Nitekim Sümerce Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba değildirler. Medeniyetlerinin ani sıçraması ve zamanın önünde olması ezoterik gelenekte ilgi çekmelerini sağlamıştır. Sümerleri incelerken günümüzü ve yakın geçmişi de göreceğiz. Benzerliklerle rastlaşacağız. Sümer kaynağa daha yakındır. Denildiği gibi "Kaynağa ne kadar yakınsan su o kadar berraktır".

İlkyazı İ.Ö. 4000 yıllarında Sümer'de ortaya çıkmıştır. O dönemde uygarlığın beşiğidir Sümer. Kentlerde yaşayan, yüksek binalar ve sütunlar yapabilen, sulama kanalları ile ziraat yapan, metalleri işleyen, cam kullanan, parayı bilen, okuyup yazan ve tekerleği icad eden inanılmaz bir toplumdur Sümerler.

Tanrı fikri ve Yaradılış düşüncesi de Sümerlerin insanlığa armağanıdır. Yahudilerin tanrısı Yahweh Sümer tanrılarından yüzyıllar sonra doğmuştur. Nuh Tufanı Eski Ahit'ten çok önce Sümerin kil tabletlerinde anlatılmıştır.

Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına Ziggurat denirdi. Zigguratlar yedi katlı olup toplam üç ana bölümden oluşur. İlk katlar erzak deposu, orta katlar okul ve tapınak, son katlar ise rasathane olarak kullanılmıştır. 50.000 nüfusu ve ay tanrısı Nanna'ya adanan muhteşem Zigguratı ile Ur Sümer'in en büyük kentiydi.

Tarihte İlk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti diyebiliriz. Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır.

Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikâyesi’dir. Sümerler Astronomide de gelişmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır.

Tıbbın başlangıcı da Sümerlerdedir. Hastalıkları, onlara yarayacak ilaçları gözlemişler, çeşitli ilaç reçeteleri yazmışlardır. Hastaları iyi etmek için yalnız ilaca değil sihre de başvurmuşlardır. Sihir günümüzde de aynı amaçla kullanılmaktadır.

Sümerlerde yedi sayısı çok önemlidir. Yedi gün geçmek, yedi dağ aşmak, yedi ışık, yedi ağaç, yedi kapı gibi bu sayı bolca bulunmaktadır. Sümer yeraltı dünyasının da yedi kapısı vardır. Okul tabletlerine göre altı gün çalışılır, yedinci gün ise dinlenilirdi. Yedinci gün tanrıya adanmış bir dinlenme günü olarak kabul edilmişti.

Sümerler, dünyadaki bütün olayların ve tanrıların isteklerinin gökte yıldızlarda yazılı olduğuna inanırlardı. Günümüzdeki alınyazısı inanışının da buradan kaynaklandığı düşünülmektedir.

Güncel yaşam, inançlar, efsaneler ve din için vereceğim örnekler Sümer inançlarının zaman içerisinde diğer kültürleri nasıl etkilediğini sizlere gösterecektir:

Sümerlilere göre ölüler, "kur" adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yeraltı dünyasına gidiyorlardı. Bu olgu Tevrat’ta Şeol, Yunan’da Hades, İncil’de Cehennem, İslam’da Ahiret olarak devam etmektedir. Sümerlilere göre yeraltı dünyasından sadece bazı özel durumlarda gölgeler yeryüzüne çıkabiliyordu.

Sümerlerin kurdukları çok tanrılı din, yavaş yavaş tektanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturmuştur. Fakat bu arada diğer tanrılar da tamamıyla yok olmayarak bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadır.

Yüzyıllar boyunca Batı kültürünün temeli, Yunanlılara, dini de Tevrat'a dayandırılıyordu. Sümer kültürünün ortaya çıkmasıyla, Dünya uygarlığının gelişmesindeki şu ana dek belge ile ulaşılabilmiş ana kaynağın Sümerde olduğu anlaşıldı.

Sümer dini çoktanrılı bir dindi. Dünyada, evrende, doğada görülen, hissedilen her nesnenin bir tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi, onların da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baştanrı altında toplanmışlardı. Yer, Gök, Hava, Su Tanrıları yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu tanrılardı. Kişisel tanrılar giderek diğer tanrıların önüne geçmiştir. Ayrıca her ailenin babadan oğla intikal eden, kişiye özel, koruyucu bir tanrısı vardı.

Evli çiftlerin yüzük takma alışkanlığı Sümerde ve Eski Mısır’da başlamıştır. Yüzüğün ilk şeklini oluşturan kuyruğunu ısıran yılan sembolizmasında olduğu gibi, evlenen çiftler de sonsuzluğa kadar beraber olmak ve bağlı kalmak amacı ile yüzük takmaya başlamışlardır. Bu gelenek günümüze kadar gelmiştir. Yüzüğün takıldığı parmağın da ayrı bir önemi vardır. Sol elin yüzük parmağında bulunan damarlardan biri kalp ile doğrudan bağlantılıdır.

Yılan, Sümerlerde yaradılış yasalarının bekçisi ve bilgelik sembolü olan bir kutsal hayvandır. “Kuyruğu ağzında halka oluşturan yılan” evrenin birliğini temsil eden çok eski bir semboldür. Ezelden ebede, sebepten neticeye sonsuz ve sürekli devridaim, yani dinamizm, evrenin ahenkli dengesinin formülüdür. Kuyruğu ağzında yılan, evrenin yasalarını ve sırlarını hakkı olmayana ifşa etmeden saklayan ketumiyet ve ebedî bilgelik simgesidir.

Deri değiştiren ve yaşarken kendini yeniden yaratabilen bir hayvan olan yılan, her seferinde yeniden derinin içinden çıktığı için onunla ölümsüzlük, sonsuzluk ya da yeniden doğuş özdeşleştirilmiştir. Eski Mısır’da ve Sümerde, yılana benzeyen bir organ olan fallusun ucundaki derinin kesilmesi, yılanın deri değiştirmesine benzer bir ritüel olarak ölümsüzlük ve sonsuzluğa kadar yaşama amaçlıdır. Sünnet kavramı Musevi ve Müslümanlara bu ritüelden geçmiştir.

Sümer basamaklı zigguratları kralın ve rahiplerin yukarıya doğru tanrılara ulaşmasına yardım eden yapay tepelerdir; Mısır’daki piramitlerle birlikte aynı gereksinimi karşılamışlardır. Piramitten çok daha eski olan kavramı sütundur. Sütunlar insanların dünyası ile tanrıların dünyası arasında benzer ulaşım işlevine sahipti. Sütunların ve piramitlerin mucitleri Sümerlilerdir. Enuma Elish diye bilinen Sümer yaradılış öyküsü Kutsal Kitaplardaki Yaradılış efsanesinden en az bin ya da binbeşyüz yıl önceye dayanmaktadır. Sümer için sütunlar ve Zigguratlar ne idiyse, Mısır için de piramitler ve sütunlar odur. Aşağı ve Yukarı Mısır, iki ayrı krallık halindeyken, Heliopolis ve Teb’te iki krallığı temsil eden iki sütun vardır. Bu iki sütun, gök tanrıçası Nut’un göksel kemeri ile birleştiğinde, makro ve mikro kozmosu sembolize eden iki sütunla birlikte istikrar anlamına gelmektedir.

Tek etkileyici mit Enuma Elish değildir; Babil kültürel birikimi, yüzlerce “mit” ve tarihsel doküman da içermektedir. Yaratılışın Yedi Tableti’nden yola çıkarak, evrenin ve insanın yaratıldığı altı gün ve onu izleyen “dinlenme” günüyle süreci yediye tamamlayan Genesis yazarları, ilk insan prototiplerinin oluşturulmasından söz eden Sümer kökenli mitlerden esinlenerek, Âdem, Havva ve “Cennetten kovulma” temalarını da biçimlendirirler.

Sümer anlatılarına göre, yeryüzünde ağır şartlar altında çalışmaktan yorulan tanrılar, günlük işleri kendileri için yapacak yeni bir tür yaratmaya karar verirler. Yeryüzünün ve suların efendisi En.Kİi bu işin organizasyonunu üstlenir ve ana Tanrıça Nin.Mah’la birlikte yeryüzünün toprağına kan ve yaşam vererek, “kendi görünüşlerinde” bir işçi nesil yaratır. Lulu Amela sözcüğün anlamı, net olarak"işçi"dir ve görünüşleri tanrılara benzemekle birlikte onların güç ve yeteneklerine, ölümsüzlüklerine sahip değildirler. Yalnızca kendilerine verilecek işleri yapmaya yeteneklidirler. Lulu’yu yaratan tanrılar, ondan kesin itaat ve bağlılık isterler; bunun yolu da sürekli çalışmaktan geçmektedir. "Çalışmak en büyük ibadettir" deyişini çağrıştıran bu mit, ilk yapılan "cinsiyetsiz insan"a, daha sonra "çoğalması ve mutlu olması" için bir eş yaratılmasıyla devam eder. Erkek Lulu’nun "yaşam özü" kullanılarak dişi yaratılır ve ona eş olarak verilir.

"Âdem’in yaşam özünden Havva’nın yaratılması" Sümer orijinli bir mittir. Sümer silindir mühürlerinde yaratılış sahnesini gösteren bazı temsili resimlerde, Nin.Mah ve En.Ki’nin Lulu’yu yaratırken, bugün kullanılan tıp amblemine çok benzeyen, birbirine sarılmış iki yılan simgesine baktıklarını görürüz. Bu şekil, DNA’nın ikili sarmalını da çağrıştırmaktadır.

Bilimsel araştırmalar sonucu kesin olarak biliyoruz ki yaratılış miti de Sümer uygarlığının şafağı sayılan M.Ö. 3500 – 3000 yıllarının ürünüdür.

Musa’nın doğumu öyküsünün, bir Sümer efsanesine dayalı olduğu ortaya çıkmıştır. Kıdemli bir Mısır generalinin ve Mısır kraliyet ailesinin bir üyesinin Yahudi milletinin babası olması, bir çeşit akılcılıkla bu efsanenin yerine oturtulmasıdır. Musa, Seqenenre Tao’nun öldürülmesinden sonra ikame edilen sırları ve iki sütün öyküsünü biliyordu. Musa, Mısır sarayında yetişmiş yetenekli bir yönetici ve bir askerdir ve Mısır’ın tüm bilgilerini öğrenmiş bir inisiye idi. Bu sırları kendi inananları için, yeni bir kral-yapma ritüeli için kullandı. Bu, devleti olmayan, Yahudilere bir kimlik ve Davud soyuna geçen bir gizli ritüel kazandırdı.

Kur’an Kozmolojisi de Sümer Kozmolojisinin tek tanrıya bağlanarak sadeleştirilmiş bir yinelenişidir. Beş bin yıl kadar önceyse, Mezopotamya’nın güneyindeki Sümer halkının astronomları, bugün modern bilimin yeni sahip olduğu bilgilere vakıftılar. Güneş sistemimizin ve göklerin eksiksiz bir haritasını çıkarabiliyorlardı. Sümerler’in Tanrıları tasvir etmek için en çok kullandıkları sembol yıldız ya da yıldızların çevresinde dönen değişik boyuttaki gezegenlerdir. Ayrıca kafasında yıldızlar taşıyan, kanatlı toplarla gökyüzüne uçan Tanrı resimleri de vardı.

Sümer Tanrılarının esas adlarından başka, niteliklerine göre diğer adları da vardı. Babilliler bu adlardan 50’sini yeni yarattıkları tanrı Marduk’a vererek tek tanrı düşüncesine doğru bir adım atmışlardır. İslam dininde Allah’a verilen 99 ad, aynı geleneğin bir devamı gibi görünmektedir.

Sümer gibi uygarlıkların inisiyatik okullarında modern psikoloji ve bilimin ötesinde bir bilgi aktarıldığını, evren mekanizması hakkında daha doğru ve işler bir model bulunmaktaydı. Kadim Bilgelikte, her şey bir bütün olarak görülürdü, fizik de fizik ötesi bilgisi ile tamamlanmaktaydı.

Sümerlerin destanları arasında en çok bilineni Gılgamış’dır. Gılgamış, Akkadça yazılmış on iki tablet olarak Assur kralı Assurbanipal'in (İ.Ö. 669–629)'da inşa ettirdiği Ninova kitaplığında bulunmuştur. Gılgamış, Sümerlerin Uruk kentinde hüküm sürmüş bir kraldır. İlk yazılış tarihi Sümerler döneminde M.Ö. 2700 yılında olan bu destan; daha sonra Babil döneminde iki kez daha yazılmıştır.

Efsanenin kahramanları Gılgamış ve Enkidu, aslında birbirinden ayrı ayrı varlıklar değil; tek bir kişinin iki ayrı kimliğinin olumlu ve olumsuz yanlarıdır. Gılgamış olumlu kimlik; Enkidu olumsuz kimliktir. Gılgamış iyi ve yiğit olmasına rağmen; krallık kudretini kötüye kullanıp kaba kuvvete dökerek, zorbalık ve kaba kuvvetle mazlum halkı ezen ve görevini kötüye kullanan yozlaşmış bir yöneticiyi simgeler.

Enkidu’nun simgelediği, Gılgamış'ın doğasında gizli yabani ve vahşi doğası olan olumsuz kimliğidir. Enkidu insanın doğal ve maddî hâlini; Gılgamış medenî ve manevî sıfatını simgeler. İki zıt yönün dengelenmesiyle insanın karakteri denilen aslî kimliği oluşur. Düalite ilkesi denilen manevî ve medenî kimlik, mevki ve iktidar hırsıyla yok olursa insanî olumlu sıfat da kaybolur. Gılgamış'ın tanrılarca öldürülme tasarımı, maddî yönünün, yani bedenin; manevî yöne, yani ruha egemen olmasını simgeler. Gılgamış gönül; Enkidu nefstir. Bu iki yön fark edilir; dengelenir ve tamamlayıcı olan dengedeki mikro anlamda yaratıcı insan ortaya çıkar.

Sümerlilerin Tufan efsanesi de ünlüdür. Tufan’la ilgili tanrıların adlarının dışında, efsanedeki ve dinsel kitaplardaki senaryosu güvercine varıncaya ve bir dağın tepesine oturuncaya kadar birbirine benzerdir. Sümer tufanını planlayan tanrının Enlil olmasına karşın, Yunan mitolojisinde Zeus, Hint mitolojisinde Şiva, Tevrat'ta Yahve ve Kuran'da Allah'tır. Gılgamış efsanesinde anlatılan Tufan İ.Ö. 4000–3000 arasında, tahminen İ.Ö. 3500'lerde, gerçekleşmiştir. Farklı düşünenler 11.000 yılını vermektedirler ancak bu tarih için net bilgi yoktur.

Günümüzde farklı inançlarda gördüğümüz; bahar ve güz bayramı yansımaları, Son Yemek ritüeli, Sonsuzluk Ağacı ya da Hayat Ağacı Sembolizması, Yaratılış Efsanesi, Tufan Efsanesi, Evlenme Seremonisi, Yeniden Doğuş gibi birçok efsane ve uygulama ulaşılabilen en eski kaynak olan Sümer menşelidir ve günümüzde de bölgesel farklılıklar ile zamanın ruhuna uyum sağlayarak yaşamaktadır. Bizlere düşen bu efsaneler ve mitlerdeki şekli ve zamanın yıpratmasını bir yana koyup özü idrake çalışmaktır.

Günümüzde, mitolojilerin ve dinlerin bilinen en eski köklerinde batıl inancın değil, göklerde ve yeryüzünde yaşanan doğal olayların bulunduğu varsayılmaktadır.

İnsanoğlu geçmişine ilişkin bulguları değerlendirdikçe kökenine daha da yaklaşacak, günümüzde gelenekler ve inanışlarla yaşanan şeylerin kaynağını daha iyi algılayabilecektir. İnsanoğlu, bilinmezlerin tanımlanmasına da aklıselim ile erişecektir. Sezgilerimiz yardımcımız; akıl ve bilim ise bu arayışımızda esas yoldaşımız olacaktır.


 
Toplam blog
: 242
: 32770
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

21 Aralık 1973, Ankara doğumludur. Lisans ve yüksek lisansını “İşletme” alanında yapmıştır. Araşt..