Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Tayland gezi notları

Tayland gezi notları
 

28.01.2006 (MALEZYA/ LANGKAWİ ADASI - TAYLAND/SATUN- KRABİ)

Langkawi , Kuah Town feribot iskelesinden saat 10.00’da Tayland’ın en güney noktasındaki Satun kasabasına hareket ediyoruz.Satun, Müslümanların yoğun olduğu, bu nedenle de, Uzakdoğu’da Müslümanların hamisi rolüne soyunan Malezya tarafından , Tayland yönetimine karşı sık sık kışkırtılan , direnişlerin yaşandığı bir sınır yerleşimi.

Andaman denizinin kuzeyine doğru ilerleyen feribotun güvertesinde, uzun şaftlı tekneleriyle tirol çeken balıkçıları, denizin sığlığı nedeniyle kurulan dalyanları, sarı-yeşil tonlarda değişen suları izlerken Satun gözüküyor bir saat sonra. Tayland girişi yapmak için, immigration bürosu önünde diziliyoruz.Tek bir görevli, Doğu’ya özgü sakin, vakarlı edaları ile , Tayland kralını temsil etmenin hakkını veriyor ve bir saat sonra, pasaportlarımıza büyük bir gürültü ile vurduğu giriş damgalarımızla ayrılıyor, Krabi’ye gitmek için minibüs aramaya başlıyoruz. Çok geçmeden (Tayland’da zorluk yaşanmayacağının ilk örneği olarak) güleryüzlü bir adamla anlaşarak , minibüse çantalarımızı atıp Krabi’ye hareket ediyoruz. Langkawi’den Satun’a feribot ücreti 25 Rm (6.5 $), Satun’dan Krabi için kiraladığımız araca da, 500 Baht(15 $) veriyoruz. Satun-Krabi arasındaki 350 km.lik yolu, yaklaşık 4 saatte tamamlayıp Krabi’ye giriyoruz.Neyse ki, otel arama seremonisi kısa sürdü, 600 Baht fiyatı olan City Hotel’e yerleşiyoruz. 1 $= 38 Baht. Otelin tam karşısındaki Pazar yeri bir cennet. Hele, İbrahim isimli bir müslümanın işlettiği lokantanın bol acılı ama lezzetli yemekleri Tayland üzerine ilk olumlu puanları vermemize neden oluyor. 15 gündür geleneksel sulu yemeklerden uzak kalmanın özlemini İbrahim’in haşlanmış et, sebze çorbası, soya filizli yumurtalı omletleri ile gideriyorum, tabii; acı soslar yüzünden(gerçekten)saatlerce gözlerimden yaşlar gelerek. Kişi başı ödenen yemek parası 150-200 Baht arası. Krabi nehrinin kenarında ilk yürüyüşümüzü yapıyoruz eşimle. Her yer sokak lokantaları ile dolu. Sıcak, güleryüzlü, bereketli Tayland ilk saatlerde güzel bir ” hoş geldin” diyor bize. Saat 21, günün yorgunluğu bastırmaya başlayınca odalarımıza çekilerek, yarına hazırlıyoruz kendimizi.

29.01.2006 ( KRABİ )

Gece, Çinliler’in Köpek Yılına giriş eğlenceleri için patlattıkları havai fişekler sık sık uykumuzu bölse de; saatimin ikazından önce uyandım. Krabi’nin göz bebeği olan Khanap Nam Dağını sabahın kızıllığı içinde fotoğraflayabilmek için, Cha Fa Pier iskelesinin solundan Krabi nehri boyunca yürüyorum. Yerlerde saçılmış bira şişeleri , Tayland’ın çılgın gecelerinden birinin belgeleri olarak sergileniyor.Kırmızı tişört, beyaz pantolonlu bir grup Japon , müzik eşliğinde Tai-Chi yapıyorlar, sabahın kızıllığında.

Kahvaltı sonrası, yakınlardaki Ao Nang plajına gitmek üzere 30 B/kişi ödeyerek tuktuklara biniyoruz.Ao Nang dünyanın en iyi plajlarından biri olarak kabul ediliyor. Tertemiz , uzun sahilleri, serinlemeye imkan veren iri ağaçları ile Ao Nang plajını bir uçtan diğer uca yürüyorum, sonra güneye doğru ilerliyorum.Kumsal bitiyor, üzeri ağaç dolu iri bir kaya dimdik denize doğru ilerleyerek sahili kapatmış, denize sarkmış bir ağacın dalları arasından, fotoğraf makinemi ıslatmadan karşıya geçmeyi beceriyorum. Kayaların üzerine kurulmuş, ilkel merdivenlerden önce bir tepeye tırmanıyor, daha sonra Ao Nang’a komşu başka bir plaja iniyorum. Uzak Doğu’ya özgü, denizden, neredeyse bir sütun gibi dimdik yükselen adalar göze çarpıyor her yerde. Sıcak artıyor, eşimin güneşlendiği kumsala dönerken, giderek yaklaşan davul sesleri ve geleneksel Çin ejderha gösterileriyle bu akşam, sahilde Ao Nang Village isimli tesiste Çin Köpek Yılı kutlamaları için eğlence tertip edildiğini anlıyorum. 1200B/kişi ödeyerek eşimle gitmeye karar veriyoruz. Saat 15.30’a kadar Ao Nang Plajı ile haşır neşir oluyor, sonra yine bir tuktuk ile Krabi’ye otelimize dönüyoruz. Saat 18.30 ‘da başlayacak eğlence için, tesis anlaşmamız gereği saat 18.00 ‘de araç gönderiyor. Biz de, sosyalleşmenin gereği süslenip, püsleniyoruz. Şaşılacak kadar uzun palmiye ve kokonat ağaçlarının altında, geleneksel Çin Dans ve gösterilerini izlerken, açık büfede şaşılacak kadar değişik yemek ve deniz ürünlerini üzmemek için, yanımızdaki aslan sütü ile tanışmalarını temin ediyoruz.Sanırım, böylece herkes mutlu oluyor ki, pek dansı sevmememe rağmen eşimi sık sık dansa kaldırıyorum. Saat 24.00 ‘e doğru güneşin hırpaladığı vücutlarımız, yatakları hatırlıyor olmalı ki, Krabi’ye otelimize bırakmalarını istiyoruz tesisten.

30.01.2006 ( KRABİ )

Akşam yediğimiz güzel yemeklerin ölçüsünü kaçırdığımızdan olacak, derin bir uyku uyuyamıyoruz.Sabah saat 06.00 ‘da yine fotoğraf makinem yanımda, Cao Fa kıyısına gidiyor, henüz dağılmamış kızıllığın Krabi nehrine düşen aksini izliyor, farklı yerlerden yayılan hafif müzikleri dinliyorum.Tai-Chi grupları yine yerlerini almışlar.Olumsuz tek şey, nehire dökülen kanalizasyon sularından yayılan ağır koku.Caddeler henüz boş, bir Budist rahip sokakta elinde küçücük kabı ile dilenmeye çıkmış. Dükkanından çıkan genç bir kadın, rahibe yiyecekler sunuyor, sonra diz çöküyor rahibin fısıltı ile okuduğu duaları dinliyor.Seremoni bitince rahiple göz göze geliyor ve gülümsüyoruz birbirimize , ama rahibin gülümseyişinde bir hınzırlık mı seziyorum, yoksa bana mı öyle geliyor, uzun süre düşünüyorum.

Bugün, Ao Nang Plajından civar adalara tekne turu yapacağız.Saat 08.00 ‘de otelden alacaklar. Dün keşfettiğimiz hamur lokmalar ve börekler yapan kahvaltı salonuna gidiyoruz, hamur işlerine diyecek yok ama, kakaolu veya açık renkli çayları denediğimiz halde pek keyif vermiyor. Saat 08.00’de bizi almaya gelen tuktuka binerek Ao Nang Plajındaki Baraküda Tour ofisine gidiyoruz. İlk bakışta güven vermeyen tur ofisleri büyük bir ciddiyet ve disiplin içinde çalışıyorlar. 4 adalar , 5 adalar , hızlı bot ve bizim bineceğimiz uzun şaftlı bot müşterilerinin üzerine renkli küçük stickerler yapıştırarak, grupları ayırıyorlar.

Bu uzun şaftlı tekneleri dünden beri izliyorum. Otomobil motorundan bozma dizel motorlar, şanzımansız, 3-4 m. boyunda bir boru içinde dönen bir mil vasıtasıyla pervaneye hareket aktarıyorlar. Borunun diğer ucunda motorun monte edildiği kaide bulunuyor.

Motor soğutması da, doğrudan denizden emilen suyla yapılıyor, hatta sintine boşaltılırken de bu yöntem kullanılıyor. Süratli ve sığ sularda rahat kullanım imkanı veren bu teknolojinin, rahatsız edecek kadar gürültü yaptığını ise bugün tekneye binince anladım.

İlk durağımız Poda Adası. Uzak Doğu’yu en iyi anlatan, poster ve fotoğraflarından tanıdığımız denizden dimdik yükselen, üzerine çıkılması imkansız olan küçük bir adanın karşısında , bembeyaz mercan tozundan oluşmuş sahile dalıyor teknemiz.Langkawi’den Satun’a geçerken ve dün Ao Nang Plajında gördüğüm, (millerden olsa gerek) bulanık Andaman Denizi düşüncem, burada değişiyor.Pırıl pırıl, tertemiz bir denizin içine atıveriyoruz kendimizi. Sonra adanın arkasına yürüyoruz.Beyaz kumlara serilmiş topless hatunlar, her türlü maviyi yansıtan denize uzanmış palmiyeler, ılık rüzgarlarıyla tropik bir iklimin tam içindeyiz burada.

Bir saatlik moladan sonra, uzaktan gerçekten bir tavuk kafası ve boynuna benzeyen “chicken island” önlerinde demirliyoruz. Güneş yağı sürünmüş tenlerin suya girmesiyle güzelim su, güneş ışıkları altında renk hareleri yapan yağ tabakası ile kaplanıyor. Denize girmek içimden gelmiyor, etrafı seyretmeyi tercih ediyorum.

Öğle yemeğinde sosları ile gerçekten lezzetli, haşlanmış et ve pilavdan oluşan kumanyalarımızı dağıtıyorlar, Taloo Adasında. Tüp Adası da deniyor buraya. Denizin mavisi suların derinliğine göre öyle hoş tonlara bürünüyor ki, bir renk şöleni oluşturuyor. 600-700 m. ilerideki küçük bir adaya, bizim Orhaniye Kızkumu’ndaki gibi bir topuk üzerinden yürüyerek ulaşılıyor. Bembeyaz mercan kumları ile mavinin tonları aklımı başından alıyor.Karşı adaya yürümek için denize atıyoruz kendimizi. Ancak ilerledikçe su, omuz hizasına geliyor, yürüyerek değil, yüzerek geçiyoruz bazı yerleri. Hareket saati olan 14.00’e doğru aynı yoldan geri dönüyoruz. Aradan henüz bir saat geçmemesine rağmen, suların hayli çekildiğini , yüzmeye gerek kalmadan, göğüs hizasındaki sularda yürüdüğümüz zaman anlıyoruz. Dün akşam saatlerinde Ao Nang Plajında gel-git olayına tanık olmuş ve su sahilden 200 m. kadar çekilmişti. Suların çekilmesi ile iki ada arasındaki topuk, bir köprüye dönüşüyor.Zaten buraya “Tüp Adası” denmesinin nedeni de bu olsa gerek.

Krabi bölgesinin Ao Nang Plajından sonra en tanınmış plajı olan Phranang Beach’e geliyoruz. Dik adacıklar burada da var. Ancak Phranang Mağarası çok daha ilginç.Yöre halkı ve balıkçılarının dilek mağarası burası. Mağarada bereketi temsil eden, adanmış büyüklü küçüklü yüzlerce ahşap penisler var. Mağaranın her iki yönünden sarkan sarkıtlar ve ilginç nişler bambaşka bir alemde imiş duygusu veriyor insana. Civarda oynaşan sayısız maymun, insanlara sokuluyor, yandaki tatil köyündeki evlerin çatılarına çıkarak, pencerelerden meraklı gözlerle evlerin içini seyrediyorlardı. Güneş ve denizin verdiği o tanıdık yorgunluk hali içerisinde sabah 09.30’da başlayan tekne gezimiz 16.00’da bitti.Ao Nang’ta bizi bekleyen tuktuklarla Krabi’ye geldik. Akşamüzeri otelin karşısındaki İbrahim’in bol acılı yemeklerinin başındaydık yine.

31.01.2006 ( KRABİ - PHUKET – KRABİ )

Dün akşam, bugün bizi Phuket’e götürüp akşama geri getirecek bir minibüs kiralamıştık.1000 Baht/aile. Saat 09.00’da Phuket’e hareket ediyoruz. Dikkatle etrafı izliyorum. Bali’de Hindu Tapınakları sık sık karşımıza çıkıyordu. Burada Budist Tapınakları o kadar yoğun değil, buna karşılık her ev ve dükkanın köşesinde şükran ve dua ritüellerinin yapıldığı küçük odacıklar var.

Phuket, Krabi’nin 176 km. kuzeyinde bir ada. Sarasin köprüsü ile karaya bağlanıyor.Yol boyunca Hindistan cevizi, kauçuk ağaçları plantasyonlarından geçtik. Yanlış hatırlamıyorsam Tayland yıllık 500.000 ton kauçuk üretimi ile dünya lideri. İngilizce bilmeyen şöförümüze Phuket’in damı sayılan tepeye çıkmak istediğimizi anlatamayınca, üzerinde bu sıcak iklimle hiç de uyuşmayan siyah kalın elbise ve çizmeleriyle yanlış park etmiş bir araca ceza yazmaya çalışan polisten yardım alıyoruz. Pek ilginç gelmiyor Phuket bana , yoğun turizm baskısı geleneksel dokuları öldürmüş sanırım. Saat 14.00, sıcak resmen kavurmaya başlayınca Patong Plajında alıyoruz soluğu. 50 Baht vererek şezlong ve şemsiye kiralıyoruz. Neredeyse tüm şezlonglar yabancılarla dolu. Denizde çılgınca gösterileriyle jet-skiler kafa ütülüyor, rüzgar da egzost gazlarını sahile burunlarımıza kadar getiriyor. Kitle turizminin çarpıcı bir örneğinin içindeyiz Phuket’te. Minibüsün hareket saati olarak 24.00 belirlenmişti.Bu gürültü patırtıya çaresiz katlanacağım saatler boyunca. Güneşin batmaya yaklaştığı saatlerde deniz büyük bir hızla çekilmeye başlıyor.Ellerinde poşetlerle Phuket’liler suların çekildiği kumları dikkatle izliyor, ani bir hareketle parmaklarını kuma sokarak bir çeşit midye çıkarıyorlar Güneşin kızaran silüeti suların çekildiği ıslak kumlardaki çizgilere düşünce güzel görüntüler oluyor, hava iyice kararana kadar eşimle dolaşıp fotoğraf çekiyoruz.

Phuket, 26 Aralık 2004 tarihinde meydana gelen tsunomi felaketinin izlerini silememiş hala.Sahildeki boş araziler yok olan tesislerin anılarını saklıyor.Sahilde palmiyelerin bir kısmı kurumuş deniz sularının etkisiyle.Harap olan altyapı çalışmaları, tretuar düzenlemeleri devam ediyor. Tsunami 9000 kişinin ölümüne neden olmuş burada.Az önce su almak için girdiğimiz bodrum kattaki market, suların hücumuyla dolunca içerideki 20 civarında müşteri de boğulmuş.

Patong caddeleri hava karardıktan sonra hareketleniyor. Barlardan yükselen melodiler ve önlerinde bekleyen fahişelerin kahkahaları birbirine karışmaya başlıyor. Eşimle bir restoranda, “fried noddle sea food” yani karidesli makarna benzeri bir şeyler yiyerek , gürültünün üzerimde yarattığı gerilimi düşürmek için de bira içiyorum.170 Baht ödeyip, çılgın kalabalığa karışıyoruz tekrar. Saat 23.00’e doğru minibüsün bekleme yerine geldiğini görünce sevinçle biniyor, Krabi’ye hareket ediyoruz, Phuket’i hayranlarına bırakarak.

01.02.2006 ( KRABİ – BANGKOK )

Bugün Krabi’den ayrılıp Bangkok’a geçeceğiz.Bir tuktuka(20 B) binerek otobüs terminaline gidiyoruz bilet almak için.Akşam üzeri 17.30 için (850 B/kişi), VİP olarak adlandırılan 24 kişilik rahat koltukları olan , konaklama yerinde yemek servisi de yapan bir otobüse bilet alıyoruz. Son kez, bunaltıcı sıcağa rağmen Krabi nehrine paralel yürüyerek Knaub dağına doğru ilerlemek istiyorum , ancak 1.5 saat sonra pes ederek, otele dönüyorum.Saat 16.30’da otobüs terminaline gitmek üzere tuktuk ararken öyle bir yağmur bastırıyor ki; çantaları ıslatmadan nasıl gideceğiz demeye kalmadan başladığı gibi aniden kesiliveriyor, tabii, yerlerde tıkanmış ızgaralardan dolayı gölcükler bırakarak. Derbeder Krabi terminaline geliyoruz. Tam 17.30 ‘da hareket ediyor otobüs. Bir uçak gibi dizayn edilmiş, şöför mahalli, yolculardan tamamen izole, arkada tuvaletler ve ikinci şöför için uyuma bölümü var. Kısmetimize tam tuvalet kapısının yanındaki koltuklara düştük.Allahtan kimse varlığından haberdar değildi anlaşılan, rahatsız olmadık. Sadece yağmur yağan yerlerde camlardan üzerimize serpintiler düşüyordu. Saat 20.00 ‘de bir tesiste yemek molası verildi. Otobüs biletlerimize ilişik, yemek kuponlarını vererek kapısında VİP ( ! ) yazan salona girdik. Ortada, devamlı sıcak tutulan pilav, sebzeli ve balıklı, ama illa ki acılı yemeklere daha bir cesaretle saldırdım.

02.02.2006 ( BANGKOK )

Yolculuğun büyük kısmını uyuyarak geçirdik.Sabah saat 04.00 ‘ de artık uyumayıp, yaklaştığımız Bangkok’un varoşlarını, keşmekeşini izlemeye başladım.Saat 05.30 ‘da Bangkok otobüs terminallerinden birine girdik. Sabahın erken saatinde, etrafımızı taksiciler çevirdi.Biraz bekleyip bir taksi ile Bangkok’un Sultanahmet’i olan Kaosan’a doğru yola çıktık. Hayli yoğun olan otellerden Star Dome’de 660 Baht’a oda bulup yerleşiyoruz.

Bir saat kadar dinlendikten sonra ilk Bangkok keşfine çıkıyoruz. İlk hedefimiz Grand Palace.Ancak bugün kapalı imiş.Burası Bangkok’un ilk görülmesi gereken yerlerinden birisi.2.5 km2’lik bir alanda 1700 lerde yapılmış ve her yıl çatısına altın plakalar eklenen etkileyici bu yeri yarın görebileceğiz anlaşılan. Hemen arkasındaki Wat Phra Kaew’e giriyoruz. Bahçesindeki stupa(*) , chedi(*) ile Buda heykeli etkileyici.Elimizdeki haritaya uyarak Bangkok’a hayat veren Chao Praya nehrini buluyoruz. Bir tekne turu yapmak istiyoruz, adam 2400 Baht gibi yüksek bir para istiyor.Yine haritamdaki detaylardan, nehir üzerindeki “Irıgation depart.” iskelesini buluyor , az sonra iskeleye yanaşan “no flag” halk botuyla , bindiğimiz 19 nolu iskeleden sırasıyla takip ederek 30 numaralı son iskele olan “Nonthaburi”ye kadar gidiyoruz.(11 B/kişi).Güzel bir geziydi. Budist rahipler, askerler, öğrenciler kısacası Tayland’ın doğal dokusu içinde, Chao Praya nehri kıyısındaki evleri, watları, köprüleri seyredip, fotoğrafladım. Nonthaburi’den bu kez

dönüş güzergahında “orange flag” bilet alarak Sathorn yönünde gezimize başlıyoruz ve Sathorn yanındaki “central pier”de inip, tekneden gördüğümüz Wat Yanrawa tapınağı ile geniş bahçesindeki külliyeyi dolaşıyoruz.Zaman o kadar hızlı geçmiş. Kaosan’a tuktuk ile dönmek istiyoruz, ancak trafik şişmiş, meşhur Bangkok trafiğinde egzost solumak istemiyoruz, hele tuktuk da 400 Baht isteyince, indiğimiz iskeleye geliyoruz tekrar ve saat 18.oo deki son “orande flag” botuna yetişerek Kaosan’a gitmek üzere 13 nolu iskelede iniyoruz. Chao Praya nehrinde çalışan teknelerden “no flag” tüm iskelelere, “yellow flag” sadece ana iskelelere, “red-orange flag” ise daha sık iskelelere uğruyor. Kaosan Road çok hareketli. Burada her türlü insanla, her çeşit satıcı ile karşılaşmak mümkün.Tabii en önemlisi, sokak lokantaları çok rağbette.Yemek tezgahlarından yayılan yağ buharlarının çöktüğü yollarda, sıcak havada ağır kokuyu hissettiğiniz gibi, ayaklarınızın yağ tabakasında zaman zaman kaydığını fark edebiliyorsunuz.Çok miktarda turizm ofisi de var bu caddede. Yarın için “floating boat” yüzer çarşı ile timsah ve fil gösterilerinin yapıldığı çiftlikleri görebileceğimiz tur satın alıyoruz.(750 B/kişi).Akşam yemeğini otelimize yakın bir restoranda, balık, kalamar yiyerek(370 B/aile) ve henüz bitiremediğimiz rakımızı içerek hallediyoruz.Saatler ilerledikçe Kaosan’ın kalabalık ve çılgınlığı artıyor.Otele dönünce zor uyuyacağımızı hissediyorum, yüksek volümlü müzik ve gürültüler olduğu gibi odanın içinde. Neyse;ben de, gezilerde en büyük sorumluluğum olan fotoğraf makinesinin akülerini şarj ederim diye düşünüyorum, üçer saatlik peryotlarla saatimi kurup uyanarak. Saat 12.30, çevreden gelen müzik duvarları sarsıyor.Anlaşılan sessiz bir yer aramamız gerekecek diye düşünüyorum.

03.02.2006 ( BANGKOK – DAMNOEN SADUAK – ROSE GARDEN )

Sabah 06.30 ‘da kalkıp , kahvaltıdan sonra tur ofisinin önüne gidiyoruz. Gecikmeden bir klimalı minibüse bindiriyorlar bizi. Gideceğimiz ilk yer, Bangkok’un 104 km. batısında Samut Sangkram şehri yakınlarındaki Damnoen Saduak yani “floating market” yüzer Pazar.

Toz duman içindeki bir meydanda indiriyor rehber ve buluşma saati ve koordinatlarını vererek kayboluyor.Bir derenin kıyısında bizi bekleyen daracık uzun şaftlı teknelere 6-8 kişilik gruplar halinde biniyoruz .Çamur renkli dar su kanallarında korkunç bir tekne trafiği var.Süratle üzerimize gelen tekneler bizi devirecek ve kanalizasyon sularını andıran sulara döküleceğiz hissine kapılıyor insan. Motoru kullanan bir çocuk.Bir hızlanıp bir yavaşlıyor, ani manevralarla bizlere gösteri yapıyor aklınca. Teknenin bordasına çarpan sular zaman zaman üzerimize gelince, çocuk kaptanımıza yavaş ol ! diye çıkışıyorum. Dün, Bangkok’ta Chao Praya nehrinde gezerken gördüğümüz kazık evleri bu kanallarda ilerlerken daha yakından görme imkanı buluyoruz. Terasları dere kenarına açılan her evin, terasında saksılar içinde çiçekleri, serilmiş balık ağları, televizyonları, kafeslerde kuşları, kurutulmak üzere asılmış çamaşırları ve iki büklüm olmuş ihtiyarları , sarı sulara sarkmış yüzlerini yıkayarak “afyonlarını patlatmaya çalışan” cılız Tai halkını izliyoruz. Kimisi , teraslarını bir şeyler satarım umuduyla küçük bir dükkana çevirmiş. Çılgın turumuz kazasız belasız bitiyor, karaya çıkıyoruz, üzerimize sıçrayan suların kuruyarak bıraktıkları lekelerle. Bir anda ortalık ana baba gününe dönüyor. Bu kadar turist nereden çıktı, ne zaman geldi, şaşılacak şey.Suyun içinde tekneler yoğunluktan ilerleyemez hale geliyorlar. Kafalarında geleneksel şapkaları ile satıcılar; şapka, çiçek, meyve, yiyecek ve hediyelik eşya satma telaşındalar.Turistler suyun içinde sıkışıp kalmış teknelerin içinde, tepelerinde patlayan amansız güneşten bunalmış, küçük kürek darbeleri ile ilerlemeye çalışan teknelerinden inip bir gölge yere sığınmaya çalışıyorlar.Yüz ifadelerinden okuyorum bunları. Allahtan biz turumuzu bu kalabalık yokken bitirmişiz, yoksa bu trafik çıldırtırdı sanırım. Bir köprünün üzerine çıkarak bu keşmekeşi fotoğraflamaya çalışıyorum. Daha sonra ilerleyerek taşıtların geçtiği bir köprüden derenin öbür tarafına geçiyoruz.Buradaki dükkanlarda kumaş, züccaciye gibi şeyler var. Güzel bir Tai kadını, tropik meyvelerle güzel şekilli , şirin meyve tabakları hazırlıyor.Bu estetiğe dayanamayıp alıyor(50 B) ve gölge bir yere çekiliyoruz. Önümdeki teknesinin içinde hazırladığı börekleri poşetleyip, her gözgöze geldiği insana uzatan zayıf yaşlı kadıncağız izlediğim yarım saat içinde bir tane bile satamıyor.

Bundan sonra bir timsah çiftliğine gitmek üzere yola çıkıyoruz. Hao Praya nehrinin geniş kollarından birinin üzerindeki yüzer restoranda yemek molası veriliyor. Masamıza konulan altı çeşit yemeği de çekinmeden yiyeceğimiz temiz bir yere benziyor.Zaten yediklerimizin çoğunun ne yemeği olduğunu anlayamıyoruz.Ağdalı, şerbetli, tatlı ama aynı zamanda acı soslar içeren yemeğin içinde, ananas parçaları da görünce, ilkel güdülerle yemek analizleri yapmayı bırakıp, açlık giderme yolunu seçiyorum.

Büyük bir girişi olan “Sampron Elephant Ground” isimli timsah ve fillerin gösterilerinin yapıldığı çiftliğe geliyoruz.Rehber gişeden biletlerimizi alıyor.Giriş ücreti 450 Baht, tur ücretine dahil olduğu için ücret ödemiyoruz. 13.20’de gösterilerin başlayacağı anons ediliyor.Tribünlerde en az 4000 kişi var. Ülkede fillerin tarihi ve fonksiyonlarını anlatan güzel bir animasyonun arkasından, gösterileri başlıyor fillerin.Koca cüsseleriyle amuda kalkıyorlar, penaltıdan gol atıyorlar, topa hortumlarıyla salvo verip kaleciyi şaşırtıyor ve ters köşeden gol atıyorlar. Fillerin marifetlerinden çok, eğitimlerindeki sabır ve beceri nedeniyle insanoğlunun ne kadar yaratıcı olduğuna hayranlık duydum.

Ardından timsah gösterilerinin yapıldığı bölüme geçiyoruz. İki genç timsahları kızdırıp, kollarını, kafalarını timsahların ağzına sokup, saniye farkıyla , büyük bir güç ve gürültüyle, mengene gibi kapanan dişlerin arasından kurtarıyorlar.Saniyelerin bazen hata yaptığını, bakıcıların öldüğünü haberlerde sık sık duyuyoruz.

Son durağımız “rose garden”.Tahminim çiçeklerin sergilendiği yoğun bir botanik bahçesine gideceğimiz şeklinde idi. Meğer, folklorik gösterilerin yapıldığı bir resort otel imiş. Az sonra Tai folklor ve danslarının bulunduğu salondayız. Tai felsefesine uygun, sakin ritimlerle başlayan danslar, birbirlerine vurdurulan bambu çubukların arasında devam eden hızlı bir tempoya ulaşıyor. Gösteriler Tai boksu, Tai düğün törenleri , köy hayatı gibi animasyonlarla devam ediyor.Sabahtan bu yana, başta Bangkok’un trafik yoğunluğu olmak üzere bir sürü keşmekeşine rağmen, tur programı verilen saatlere tam bir sadakatle uygulanıyor. Genel felsefeleri “mai pen rai” yani “boşver, aldırma, sıkma kendini” gibi kelimelerle özetlenebilecek olan Tayland’ın, turizm sektöründeki dürüst ve disiplinli politikaları, her yıl, 65 milyonluk ülke nüfusundan daha fazla turist akınına neden oluyor.

Akşamüzeri Kaosan’da indiğimizde, sabahki Kaosan’ın tenhalığı yerine, sokak berberleri, yemek tezgahları, akla gelebilecek her şeyin sergilendiği bir yoğunlukla karşılaşıyoruz. Bangkok’un önemli alışveriş merkezlerinin bulunduğu “word trade centerée gitmek üzere tuktuk’a biniyoruz. Ardından Siam Centre’i dolaşıyoruz.Küreselleşmenin getirdiği tek ticari lisan geçerli burada da.Sanki İstanbul’da alışveriş merkezlerinde dolaşıyoruz. Ürünlerin yerleşim ve teşhir yerleri bile aynı, fiyatlar da , uluslar arası markalar olduğu için farklı değil. Doğu’nun henüz erozyona uğramamış değerlerini tanımak için çıktığım bu gezilerde, küresel pazarlarda dolaşmak istememin nedeni, bembeyaz değerlerin ne denli grileştiğini görmek için.Korkarım, diğer gezgin arkadaşlarım da, benim gibi, çok geçmeden, geleneklerinden uzaklaşmış, tek boyutlu bir dünyaya ait olacaklarına inanıyorlar Çinhindi ülkelerinin. Saat 22.00’de mağazalar kapanmaya başlıyor.Bir tuktuka binerek Kaosan’a geliyoruz.(100 Baht).

04.02.2006 ( BANGKOK )

Bugün Bangkok’u dolaşmak niyetindeyiz. Arkadaşların ısrar ve önerileri ile önce “ Gems Galery “ isimli, daha çok mücevherat ve hediyelik eşyaların satıldığı mağazaya gitmek için taksicilerle yaptığımız görüşmelerde, gariptir ne gideceğimiz güzergahı, ne de makul ücret konusunda anlaşamıyoruz. Tuktukçular hemen gideceğimiz yeri anlıyorlar, 50 B.lık bir fiyatla Dünyanın en büyük mücevher mağazası diye reklamı yapılan “ Gems Galery” ye gidiyoruz.Amacımız Amerikalı turistler gibi mücevher satın almak değil elbet.Arkadaşımız Fahir’lerin oğullarının yakında düğünü varmış, gerekli olan takılar için fiyat analizi yapmak istiyorlar.0.65 YTL gibi küçük bir rakamla dünyanın yolunu gidiyoruz.Tayland’da komisyon müessesesi çok ciddi çalışıyor. Tüm şöförler, rehberler müşteri götürdükleri mağaza, otel, restoran gibi iş yerlerinden komisyon alıyorlar.Bunu bilen iş yeri sahipleri de, fiyatlara verecekleri komisyon bedelini ekleyerek talepte bulunuyorlar.Bu nedenle , mümkün olduğunca iş yerlerine bunlar olmadan gitmek pazarlık payını artıracaktır.Gems Galeri’nin büyük bahçesine girerken kapıdaki görevli tuktuk plakasını kaydediyor. Muhtemelen içeride satış olursa, kime komisyon ödeneceği biliniyor. Şatafatlı bir kapıdan içeri alınıyor ve ” hoş geldin içkimizi “ içerken, bir sürü genç tarafından kuşatılıyoruz.Yanımıza çirkin bir Çinli görevli veriyorlar.Önce, ham maddeler ve imalatın yapıldığı atelyeler gezdiriliyor. Sonra çok geniş bir teşhir salonuna alınıyoruz. Görevlinin anlattıklarını daha iyi anlayabilmek için “Türkçe bilen yok mu?” diye sorunca, Çinli kız , düğmeye basılmış gibi Türkçe konuşmaya başlıyor. Hiç sevmediğim mücevher konusu beni sıkıyor ve hediyelik eşyaların bulunduğu standa ilerleyip , hem ucuz hem de el yapımı ürünlere bakıyor, 20 Bahta çok hoş fil anahtarlıklar ile 350 Baht’a yine üzerinde işlemeli boyaları olan fil biblo alıyorum. Biraz sonra eşim yanıma geliyor.Çinli kızın çabaları sonuç vermiş, yüzük, küpe ve kolyeden oluşan” moon stone” isminde bir takımı beğendirmiş , 1.5 saatlik çabası sonunda 3300 Bahtlık bir (belki de buradaki en ucuz takımlardan) satışı başarmıştı. Serin ortamdan dışarı çıkınca sıcak vuruyor yüzümüze.Bahçede dizilmiş, içeriye gönderdikleri müşterileri bekleyen tuktukçular çıktığımızı görünce derhal bizimkini bulup yanımıza gönderiyorlar. Yolda tuktukçuya “bugün zengin oldun, bizi bedava gezdireceksin” diye takılıyorum.Gevrek gevrek gülüyor. Bangkok’un çılgın trafiğinin yoğunluğu, egzost gazları ve devamlı artan sıcak hava, Chathuchak pazarını görme merakımıza mani olamıyor. Burası, sadece hafta sonları açılan, binlerce küçücük dükkandan oluşan, büyü malzemelerinden, konfeksiyon, kullanılmış eşya, ev cihazlarına kadar her şeyin bulunabileceği, daracık sokaklarında insanın hem eğlenip, hem psikozlara düşebileceği bir büyük pazar. Tayland’dan sonraki Kamboçya, Vietnam, Laos gezisinde kullanmak amacıyla 65 litrelik bir “Lowe Alpin” sırt çantası(1000 B.) ile incecik ketenden tunik, şalvar ve De Gaulle şapka alıyorum (360 B.)Satıcı bir kadın, 10-12 adet balığı ayıkladı, taburenin üzerine yaydığı gazetenin üzerine dizerek, 35 derece sıcakta kurumaya bıraktı.Ben, bu balıklar kurumadan önce kokmazlar mı diye düşünürken eşim koluma girip başka bir daracık sokağa sokuverdi beni. Tamamını gezmeye fiziki ve ruhi durumumuz elvermeyecek Chathuchak pazarının.

Bangkok’un daha ciddi merkezlerinden olan Pratunam var, sabah hazırladığım programda. Zar zor bir tuktukçu 100 Bahta götürmeyi kabulleniyor, biraz ilerledikten sonra ani bir manevrayla çıkmaz bir sokağa girip, bir Çin lokantasının önünde duruyor ve burasını övmeye başlıyor.Sert bir ifade ile henüz ihtiyacımız olmadığını söyleyince, yüzündeki tebessüm bir daha geri gelmemek üzere kayboluyor.Pratunam’da Ratchadamri Caddesinde iniyoruz.Bizim Mahmutpaşa gibi, yerlere serili giysilerle dolu. Birkaç büyük alışveriş merkezine girip çıktıktan sonra, Bangkok’a gelen turistlerin genel eğilimine uyarak koca bir günü alışveriş merkezleri dolaşarak geçirdiğime hayıflanarak, Kaosan’a dönüyor ve yarın için 400 Baht/kişi ödeyerek Ayuthaya turu için rezervasyon yaptırıyoruz. Fotoğraf makineme ait hafıza kartlarımı Çinli bir kızın fotoğraf stüdyosunda CD’ye aktarıyorum. Kaosan’da yine kıyamet kopuyor, bir arka sokağa giriyoruz. Burada tık yok, dükkanlar kepenklerini indirmiş, kaldırımlarda yatan berduşların horlamalarından önce üzerlerinden yayılan pis kokuları çarpıyor burnumuza.Az sonra büyük mücadeleye, uyuma derdine düşmek üzere otele dönüyoruz.

05.02.2006 (BANGKOK - AYUTHAYA)

Sabah 06.00 ‘da tur ofisinin önünden bizi alarak Ayuthaya’ya doğru yola çıkıyoruz. Erken çıktığımız için fazla trafiğe de yakalanmıyoruz. Tüm ulaşım araçlarında klima var, bu nedenle de, hemen herkes mentollü burun çubuklarından kullanıyor, klimaların yarattığı sorunlar nedeniyle. Her şeye rağmen klimasız bir yaşam azap olsa gerek böylesine sıcak iklimde.Ayuthaya’ya Bangkok’tan Chao Praya nehri üzerinden gitmek de mümkün. Çok geniş bir alana yayıldığını okuduğumdan, tur rehberliğinde gezmenin daha pratik olduğuna inanıyorum.

Ayuthaya, Bangkok’un 85 km. kuzeyinde, 1350 -1767 yılları arasında başkentlik yapmış ve ilk başkentleri Sukothai terk edildikten sonra Tai’lerin ikinci başkenti. Bir günde gezilemeyecek kadar çok tarihi eser, stupa ve chedi’lere ev sahipliği yapıyor.

İlk durağımız “Wat Pu Kao Tong “. Minibüsten indiğimizde, sıcaktan uyuz olmuş, tüyleri dökülmüş, mecalsiz köpeklerin arasından ilerleyerek sağdaki “chedi of victory”e geliyoruz. Nefes nefese tırmandığımız merdivenlerinden Ayuthaya sisler içinde görülüyor.Solda küçük bir Budist tapınağı var. Vücutları mor dövmeli rahipler, tezgahların arkasında kitap, resim, kutsal obje taklidi şeylerden satabilmek için içeri girenlere zoraki tebessümlerle bakıyorlar. Zaman stupaların sıvalarını dökmüş, ortaya çıkan tuğla blokları aşındırmakla meşgul. Bir ağacın gölgesinde genç bir rahip kocaman ciltli bir kitabı okumaya çalışıyor, ama sık sık gözlerini kaldırarak bana bakıyor.Yanına yaklaşarak” fotoğrafını çekebilirmiyim ? “ diyorum, uzun bir süre poz veriyor. İnsan, coğrafya, din, kültür barajlarının arkasında her yerde aynı.

İkin İkinci durağımız, kırmızı duvarları, süslü çatısı ve “chofa”(*)ları ile yoğun bir ziyaretçi akınına uğramış olan “Viharn Phra Mongkol Bopit”. İçeride Tayland’ın en büyük oturan Buda heykelini barındırıyor, çevresi dua edenlerle dolu.

Solda, ” Wat Phra-Si Sanphet “ var. 1448’de yapılmış, 1767’de Burmalılar içinde bulunan 16 metre boyundaki altınla kaplı Buda heykelini eritmek için ateşe vermişler.Zaten bu tarih, Ayuthaya’nın kültürel ve dinsel zirvesinin sonu olmuş.

37 metrelik boyuyla “reclining Buddha” heykelinin bulunduğu “Wat Lokaya Sutha” dayız.Açık havada yıllara meydan okuyaran, hala ilginç Buda heykeli, sarı bir örtüyle kaplanmış, etrafı adak mumları, çiçekleri ve yiyecekleri ile dolu.Tütsüler devamlı yanıyor.

Ayuthaya yerleşim merkezinde yemek molası veriyoruz, dünkü menünün benzeri karşımızda, ancak dün yediğimiz yemeklerin lezzetini arıyorum.Yemek sonrası, rehberimiz “Wat Tamikarat “a götürüyor. Tuğla sütunlar ve duvarlar, geçmişin izlerini gizleme eğiliminde değiller, zamana tanıklık ediyorlar.Şimdi gösteri alanı olarak kullanılıyor, akşama yapılacak gösteri provaları yapıldığı için , devasa kolonlar minik depremler etkisi yaratıyor gibi geldi bana “Wat Tamikarat”ın duvarlarında.Tapınağın hemen önünde, etrafını aslan heykellerinin çevrelediği bir kaide üzerinde Buda heykeli yer alıyor, önünde de sunular.Yandaki küçük tapınağa yürüyorum. Sıcaktan feleğini şaşırmış köpekler, tapınağın bütün gölgeliklerini değerlendirip, uzanmış, derin uykudalar.

Son güzergahımız;” Wat Mahathad “çok geniş bir alana yayılıyor.1384 yılında inşa edilmiş bu tapınak pek çok altın değerli taş kristal ve altın bir kutu içinde Buda’nın vücudundan bir parçayı barındırıyormuş. Erimeye yüz tutmuş stupalar, yorgun görünüşleriyle , dikkatli gözlere o kadar çok şeyler anlatıyor ki ? “Wat Mahathad “ girişinde , bir banyan ağacının kökleri arasına sıkışmış , Buda heykel başı, bunca sıkışmaya rağmen ezilip parçalanmadan direnmiş yıllara.”Wat Mahathad “ın geniş alanında kaybolmak istiyor, öyle de yapıyorum. Sıcaktan bunalan eşim ve Fahir’ler güneşin alnında dolaşmak yerine gölgede oturmayı seçince, “Wat Mahathad” ın zamana artık direnemeyeceklerini söyleyen yıpranmış duvarlarının söyledikleri fısıltıları, aramızda kalmak kaydıyla, sadece ben dinledim !

Rehber, Ayuthaya turunun bittiğini, isteyenleri 100 Baht giriş ücreti ödeyerek , kraliyet ailesinin yazlık sarayı olan Bang Pa İn’e götürebileceğini, istemeyenlerin geldikleri araçla Bangkok’a dönebileceklerini söylüyor. 5 Japon gençle birlikte 8 kişi Bang Pa İn’e gitmek istiyor, tabii ki bende. Bizimkiler, dönüyorlar.Ayuthaya’nın içinden geçerek geliyoruz, 19. Y.Y sonlarında 5. Rama tarafından yaptırılan, şahane bahçeler ve göller içinde yer alan Bang Pa İn’e. Kral 5. Rama’nın gün batımının insan ruhunu arındırdığı akşam saatlerinde, şiirler yazmak için gölün içinde yaptırdığı saray yavrusu, “phra thıanang aıwasan thıpta” yani “ kişisel özgürlüğün kutsal makamı” rüyalardan veya Çin masallarından çıkıvermişçesine karşımda duruyor.Sarayın bir kısmı Barok uslübü, bir kısmı Çin uslübünü yansıtıyor. “ Ho Wıthun Tasana “ isimli sempatik kuleye çıkıyor ve Bang Pa İn’deki estetiği ve saltanatı daha iyi gözlemleme imkanı buluyorum.15.45’ de kapanan saray komleksinden, yarım saat gecikme ile görevlilerin kazları ile ayrılabiliyoruz.Özellikle Japon’ların bilinçli gezi anlayışını çok beğeniyorum.Nereye gitmiş isem, sabah şafak sökerken, veya çok kimsenin yorulmamak için burun kıvırdığı bir çok yerde ellerinde fotoğraf makineleri, meraklı gözlerle ortalığı tarayan Japon’larla karşılaştım. İyi ki, buraya da gelmek yönünde tercih kullanmışım diyorum.Ama, her saltanat mekanında duyduğum, “ sınıfsal çatışma meseleleri “ gizliden gizliye huzursuz ediyor beni.

Kaosan’ın köşesinde iniyorum, Chao Praya Nehrini geçerek , karşı tarafta bulunan “Wat Arun “ yani “ şafak tapınağ ”na gitmek istiyorum.Açıktır umuduyla Grand Palace’a uğruyorum önce.Yine kapalı. Nehre doğru yürüyorum. Kırmızı bir top haline gelmiş güneş, Wat Arun’un 85 metrelik kulesine takılmış, çok güzel fotoğraflar veriyordu.Ben de makinemi kullanmaya başladım. Köprüyü geçip, Wat Arun’a gidene kadar hava kararacak, Cao Praya’yı sarıp sarmalayan büyü bozulacaktı. Burada, nehir kıyısında kaldım, ne kadar bilmiyorum. Kendime geldiğimde, Chao Praya üzerinde tekne trafiği azalmış, kızıl silüetlerin yerini teknolojinin teşhir edildiği neonlar , göz alıcı aydınlatmalar almıştı.Kaosan’a dönerken “Sanam Luang “ parkından geçiyorum.Günlerden Pazar olduğu için meydan, kaldırımlar satıcılarla dolu, insanlar sıcaktan çimenlere uzanmışlar, her köşede mangallardan ızgara kokuları yükseliyor, satıcılar kralın posterlerini, eski tabloları, biblo ve yiyecek maddelerini satmaya çalışıyorlar. İlk defa bir döviz bürosunun önünde bir saate yakın kuyrukta bekliyorum, oysa ATM’lerde bu sorun yok. Yarın Pattaya’ya gitmek için bilet almak amacıyla tur acentalarını dolaşıyorum. Saat 21.00 olduğu halde tümü kapalı.Taksiler 1000 Baht’a gidiyorlar Pattaya’ya, ancak bagajlarında LPG tankı olduğu için valizleri sığdırmak zor olacak, iki aile gideceğiz zira. Yorulmuşum, gezi notlarımı tamamlayıp uykuya teslim oluyorum.

06.02.2006 ( BANGKOK - PATTAYA )

Hemen yanımızdaki Sushi Bar’dan yükselen müzik uykumuzu bölse de, dinlenmiş olarak uyanıyor ve kaldığımız Star Dome İnn ‘den ayrılıyoruz. Saat 11 için bilet alıp otel lobisinden toplanmamızı bekliyoruz. Pattaya yolundayız.Bangkok’un 30 km. dışına çıktığımız halde, highway denilen katlı otoyol hala devam ediyor.Pek estetik olmasa da, Bangkok trafiğini içinden çıkılmaz bir hale gelmekten kurtarıyor. Şimdiye dek hep Bangkok’un kuzeyine gitmiştik , bugün Tayland Körfezinin güneyine, doğu kıyılarına doğru iniyoruz.125 km.lik Pattaya yolunu yaklaşık 3 saatte aldıktan sonra, Pataya da minibüse binen bir görevli herkesi gidecekleri otellere bırakıyor. Apex Otelin yakınlarında iniyor, buranın bir ay rezerve olduğunu öğrenince yan sokakta 5-6 odalı bir aile işletmesi olan pansiyonda 450 B/gece fiyatla yer buluyorum.

Ön sezilerim Pattaya’dan hoşlanmayacağımı söylüyordu.Yanılmamışım.Turizm baskısının, her boyutuyla ezip yok ettiği bir şehir olmuş burası.Pis bir deniz, dar, çamur rengi bir kumsal, sahilde palmiyeler bile yüksek binaların yanında güzelliklerini yitirmişler. Tayland’ın ucuz, hoşgörülü ve sıcak bir iklimde olması, Batı’nın emekli, yaşlı, kültürsüz yaşlılarının burada yerleşmesine neden oluyor.Etleri sarkmış , ama , kocaman altın kolye ve takıları ile, mal beyanında bulunurcasına , yanlarında genç Tai kızları ile yaşamaları, hatta dolaşmaları bile nedense sinirlerimi bozuyor. 100-200 Bahtlık hediyeler karşılığında babaları, belki dedeleri yaşında olan magandalarla dolaşmalarını hazmedemiyorum.Ahlaksız teklifin yoğun yaşandığı bir ülke Tayland.

Burada büyük otellerin açık büfe kahvaltı ve yemeklerinden yararlanmak mümkün.180 B/kişi fiyata kaliteli ve çeşitli yemekler alabiliyoruz Apex Otel’de.

07.02.2006 ( PATTAYA )

Henüz 24 saat dolmadan bunaldım Pattaya’da. Kafamızda oluşmaya başlayan Myanmar(Burma) gezisi, netleşmeye başladı. Bu sabah Bangkok’a giderek, turizm acentalarından vize ve Myanmar uçak biletlerini öğrenmek istiyorum.Myanmar’a yabancılar, sadece uçakla giriş yapabiliyorlar. Bir taksi bürosuna 800 Baht ödeyip, makbuzu alıyor ve taksiye biniyorum.Şöför otoyola giriyor.Gişelere gelince benden para istiyor.Ben “baştan ödedim” diyerek makbuzu gösteriyorum, kendisi ödüyor.Yolda , üç tane gişe var. Adam ısrarla gişelerde para istiyor, ben vermiyorum.Telefon açıp bir yerlerle konuşuyor sinirle, yine bana dönerek “para” diyor.Ben “hayır” diye bağırınca saçları dimdik oluyor, flaşörleri yakarak aracı kenara çekip, kontağı kapatıyor.Bu kadar ısrardan sonra haklı olsam da, olmasam da toplam 95 Bahtlık gişe ödemelerini vereceğimi anlıyorum.Sonra aklıma geliyor.Taksiye binerken, işimin acele olduğunu söylemiştim.Belki bu nedenle normal yola girmeyip otoyolu tercih etti. 100 Bahtı uzatınca, yüzü gülüyor.İngilizce bilmediği için, şiddetin arefesinde uzlaşabiliyoruz.Girişte Bangkok trafiğine takılıyor ve 10 km.lik yolu 45 dakikada alabiliyoruz.Netice de, 3.5 saat sonra Kaosan önüne gelebiliyorum. Daha önce tur aldığımız “Patama” isimli acentaya giriyorum.İyi İngilizce bilmediğim için kritik soru ve cevaplarda biraz zorlanıyor, neticede Myanmar vizelerini 4 gün sonra vereceğini, benim ve eşimin vizeleri için 2200 Baht, Yangoon uçak bileti için de 15800 Bahta anlaşıyoruz.Pasaportları bırakıyor, Yangoon için rezerve yaptırıyor, çıldıran sıcaktan korunmak için Rumminwit yoluna girip, bir dükkanın gölgesinde oturuyorum.Önümden geçen bir satıcıdan, bir kab içinde dondurma, pilav ve kokonat alıyor 10 B. ödüyorum.Sessiz, gölge bir yer buldum diye sevinemeden, bir kadın dükkanın önünü ikaz etmeden süpürmeye başlıyor, ortalığı saran tozdan kaçıp başka bir yer aramak üzere kalkıyorum. Dönüş saati olan 16.00’ya kadar oyalanmak için, Demokrasi Anıtına kadar yürüyorum.Dev kitapçı dükkanlarını dolaşıyor, sonunda hareket saatine doğru Kaosan’a dönüyorum. Bir gün önce geçtiğim yollardan, Bangkok’un bitmez tükenmez çelişkilerini seyrederek, global sermayenin gökdelenlerinin yanında, sefil, kazıklar üzerine yapılmış barakalarda oturanlar, döküntü arabalarının çürümüş kaportalarını stickerlerle yamayan garibanlar, ilk kez gördüğüm lüks araçlara kadar bir çelişkiler yumağı Bangkok. Pattaya’nın bir iyi tarafı, büyük alışveriş marketlerinde bulunan her türlü sebze, meyve ve salataların yanında, et, tavuk, balık gibi yiyecekleri seçerek, orada pişirtip yeme imkanının oluşu. Büyük Carrefour mağazasından bu akşam tavuk, salata ve bira alarak yemek işini hallediyoruz. 500 Baht.

08.02.2006 ( PATTAYA -KOH LARN ADASI )

Bugün niyetimiz Koh Larn Adasına gitmek.Önce, sahil yolu üzerindeki Mike Shopping Mall’in önünden pikaplara binerek(20 B/kş), daha sonra da, Tourist Pier’e yürüyüp Koh Larn Adasına kalkacak teknelere biniyoruz.(30 B/kş).Adada değişik plajlar olduğunu bunların en iyisinin Tamaen Plajı olduğunu okumuştum.Teknelerden indikten sonra, ellerindeki haritalarla ada plajlarını anlatmaya çalışan gençlere Tamaen’e giden araçları sorup, biniyoruz.(20 B/kş).Plaja girdiğimiz saatler, suların en yüksek olduğu zaman. Dizilmiş şezlonglar suların içinde.Denizin içinde, mercan tozlarının beyazlığında güneşlenmek de varmış diyerek yayılıyorum şezlonga. Çok çirkin dubalarla yüzme bölümleri ayrılmış, bunun dışında sürat motorları, jet-skiler cirit atıyor.Bizlere de, benzin-yağ karışımının yanmasından oluşan geniz yakıcı egzost gazlarını solumak kalıyor.Tanrım, insanlar varlıkları ile neden güzelim yerleri çekilmez hale getirirler ? Arkamızdaki geveze Japon turistler sıcaktan sızıp uyudular diye sevinmeye kalmıyor , bu kez kalabalık bir Tai grubunun muhasarasında kalıyoruz.Üstelik rehberleri elindeki megafonla konuşuyor.Kafam şişiyor ve şezlongumu 15-20 m. ileriye sürükleyip, mevzileniyorum. Sağa sola dönüp, ortalığı incelerken güneş devrilmeye başlıyor.Ben de, serinlemeye başlayan hava ile canlanıp karşıdaki büyük iskeleye yürüyorum.Buradan yandaki küçük ve tenha plajı görüyor ve buraya gelmediğimiz için kızıyorum kendime. Saat 16.00’da tekneler büyük kalabalığı teknelerle götürdüler, çöpçüler titizlikle bütün sahili temizledi.Bir saat sonra toparlanıp, aynı yollarla Pattaya’ya dönüyoruz. Bütün gün güneş altında kalmanın mecalsizliğini saat 21.00’e kadar kestirerek atıyoruz kısmen. Sonra da, Pattaya sahiline iniyoruz.Bütün fahişeler, travestiler, eşcinseller burada, ağaçların altında gelip geçene sataşıyorlar. Merak edip soruyorum. Saatine 500 Baht (13 $), geceliğine de 1000 Baht istiyorlar.Ancak, Pattaya’da hemen oda bulmak mümkün olmadığı için, her isteyen birini alıp otele götüremiyor.Buraya gelen birisi bu nedenle hemen bir oda tutmak zorunda imiş. Aids’in korkunç yaygınlığı kimseyi ürkütmüyor. Belgesellerde izlediğim hayvan topluluklarında bile, bir töre, hiyerarşi olduğunu anımsıyorum, bir travesti elini omzuma atmaya çalışırken uzaklaşıyoruz.

09.02.2006 ( PATTAYA - KOH SAMED ADASI )

Bugün de Pattaya’nın güneyinde Rayong yakınlarındaki Koh Samed adasına gideceğiz.(500 B/kş).Saat 07.00’de tur ofisinin önündeyiz.Hiç aksamayan program 45 dakika gecikiyor. Akşam bileti aldığımız kız, içeride yatıyormuş.Bizim beklediğimizi görünce, telaşlandı, telefon edip, caddede çıplak ayaklarla koşmaya başladı ileri geri.Saat 08.30’da bir minibüs geldi.Kız da, şöför de defalarca özür dilediler.Önce Banp-he isimli bir balıkçı köyüne geliyoruz.Burada bir rehber bizi alarak, yoğun balık kokuları arasından bir iskeleye getiriyor.Büyükçe bir tekneye biniyoruz. “Ao Vong Duern” plajına yaklaşıyoruz, ancak iskele yok burada. Açıktaki tonozlardan birine bağlanıyoruz.Saçtan yapılmış bir sala binbir güçlükle atlayarak sahile iniyoruz.Karşımıza ellerinde biletlerle sevimsiz iki asker çıkıyor, inenlere bilet kesmeye başlıyor.Meğer Kho Samed Adası milli park statüsünde imiş.Bu nedenle 200 B/kş giriş ücreti alıyorlar. İtiraz edecek oluyorum.Asker ayaklarını göstererek ayakbastı parası alındığını anlatmaya çalışıyor. Adamakıllı dolaşıyorum etrafı.Hiçbir güzellik ve fevkaladelik göremiyorum.Deniz de pek berrak değil. Denize gire çıka vakit öldürüyor ve saat 15.30 ‘da geri dönmek üzere toplanıyoruz.Sabahki canbazlıkları tekrarlayarak önce sala, sonra saldan tekneye atlıyoruz.45 dakikalık deniz seyrinden sonra, Banp-he köyünün döşeme tahtaları kırık iskelesine, buradan ofisin önüne geliyoruz.Sonra minibüsle Pattaya’ya dönüş başlıyor.

Turizmde pazarlamanın ne kadar önemli olduğunu anlıyorum bugün bir kez daha. Tayland’ın pek çok güzel yerlerine karşın Koh Larn hiç de esprisi olmayan bir yer.Ancak, tanıtım, turizmi böyle etkiliyor.

Kaldığımız “Friendly Otel” daha doğrusu pansiyona gelip, nefeslendikten sonra, deniz ürünleri yemek üzere Tops Market’e gidiyoruz.Tayland’da pek çok balık ve deniz ürünü çiftliklerde yetiştiriliyor. Her yerde bol miktarda ve ucuz deniz ürünü bulmak mümkün. Tops Market’te “lined silver “ isimli balığın kilosu 135 Baht, kalamar 120 Baht, salatanın kilosu 120 Baht. Tarttıktan sonra, mutfak bölümüne verip pişirebiliyor ve orada yiyebiliyorsunuz. Özellikle kalamarların tabağa gelmesini beklemeden, ayaküstü yiyoruz.

Bugünkü yol ve sıcak yormuş olmalı, odamıza çekiliyoruz.

10.02.2006 PATTAYA – BANGKOK – CHANG MAİ )

Sabah, erken kalkıp çantalarımızı topluyoruz.Ben taksi aramak için çıkıyorum.Diğer arkadaşlar bir paket tura dahil olup Hong-Kong’a gidecekler. Ben, Hong-Kong yerine Myanmar’a gitmeyi tercih ediyorum.Yakın bir gelecekte, geçmişin izlerini küresel sermaye buralarda büyük bir hızla silecek, eminim.Bu nedenle, Vizelerimiz çıkana kadar, kuzeye Chang-Mai’ye gideceğiz. Saat 08.00. Bütün tur ofisleri ve taksi büroları kapalı. Bir ara durağa yanaşan bir taksi görüyor, 1000 Baht’a anlaşıp Bangkok’a yola çıkıyoruz eşimle.Acelemin nedeni bu akşam 18.00’de Chang-Mai otobüsüne bilet bulabilmek.Çünkü biletler genelde bir gün önceden satılıyor.Süleyman isimli Müslüman şöförle sohbet ederek (ne Türkiye isimli bir ülkeden, ne İstanbul’dan haberi var) Bangkok’a geliyoruz. Kaosan’da Four Sons İnn isimli otelin emanetine bırakacağız fazla bavullarımızı Chang-Mai’ye giderken.10 B/bavul ücretini 5 günlük olarak peşin ödüyoruz. Myanmar vizelerimizi takip eden Pattama Travel’deki genç kız Dee’ye uğruyoruz. Bu akşam için bilet veremeyeceğini söyleyince Mama 2 isimli ofise uğruyoruz. Birkaç kez görüştüğüm halde, tüm dikkatime rağmen cinsiyetini kestiremediğim gencin önündeyiz bu kez. İki kişilik yer buluyor ama 150 Bahtlık biletler için 250 Baht istiyor kişi başına.İtiraz ediyorum, önceden ayırtmadığım için bu fiyattan aşağı veremeyeceğini söyleyince çaresiz kabul ediyoruz. Hareket saati olan 18.00’e kadar zamanımızı değerlendirmek üzere Grand Palace’e doğru yürümeye başladık.Bir Wat’ın önünde hareketlilik görünce giriyoruz.Kapısında “city pillar shrine” yazıyor.Diğer adı “Le Muang” bu tapınağın. Tertemiz giyinmiş Tai’ler, ellerinde lotüs çiçekleri, tütsü çubukları, silindir bir kaba koydukları ince çubukları sallayarak dilek tutuyorlar Buda’nın huzurunda. Bir sütuna , bizdeki adak ağacına bağlar gibi, rengarenk tüller bağlıyorlar. Güzel fotoğraflar alıyorum.Bir ara tapınağın gölgesine dizilmiş sandalyelerde oturup serinlemeye çalışırken, bizim inancımızdaki sert seremonileri düşünüyorum.

Grand Palace’in yanındaki “Sanam Luang” parkında kitap fuarı var.Bütün standlar Buda’yı ve dinini anlatan renkli kitaplarla dolu.Güneşten korunmak için oluşturulmuş çardaklarda, Budist rahipler , sandalyeleri doldurmuş Tai müminlerinlideri olduğunu tahmin ettiğim Budist Rahiplerin posterleri asılı. Öğle yemeğini bir kadının tezgahında sebzeli yemek, balık ve rice yiyerek hallediyor ve 30 Baht veriyoruz. Yakınlardaki Çin mahallesini, sonra Rambuttri sokağını arşınlıyoruz. Sıcaktan bitap düşünce daha önce kaldığımız Star Dome İnn’in lobisinde oturuyoruz. Kocaman bir Chang bira bile serinletemiyor beni. Kaosan bu gece çılgınlığa hazırlanıyor.Hafta sonu eğlenceleri için pistler kuruluyor, kocaman kolonlarla ses provaları yapılıyor. Hareket saatine doğru tur ofisinin önünde biriken genelde sırt çantalı turistleri, Kaosan’ın başlangıcında trafiğe açık yol kenarına götürüyorlar. Akşam saatlerinin yoğun trafiğinin yarattığı egzost dumanı içinde 19.30’a kadar otobüs bekliyoruz. Geliyor ve eşimle ikinci kata çıkıyor yerleşiyoruz. Öyle yavaş gidiyor ki, 12 saatlik Bangkok- Chang-Mai arasının kaç saatte biteceğini düşünüyorken, arıza yapıyor otobüs.Şöförle muavini takım çantasını kaparak iniyorlar, bir saat kadar kanter içinde uğraşıyorlar.Hareket ediyoruz, 80 km .’yi aş(a)mayan süratle, küçük ve sığ uyku dalışları arasında sabah 07.30’da Chang-Mai’ye vasıl oluyoruz. Pikaplara bindirerek bir guest house’in bahçesine getiriyorlar.Kısa bilgiden sonra tesisi pazarlamaya çalışıyorlar. Eşim beğenmiyor, 200 Baht fiyatı iyi ama, çok bakımsız.Sırt çantamı yüklenerek otel aramaya başlıyoruz, elimde Chang-Mai haritası ile. Klimalar yine bozdu keyfimi.Akşamın uykusuzluğuna , otobüste devamlı çalışan klima eklenince, boğazlarım yine zorlanmaya başladı. Chang-Mai’in ortasından geçen “ pıng rıver”’ın iki tarafını da sıkı bir şekilde tarıyoruz.Ya oteller dolu, ya da fiyatları çok yüksek.Nigt Bazaar’ın paralelinde , Çinli bir ailenin işlettiği Kim House isimli bir guest-house buluyoruz, tükenmek üzereyken.(350 Baht/oda.)Hemen yatıyor, saat 15.00’e kadar uyuyoruz.Sonra Chang-Mai turuna çıkıyoruz.Durumum iyi değil.Burun, boğaz ve gözlerim alarm veriyor.Bir eczaneye girip Aguementin alıyorum, bir de, bu rahatsızlığımı tetikleyen egzost ve tozlara karşı maske.

Önce”Wat Bupparam” çıkıyor karşımıza.Tam karşısındaki”Wat Che Tawan”a geçiyoruz sonra. Batılı bir genç, yoga oturuşuyla, stupanın dibinde meditasyon yapıyor.Bütün tapınak bahçeleri gibi burası da, uyuz olmuş, tüyleri dökülmüş köpekler ve sıcaktan kuruyup toz haline gelen ve rüzgarla burnumuza dolup, şu an yaşadığım alerjiyi yaratan köpek pislikleri ile dolu. Fotoğraf faslından sonra, Thapae caddesinde ilerleyip, Chang Moi Kao sokağına sapıyoruz. Bu sokakta “Jade Buddha” heykeli olduğunu gösteren levhayı Thapae caddesinin köşesindeki Art Cafe’de pizza yerken görmüştük.Bahçeye girdiğimizde kapalı olan kapıyı, genç bir keşiş açınca, içeride kocaman bir Buda heykelinin önünde, daha küçük zümrüt taşından bir Buda heykeli çarpıyor gözümüze.Keşiş hemen, güzel bir kağıda basılmış tanıtıcı bröşürü veriyor ve fotoğraf çekebileceğimi söylüyor.Bu Watın temizliği dikkatimi çekiyor.Adı “Wat Ou Sak Kham”. Biraz daha dolaşıp, Kim House’e dönüyoruz.Antibiyotik kürü ile üzerimdeki keyifsizliği atmak istiyorum, bu amaçla notlarımı yazar yazmaz uykuya teslim oluyorum.

12.02.2006 ( CHANG-MAİ – MAE Aİ )

Dün akşam “Lanna Travel” dan aldığımız Karen köyleri turu için ofis önünde bekliyoruz. O arada eşim , nehrin karşısında lokma hamur pişiren tezgahı görüyor.Aldığım on lokmayı dakikada götürüyoruz.Bu arada, lüx otomobilleri ile gelip, yanlarında getirdikleri yiyecekleri sunmak için bekleyen Tai’lari izliyorum. Lüks elbiseleri içerisinde Budist keşişlerin önünde diz çöküp, dualarını alıyorlar. Rehberimiz, minibüs içinden gülümsüyor.Biniyoruz, toplam sekiz kişiyiz, üstelik hiç de geveze değil, tur arkadaşlarımız.

İlk durağımız Bai orkide çiftliği.Orkidenin jel içinde filizlendiğini, çiçeğin ortasındaki meyvesinden koku yapıldığını ve köklerinin toprak içinde değil, havada asılı olarak yetiştiğini öğreniyoruz.

İkinci durağımız, fil dışkısından kağıt yapılan bir atelye.Fillerin dışkısında bulunan muz ve diğer tropikal meyvelerdeki doğal fiber, iptidai bir takım yöntemlerle ayrılıyor, geriye hamur gibi, kokusuz, beyaz temiz bir madde kalıyor.Bu hamur renklendirilerek, fileli tavalara dökülerek kurutuluyor.Hediyelik Eşyalarda, fotoğraf albümü kapaklarında kullanılıyor.

Chang Dow Cave’ deyiz. Bugün Pazar olduğu için, Tai’ların da yoğun akını var.Mağara içine girip 400 m. kadar ilerliyoruz.İçerideki nişlerde Buda heykelleri var.Bu arada, Budist tapınaklarda gördüğümüz, bir kutu içinde bir şeyler sallamanın anlamını çözüyoruz.Kutunun içine her biri numaralandırılmış, ince plakalar var.Kutuyu salladıkça, bu plakalardan bir kısmı dışarı yönleniyor.Dışarıya ilk çıkan plakanın üzerindeki numaraya karşılık gelen şans kağıdından “ Buda’nın yorumu” okunup, ona göre ayaklar denk alınıyor.Ben denedim.Plakamda numara yoktu. Kendimi bildiğim için, bir daha da denemedim.Mağaranın girişindeki gölette, pek çok eski stupalar var.Kocaman balıklar için yaşlı kadınlar yem satıyor.Balıklar kuzu gibi olmuşlar.Arka taraftaki çarşı şifalı otlar satıyor.10-15 çeşit zencefil görüyorum.Öğle yemeğinde, bir benzin istasyonunun yanındaki restorana alıyorlar bizi.Sebze çorbası, omlet, içindeki et parçasının ancak büyüteçle görünebileceği yemek.En çok çorbanın içindeki kereviz saplarını beğeniyorum.

Faruk Budak, Tayland’ı gezdim diyebilmek için Chang Mai ve Mae Hong Son’u görmek gerekir diyordu. Chang Mai, Bangkok’un aksine, daha elit bir görünüm veriyor. Caddelerde kitapçılar ve sanat galerilerine fazla rastlanıyor.

Bakımlı , çiçeklerle süslü caddeleri, su fıskiyeleri ile alımlı bir Tayland kenti burası.Şehir dışına çıkınca, yeşilin her tonu belirdi ormanlarında .Oldukça dik bir yokuş, devasa beyaz renkli bir Buda heykelinin bulunduğu bir tepenin ardı Myanmar sınırı.Altın üçgen denilen, devlet- uyuşturucu ordularının sarmalı ile dolu coğrafyalar buralar. Fang’ı geçiyor. Mae Ai’yi geçerek Karen köyüne geliyoruz.Gelenekselliğini yitirmiş, bir film platosunu andıran bu köy , hediyelik eşya satan , kilim dokuyan yerel kabile kadınlarının motiflerini taşıyor.Boyunlarına halkalar takan Karen kadınlarının, aşırı uzayan boyunlarındaki halkalar çıkarıldığında boyunları kırılarak öldüklerini hatırlıyorum.Kulak memesine 4-5 cm. çapında konik bir metal geçirerek, giysileriyle Akkha kadınları ilgi çekici geliyor bize. Chang-Mai’den halkalar takan Karen kadınlarının, aşırı uzayan boyunlarındaki halkalar çıkarıldığında boyunları kırılarak öldüklerini hatırlıyorum.Kulak memesine 4-5 cm. çapında konik bir metal geçirerek, yırtmış, dişlerini siyaha, yüzünü de beyaza boyamış bir “kabile kadını”, geleneksel giysileriyle Akkha kadınları ilgi çekici geliyor bize. Chang-Mai’den 175km. uzaklaşmışız şu ana kadar. Dönüşe başlıyoruz, yol üzerindeki Tai köylerini, evlerini inceliyorum.Hepsinden pislik akıyor.Bizim köy evlerimiz de pek farklı değil ya.

Hua Lek isimli küçük bir göletin kenarında mola veriyoruz.Akşam üzerinin yumuşak ışıkları, suyun içinde pembe nilüferler, arka fonda yemyeşil bir tepe ve sessizlik.Daha ne söyleyip, ne isteyeyim.Hua Lek’ten üç saat sonra Chang-Mai’ya varıyoruz.Tawan Court civarında inip, yarın için Bangkok otobüs bileti almak istiyoruz. Hayret, bunca tur acentasından yalnız birisi 350 Baht diyor, diğerleri bilet yok diyorlar.Meğer, Chang-Mai dönüşünde uygulanan bir politika imiş.Belki, 1 veya 2 $ ‘a tekabül eden bu farklar önemsiz gibi görülebilir.Ancak, fiyatların mümkün olduğunca sabit olduğu bu coğrafyada, aynı hizmet karşılığı fahiş fiyat talepleri o iş yerinin istismara ve sürprizlere açık olduğunun sinyali şeklinde alınabilir.Bir restoranın içindeki seyahat ofisinden 300 Baht’a bilet bulup alıyorum.Kim House’e dönüyor, yemek ve banyodan sonra, Chang-Mai’nin meşhur gece pazarını dolaşmak üzere çıkıyoruz.Yankesicilerin bol olduğunu duyduğumuz pazara ihtiyatla giriyoruz. Bangkok’taki Chathuchak pazarının yanında çok sönük ve turistik geliyor. Boğazımdaki bakteriler hücuma geçtiler, halsizleşmeye başladım. Cazip gelmeyen gece pazarından, eşim iki bez dokuma çanta alıyor.(2x 124 Baht).Dönüyoruz. 1.5 saat günün notlarını yazıyorum. Artık uyuyabilirim.Yarım 12 saat Bangkok otobüsünde silkeleneceğiz.

13.02.2006 ( CHANG-MAİ - BANGKOK )

Bugün herhangi bir tura katılmıyoruz.Sabah biraz fazla uyuyarak kendimizi şımartmak eğiliminde idik. Ama gün doğarken Kim House’in horozları rahat bırakmadı bizi. Ben de kalkarak, zemin kattaki odamızın önündeki masaya, rehber kitaplarımı ve haritalarımı yayıyor, bugün şehir içinde gezebileceğimiz yerleri kaydediyorum.Son demlerini yaşayan su kaynatıcımız, mahcup edip, kahvaltımıza , çayı yetiştiriyor.

Öncelikle, Chang-Mai’nin yakınındaki tepede kurulu, “Wat Phra That Doi Step”. Buraya pikap dolmuşların kalktığı durağa geliyoruz.Yolcular tamamlanınca, 1156 m. yükseklikteki tepeye 25 dakikalık , dik yokuşları tırmanarak geliyoruz.Korkunç bir kalabalık, gürültü, sıcak ve yakamı bırakmayan nezlenin tahribatı ile yukarıdaki koplekse götüren 300 adet merdiveni tırmanmaya başlıyoruz. Basamakların her iki yanında, renkli, oymalı , mitolojik yılan figürü trabzan görevi yapıyor.Yukarıdaki levha, yerli ve yabancıların gireceği kapıları gösteriyor. 30 Baht ödeyerek, devasa çanların çıkardığı muazzam gürültüye doğru yürüyoruz.Her biri, gerçekten çarpıcı, mitolojik figürlerle dolu geniş meydandan geçerek, altın “chedi”ye çıkan merdivenlerin başında olduğumuzu anlıyor girişte ayakkabılarımızı çıkararak, yağ ve mum eriyiklerinin ayaklarımıza bulaştığı kızgın zemine parmaklarımızın ucuyla basarak dolaşıyoruz. Altın chedi gerçekten muhteşem.Parlak güneşin altında öylesine ışıldıyor ki, güzel bir fotoğrafını alabilmek için akşam üzerini beklemek gerekebilir. Budistler için çok önemli bir hac yeri burası.Nitekim, chedinin etrafında tek sıra dolaşan insanlara, bir keşiş grubu dualar okuyor, kulvarın sonundaki bağış kutularına para atarak hacı oluyorlar. Omuz omuza bir kalabalık ile 300 merdiveni tekrar iniyoruz. Şehre giden pikaplar dizilmiş.Eski şehri çeviren su hendeklerinin iç tarafı 50 B dışı 40 B. Ben özellikle dışarıda iniyorum. 100 B.’a bir tuktuk’a biniyor ve sabah haritamda işaretlediğim üç büyük wat’a doğru hareket ediyoruz.Wat Chedi Luang’ın 1545 yılındaki depremde, 85 metrelik bir kısmı kırılıp yıkılmış.Tuğlalarının da, zamanın eritmesine mahkum ettiği Wat Chedi Luang, hakikaten albenili imiş zamanında.

Wat Phra Sing’in önündeyiz şimdi.Bir Buda heykeli, Batıya götürülürken, araba bozulmuş, bunun üzerine bunda bir hayır vardır diyerek, bu tapınağı inşa etmişler.Bir çok kompleksten oluşan WatPhra Sing, 1345 yılına tarihlenen çok eski bir yapı.

Son olarak , 1296 yılında yapıldığı söylenen Wat Chang Man’deyiz şimdi. Tapınağın arkasındaki chedi’yi çevreleyen taş fil heykelleri ilgi çekici.

Chang-Mai, dini yapıların çok yoğun olduğu bir kent.Yemek molası verdikten sonra, tekrar devam ediyoruz.Yine tuktuk, sıcak, toz eşliğinde, Wat Suan Duok’a geliyoruz. Tapınağın yanındaki mezarlıkta kralların mezarları muhafaza ediliyor chedilerin altında.

Neredeyse tümü harap olmuş, yedi chedisi nedeniyle, yedi tepe de denen Wat Chet Yot tapınağına girdik.Bugün iş günü olmasına rağmen, ellerinde lotüs çiçekleri, tütsü çubukları ile Tai halkı doldurmuş burayı da. Bir dua seremonisini izliyoruz.Bitince bir grup ayrılıyor tapınaktan, diğerleri yerlere yayılıyor, yemek yiyor, genç bir Budist keşişle gülüşerek sohbet ediyorlar.

Bir başka wat, Wat Kutao.Genel profil aynı. İnce dallardan oluşan küçük kafeslerinde özgürlüğü bekleyen, onları salıvererek Nirvana’yı bekleyen , salıverecek insanları para kazanmak için bekleyen kadınlar, tapınakların girişinde yerlerini almışlar , herkes umud içinde bir şeyler bekliyorlar.

Kim House’e gidiyor, çantalarımızı alıp, bilet aldığımız restorana geliyor, arkasındaki serin bahçede, Bangkok otobüsüne aktaracak minibüsü beklerken, hafıza kartlarımı inceliyor, notlarımı yazıyorum.Çok geçmeden minibüs geliyor ve otobüsün yanına ulaştırıyor. Bir sürpriz bekliyor bizi.Bangkok’tan geldiğimiz döküntü otobüsle döneceğiz yine.Oysa, dün Noi’s Kitchen’daki kadın, bana fiyakalı otobüslerin fotoğraflarını göstermiş, sesini yükselterek (VİP, with toilet) diyerek, ayrıcalıklı bir otobüsle yolculuk yapacağımızı söylemişti. İnsanlar her yerde kötü, yalancı. Kainatta, Tanrıyı en çok kızdıran insanlar olmuştur diye düşünüyorum böyle anlarda.

Saat 19’da hareket ediyoruz.Sanki biraz toparlanmış gibi geliyor otobüs. İlk bindiğimizde, kırmızı ışığa gelmeden 300m. önce gaz kesiyor, ancak durabiliyordu.Şimdi daha süratli gidiyor. Tuvalet işlevine başlayınca, artan kokular karşısında yanımızdaki koltukta oturan Amerika’lı, sık sık elindeki spreyi sıkarak, havayı değiştirmeye çalışıyor, ancak abartarak üstüne başına da sıkmaya başlayınca, maskeyle oturmama rağmen, nezleden hassaslaşan burnum etkileniyor, hapşırmaya başlıyorum.Tuvaletin yanındaki kapı bozuk olduğu için bir halatla bağlamışlar, mola yerlerinde düğümü çözerek kapıyı açıyor muavin.Oysa, yollarda, hostesli, ikram servisi olan otobüsler görüyorum.Rezerve turlara hizmet ediyorlar anlaşılan.Solo gezmenin özgürlüğü yanında, zaman zaman böyle olumsuzlukları olsa da; unutulmaz anılar olarak hafızamda ve notlarımda yerlerini alıyorlar.

14.02.2006 ( CHANG-MAİ - BANGKOK )

VİP otobüsümüz bu kez utandırıyor bizi.Anlaşılan, Chang-Mai’de kaldığımız süre içinde bakımdan geçmiş.Fazla bunaltmadan sabah 07’de Bangkok’a geliyor ve bavullarımızı emanete bıraktığımız Four Sons İnn’e geliyoruz.Bu saatte boşalmadığı için oda bulma konusunda umudumuz yoktu.Hayret, penceresiz bir oda buluyor(600 B), hemen yatıyoruz.Myanmar vizesi için verdiğimiz pasaportları bugün alacağımız, Patama Travel’e geliyoruz, kahvaltıdan sonra. Kız ısrarla saat 18.00’de diyor. Bir hafta önce verdiğim pasaportları, son dakikada verecekler anlaşılan. Biz de, mağazalara girip çıkarak vakit öldürüyor, Rambuttri caddesinin karşısındaki bir lokantada, giderek artan sıcak karşısında ferahlattığına inandığımız bol acılı yemeklerden alıyoruz.Akşam üzeri Patama Travel’dayız yine. Pasaportlar yine yok.Huylanmaya başlıyoruz.Bir kaç yere telefon ediyorlar. Motosikletli bir kurye, 18.10’da pasaportları getiriyor.Vizeleri görünce, rezerv duran biletlerimizin bedelini ödeyip almaya başlıyoruz. Başlıyoruz, çünkü eşimin biletini hazırlayıp uzatıyor, benim biletim yok.Ne oldu diyorum.Bir dakika diyor.Bilet koçanı kalmamış, bir saat sonra yine motosikletli bir kurye koçanları getiriyor . Dee, bileti yazıyor, veriyor.Yarın sabah havaalanına gitmek için, rezerve yapıyoruz.Artık, havaalanında 500x2=1000 Baht vergiden başka derdimiz yok.

Üst üste gelen gecikmeler beni geriyor, bunu hisseden Patama Travel’daki yaşlı kadının tam da Tai felsefesine uyan değerlendirmesini hatırlayıp gülüyorum.” Bize inanmıyorsun, telaşlısın, sinirleniyor , boşuna konuşuyorsun.Yavaş yavaş , sakin ol.Mai pen rai(hiçbir şeyi dert etme.) ” Gülen insanlar ülkesinden yaşam dersleri bunlar, ama kadıncağız Türkiye gibi, her anı gergin bir ülkede yaşadığımı nereden bilecek ?

15.02.2006 (BANGKOK YANGOON)

Kaldığımız otelde caddeye bakan pencere olmadığını görünce sevinmiş, yarına uykusuz kalkmayacağımızı düşünmüştüm. Yine yanılmışım.Odanın, uzun hole bakan pencerelerinin ihanetine uğruyoruz bu kez.Holdeki her ayak sesi, temizlikçilerin kıkırdamalarını dinleyip, ara sıra da uyuyoruz. Odamızda yaptığımız kahvaltıdan sonra, havaalanına götürecek aracı beklemek üzere aşağı iniyoruz.08.25’de Don Muang havaalanına başlayan yolculuk, trafik yüzünden bir saat sürüyor.Vergileri ödeyip, giriş yapıyor ve MAİ (Myanmar Airlines İnternational) uçağını beklemek üzere 23 nolu kapının karşısında mevzileniyoruz.Bir hafta sürecek Myanmar gezisinden sonra , Bangkok’a dönüp, eşimi İstanbul’a uğurlayacağım.Ben de, arkadaşım Pina Hasan ile Kamboçya, Vitnam ve Laos’a doğru geziye devam edeceğim.

Tayland, bütün kalabalık ve çılgınlığına rağmen, Uzakdoğu’da insanın kendini güvende hissedebileceği bir ülke bence.

Meraklısına notlar;

Stupa: Bir defin yerinin üzerinde yükselen kule.

Chedi: Kutsal kalıntı(kemik, saç gibi)ların bulunduğu çana benzeyen yapı.

Wat:Genel anlamıyla Budistlerin ibadet yeri.

Chofa:Wat’ların çatılarından uzanan boynuz şeklinde zarif süslemeler.

TAYLAND’DA ÖNEREBİLECEĞİM OTELLER;

Krabi : City Hotel, 15/2-4 Maharat Rd. Soi 10 Paknam Muang 600Baht

www.citykrabi.com

Bangkok : Star Dome İnn 104/1 Soi Rambuttri, Jakaphong Rd.Pranakom 660Baht

www.stardomegroup.com

Four Sons İnn 327/2-4 Rambuttri Rd.Taradyod 600Baht

www.fs-hotel.com

Pataya : Frendly Guest House 528/26 Moo 10, Soi 12 450Baht Tel: 66 38 424 245

Chang Mai : Kim House Guest House 62 Charoe Prathet Rd. 350Baht

 
Toplam blog
: 80
: 6572
Kayıt tarihi
: 04.03.07
 
 

Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. ..