Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '18

 
Kategori
Anılar
 

Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı 3

 
Gitme… Bir daha asla gitme, avuçlarımızın içindeki sıcaklığı bırakarak gittin ya, bir daha asla gitme…

“Bir kere gidilir” derdin ya bana ve hiç gitme, ama benim yalnızlığımda, sensizliği yaşamak değil, düşünmek bile çile olur bana derdin, ben de gitme derdim, gitme yalnızlık bir alev, bir yıkıntı, bir düşüş ki değil yaşamak, düşlemek bile, enkaza döndürür insanın yaşam yerini…

“Sen hiç gitme, bırakıp ellerimi, gözlerime bakışlarını çekersen eğer, görmek istemem yarın doğacak güneşin ilk ışıklarını. Ve ısıtmam omuzlarımı, avuçlarımın içi buz kesen vedasız bir gidişle, bırakıp yalnızlığıma terk etme beni…

Sensizlik yaşam zamanlarımdan, usanmaya dönüşür gitme, sevgim, gitme sevdiceğim,” derdin…

Bırakıp gittin, bana gitme demeyi bile yok sayarak bırakıp giderken ardında bıraktıkların yalnızlığıma dolandırarak beni gittin…

Şimdilerde baş edilmiş zamanların içinde bulantılarla yaşam nefesleri bıraktım ve bir daha geriye dönemeyecek kadar bir gücün kalmayarak gittin…

Yol görünmez, söz duyulmaz, göz görülmez bir gidişin yaşamında var olmak da geri dönülmez bir kulvarda kalmaksızın gittin.

Ve tüm çöküntülerin içinde var olmaya uzak nefeslerle gün dönümlerini yaşamak artık kaderde gün almak gibi bir yaşamdır arkada kalan, ardından kalan, bir gölge yoksunluğu ile var olmaya çalışan bir ben…

Yol senin, yaşam senin biliyorum ki eksik nefesler de senin…

Bu gece uzun düş kurmalarına zaman verecek yarının umutlarının tümü bu gece ışığa kavuşuncaya kadar düşlerin içinde kaybolmalarımla geçecek zaman yoksunu bir yaşamın içinde iken sadece düş kurmaktan başka bir sorun yoktu bu yaşam zamanlarımın içinde…

Artık kaybetme korkusuna yenilmiş, çaresizliği, kabul etmişken, umutların içinde dolaşmamın bir anlamı yoktu…

Mutlulukları geçen zamanların içinde bırakmışken, yeniden gülmelerden umut beklemek artık imkânsızdı…

Boş nefeslerin düşlerine umut saplamak, pek de kolay değildi… Sadece geçmişe bakıp, güven duygusundan uzak bir beklentisiz zamanın içinde var olmanın da zorluğu artık kabul edilir gibi değildi ve “bende özledim” cümlesine usulca gülümsemem gerekti galiba bunca telaş arasından…

Gecenin içinde, geceye uzak yaşam zamanları bunlar…

Korkusuzca geçmişe, hatalarıma, sevginin çıkmazındaki korkulardan uzak var olmaya didinmeye uğraştıkça, boğulmaya, darlaştıkça koşmaya çalışmaya ve sevginin nankör bakışlarından uzak, iç sesin yumuşaklığı ile kendine kapanıp, sinmek yaşamın nankör damarından…

Geriye bir tek yalnızımsı düşünceler ve ürkek davranışlar kalıyor kendi kendime korkusuzluğumdan…

Sadece özlemin hasretini içindeki parçalanışlarla özlemeyi yaşarken, özlemenin hasreti bulaşır benliğimize…

Yokluklar, varlıkların daralması sevginin uzaklaşıp arkada kalındı belki de içimizdeki büyüttüğümüz hasret duygusu ki keşke demelerle girer dilimizin altına…

Keşke diyemediğim yaşanmamış olsaydı belimi büken bu sevgi ki yaşamımı bu kadar hep dara atarak çaresizlik duygularımla yaşamaya var olarak nefes almaya çalışmak pek de iç açıcı olmasa gerek…

Evet sevgili, sen benim için bir masal, yazılamamış bir macera gizeminde yaşanmış duygular birikimi, çoğu zaman yokluğuna uzanan acı bir kıvranışları, meraklanmalar, ardını bilemediğim onca çoğalan sorular, cevapsız kalmış düşünceleri çoğaltan olgular…

Kendini yarınlara atarken, arkanda kapatılması, örtülmesi mümkün olmayan boşluk, yalnızlık ve kimsesizlik hisleri ile bunalmışlığa uzayan gün yüzü düşünceleri ile dolu acı kıvranışları boşluğun sesini merak edip diplerindeki aranmalarım…

Sensizliğin sebeplerini var olduğum sevinçlerin içinde özlemle kıvranışlarımı ve arkasını bilmediğin kuşkuların güven sarsılmaları ile dönüşü olmayan düşünce fırtınalarındaki sallanmalarım…

Kendi kendime haykıramadan mırıldanıp sonuçta sessiz seslerle boğulmalara uzayan bir hasret ve hasretin rengi ile içinde terlemelerin bulunduğu bedensel hırpalanmalarla sadece uzaklara ve de uzakların girdaplarını düşleyerek kendi iç sesime cevaplar vermeye çalışırken gözlerimi kapatarak karanlığa ve uzakların düşlerine doluşmaktı sanki bundan sonraki düşlerim…   

Sadece sevdim ve uğruna feda edilen bir ömrü yaşadım…

O kimseydi artık belki de herhangi bir kimseydi…

Tek başına, kendi başına yaşamın tüm zor, uzakların çıkmazları, esen rüzgârın nemi, geleceğin kimsesizliği umurunda değildi, sadece kayıptı ve kayıp farz ediliyordu…

Aslında istese onu bulabilir, en azından uzaktan bakabilir, en yakınındaymış gibi hissedebilirdi, kendi başına…

Ama adamın onu kendi usunda kaybolduğu yer belliydi, hem ulaşılamayacak kadar uzak, düşlerin bile yetişmesi çok zor olan bir labirent sonu veya yakınında uzatsa avucunu ona bakınacakmış kadar belki de avucuna sinen saçlarının kokusunu koklayacak kadar yakınında idi…

Sadece geçmiş vardı artık düşünebildiği geleceğe ait hiçbir kurgusunda kadın yoktu.

Olmasını da istemiyordu, özlemse bitmeyesiye varlığını sürdürebilecekti belki ama öfke ucu ateşle kızarmış bir çelik metal gibi yanında duruyordu adamın…

Galiba sevginin tarafındaki bu kor hali buydu. Sadece GEÇMİŞİ İÇİNDE BARINDIRAN BİR DÜŞ YANGINI…

Düş kurmalar ise okuduğu kitapların içinde sayfa paragraflarında gizliydi çoğu zaman…

Sadece bir benlik savaşı vardı adamın içinde, biraz da yanılgılar toplamındaki şaşkınlıkları…

Geriye dönüş ruhsal olarak olamayasıya bir umut bile değildi…

ÇATALLAŞAN BİR YOL AYRIMIYDI YAŞAM…  

Sonun sadece kendi bildiği bir yaşam tarzı vardı artık tüm düşüncelerinde kadına dair saygı değerleri fululeşmiş umut ise yoksullaşmış bir zaman dilimiydi…

Yazmak, kadını yazmak sanki geçmişe dönük son düşler ve tutarsız düşüncelerin içinde dönen bir yaşam dilimi…

Umutsuz, isteksiz, savunmasız bir yaşam biçiminin içinde doğruda ve dik kalmayı gerektiren nefes almalardı…

Çoğu zaman kendine, ara sıra da kadına ağlıyordu. Ama en çok geceye ve yıllarla geçen uzakları yakınlaştıracak ağlamalar sürüp gidiyordu, en çok karanlık yollardan ve sokaklardan korkuyordu…

Belki de korkuyu seviyordu, korkunun gizeminde kayboldukça, unutulmaz anıların içinde sörf yapıyordu düşünceleri…

Zaman uzadıkça geceler çoğaldıkça yalnızlığına dair düşünceleri bir golf topu gibi oldukça zor olsa da çukuruna düşüyordu…

Belki tüm yazdıkları kurguladığı bir masalın zamana göre cümlelere düşmüş kelimeler toplamıydı…

Gün güzeli düşlerdi artık umudunun içindeki gülme sebepleri…

Belki de sevginin içindeki umutların masumiyeti bunlardı…

Çok zaman oldu gözlerine bakmayalı…

Çok yıllar geride kaldı mevsimlerini yitirerek…

Çok sene oldu sesinin yokluğunda nefes almalarım…

Geride kalan düşlemelerle çok burktu içimi…

Bukağılandım zamana,

Sessizliğe,

Hasrete,

Öfkeye,

Sahipsiz zamanlardaki yorgunluğa…

Beklentisiz bir yaşamdı arkada saydığım yıllar,

Kaç özlem?

Kaç öfke?

Kaç günün ardındaki güneşin kızarıklığına bıraktım gözlerimi?

Yürek atışlarımın vurguna dönüşmesi kaç ömürlük zamana yasladı kendini?

Tüketilmiş zamanlar bunlar., düşe kalka yaşanmış zamanlar bunlar, boş verilmiş zamanların pişmanlığı olmayan yaşam kesiti bunlar…

Öfkeler, hasretlerdir birbirine boy gösteren bunlardır her gün sonu gün ışığına özlem bıraktıran…

Düşsüz bir sevginin ardı tükenmiş geleceği yok edilmiş sahipsizlik anlarını yaşarken, suskunlaşmış bir yürek, mecalsizliği isteklerin sessizliği…

Tüketilmiş bir isteksizlik bu…

Ardına saklanan bir öfke bu…

Bir pişmanlık,

Bir çaresizlik,

Bir medetsizlik ve

Yoklukların içinde bir gövde savaşı bu,

Göç etmiş düşlerin varlığı uzamış bir zamanın, çaresiz nefesleri bu,

belki yarınsızlık, belki de dünsüzlükte kayboluş, bir pişmanlık son geceye,

bir unutuluş bu geçmişe, geçmişteki diklenişe,

bir de umutsuzluğa…

Kayıp zamanlar bunlar,  belki de bir bekleyişti zamanın öfkesine…

Sen sevgili, umutların içinde kayboldukça,

Yokluğa gömülen sen, değil misin?

Sevgi uğruna ölecek, sen değil misin, sevmek yolunda ömür tüketecek?

Boşa geçmiş sevme zamanları, geçmişi yok zamanları, geleceği ise çok yıllara kayboluş zamanlar…

Düşlemekse var olan yaşamda, unutmak olacak şüphesiz uzun yılları içine alacak zamana, belki de ömürsüzlüğe kalacak ince bir sızı dolaşır damarlarda şüphesiz…

Bulutlar dağıldı, deniz duruldu, gökyüzü garip bir yalnızlık peşinde, içimdeki duyular fırtınalı bir deniz yüzeyi gibi dağılıp yükselen tırmanışlar ve düşüşlerdeyim sanki ruhum özgürlüğün bedelini ödüyor, ruhum büyük bir cömertlik içinde, bana gülümsüyor sanki, içimdeki öfke kabarmışçasına, yalnızlığına sığınıyor, bense kaybettiğim umutlarımın özlemi içindeyim…

Yalnızlığa dair bildiğim birkaç şarkının melodisi ile uğraşmak istiyorum…

Belki de bu ruhumla bedenim savaş sonrası barış ilan etmelerine dönüşmüş, bir pişmanlık gösterisinden uzak yaşamın bu anlarını kabullenmişçesine, ardı arkasına bakmadığı geleceğe özel bir özlem veya birini özleme çabasında çok eskilerde kalmış söylemi olan bir cümle dolanıyor dilaltlarım ile bekle sana özlemi yenemediğim düşüncelerle baş edemezsem, bir gün ama bir gün mutlaka çıkacağım beklenmediğimi bildiğim zaman dahi olsa karşına çıkıp, “ben geldim” demenin cesaretini yaşayarak mutlaka bir anda gözlerine bir şarkı eşliğinde bakacağım…

İşte o an arkana dönüp adımlarını geriye doğru atışında sen benden giden olacaksın…

İşte o an ruhumun acıları bitecek. Senin acıların gitme acıları ile sarmaşık olarak gök yüzüne bile bakmak istemeyeceksin…

İşte o an ben, yıllardır çektiğim gitme düşünce acılarımı tüketmiş olacağım.

Ve “seni ben de sevdim” demekten artık utanmayacağım…

Mustafa yılmaz

 
 
 
Toplam blog
: 53
: 110
Kayıt tarihi
: 21.10.11
 
 

Hayat mı hırçındı yoksa yazı mı? ..