Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '16

 
Kategori
İnançlar
 

Tek sayfada İslam

Tek sayfada İslam
 

Yaratılış sadece mistik değil, Allah’ın mükemmel, ulaşılamaz ilminin ve gücünün örneklerinden biridir. Evren, “şaşmaz ölçülere göre”, sayısal düzeni olan, bir bilgisayar programı veya matrix gibi- sanal bir gerçekliktir. Evrenin mükemmel, sayısal bir düzeni olduğu için astrofizikten, biyolojiye pek çok alanda bilim yapabiliyor, formüller üretebiliyoruz.

Evrenin bir başlangıcı, Güneş sistemimizin bir sonu var.

Zaman sadece bizim için var. Onun için diğer boyut, cennet ve cehennem sonsuz. Çünkü, o boyutta  zaman yok.

Kur’an’da evrenin, Dünyanın ve insanın yaratılışı zaman, evrim ve yıldızların, Güneş sisteminin, Dünyanın sonu ile ilgili çok sayıda ayetler var.

İnsana akıl, okuma yazma ile bilgilerini birbirine ve sonraki nesillere aktarabilme yetisinin verilmesinin nedeni, her biri “mucize/ayet” olarak tanımlanmış yaratılışın özelliklerini, “eğlenmek için yaratılmamış” olduğu belirtilen,  tüm yaratılmış düzeni incelemesi ve öğrenmesi, yani bilim üretmesi.

Kur’an’sal açıdan,”bilenle bilmeyen” eşit değil. Bilginler, astrofizikçi, teolog, biyolog vd. yaratılışın özelliklerini anladıkları ölçüde, Allah'a en yakın  olanlar.

İnsanlık ancak bilimde belli bir seviyeye gelince, evrenin, ışığın-karanlığın, yörüngelerin, suda başlayan hayatın, evrimin tesadüfen veya kendiliğinden gelişmiş olamayacağını; mükemmel düzenin sağlanması için de -farklı fikirler düzeni bozacağı için- hem bir Yaratıcı’nın var olduğunu, hem de bu Yaratıcı’nın TEK olduğunu bilimsel olarak kabul etme noktasına gelecek.  

Böylece, din bilim çatışması, din adamlarının sultası bitecek,  sadece vahiyler yoluyla Allah’ın varlığına inanmanın yerini, bilimsel olarak da Allah’ı bilmek alacak.

Kendi yaptığımız tasarım, nesne, icatlardan da biliyoruz ki, hiç bir şey süreç içinde kendiliğinden “bir üst modele” değişmiyor. Her birinin arkasında bir akıl ve tasarım var.

Evrim de, doğan ve yok olan yıldızlar da aynı şekilde, değişme ve gelişme varsa onun arka planında bir Yaratıcı’nın varlığının kanıtı.

Böylece, geleceği göremeyen insan, geçmişin örneklerinden gelecek hakkında fikir sahibi olabiliyor. Evrimde, yok oluştan sonraki bir başka boyutta,  “bilemeyeceğimiz şekilde yeniden yaratılma”nın örneklerini görüyoruz. Yok olan sistemleri, doğan ve ölen yıldızları gözlemleyerek, kıyametin, yani bizim Güneş sistemimizin de eski sayfayı bir kenara kaldırıp yeni sayfaya yeni şey çizmek kadar kolay bir şekilde yok olarak,  “ilk yaratılıştaki gibi baştan” bir başka şekilde  yaratılmasının gözümüzle gördüğümüz  gerçekler kadar mümkün olduğunu anlayabiliyoruz.

Evrim diğer yandan, her biri topraktan-kalsiyum, fosfor, su, demir vs. yeryüzündeki maddelerden yaratılmış,  pirinçten, sineğe, fareye, maymuna kadar dünyadaki bitkilerle ve hayvanlarla benzer hücre yapısına, genetik benzerliklere sahip, “bitki gibi yerden bitirilmiş” insanın kutsal, tanrısal özellik taşıyamayacağına işaret eder.

Onun için hiç bir insanın -üstelik bir başka boyutta tekrar bir başka şekilde yaratılacak, şimdiki bir “alt model” olan insanın-  Allah ile akrabalığı, benzerliği olamaz.

Bu anlamda Allah’ın oğlu, akrabası, ermişliği ile tanrısal olduğu zannedilerek göklere çıkarılanların,  eti-kanı ile insan olarak tekrar yeryüzündeki diğer insanların arasına “indirilmesi” gerekir.

İslam peygamber ayrımını reddeder. Allah’a inanan her kişi bütün peygamberlere inanmak zorundadır.

Kur’anönceki kitapların değiştirilmiş kısımlarını düzelten, tartışmaya açık kısımlarına açıklık getirmesi için gönderilmiş, aslını koruyan bir kitaptır.

Kur’an, peygamber ayrımı olmaksızın tüm inananların ortak kitabıdır.

İnsanlardan beklenen, Müslümanlar da dahil olmak üzere, hurafelerle, örf ve adetlerle, gelenekle karışmış ve özünden kopmuş “ataların dinini” değil, İslam’ın kitabı olan Kur’an’ın içeriğini kabul etmesidir.

Örneğin, uygulamadaki İslam’da kadınlara dayatılan tepeden tırnağa örtünme, eğitimini engelleme vd. yasaklar Kur’an değil, gelenek kökenlidir:

İnsan iki ayak üzerinde durduğu için zaten seksi bir canlıdır. Önerilen bunun daha da öne çıkarılmaması, özellikle seksi olmaya çalışılarak abartılmamasıdır. Kadın giyinik bile olsa memeleri giysi üzerinden bellidir. Sütyen yoksa yürüdükçe, kas yapısı çok güçlü olmadığı için, sallanır. Örtünmede istenilen de bu “görünen kısım hariç” , yani göğsün çıplak teninin örtülmesidir. Yürürken de “ayaklarını yere vurarak, sakladıklarının bilinmesini” yani memelerin hareketinin göze çarpmasını istemenin doğru olmadığı belirtilmiştir. Kur’an saçtan-sakaldan söz etmez.

Yine Müslüman geleneğinde anlatılan, Hz. Muhammet’in bir binitle Miraça  çıktığı hikayesi Kur’an’da yoktur. Aksine “aşağı inen, sarkan”, ufuk çizgisini kesen  oval veya tünel şekilli oluşumlar içinde gösterilen  görünümlerden söz eder. Göğe çıkan peygamber değil, bir çeşit “sky worms” içinde bir başka boyutun veya geleceğin gösterildiği sahneler anlatıma çok daha uygun yakıştırmalardır.

İslam Allah’a teslim olmanın dinidir.

Müslüman“yalnız -aracısız-Allah’a ibadet eden ve O’ndan yardım dileyen”,   Kur’an’da bildirilen doğrulara ulaşmak için çaba harcayandır.

Hangi peygamberin bağlısı olursa olsun, şirke sapmadan, yani kişinin Allah ile kendisi arasına din adamı, yaklaştırıcı, şefaatçı koymadan Allah’ a ve ölümden sonraki yaşama inanması esastır.

Şirk tek  affedilmeyen, Allah ile insan arasındaki bağı koparan  en büyük günahtır.

Allah insana “şah damarı kadar” yakın, yani aklından geçenleri bilen tek güçtür. Bir başka nesnenin veya kişinin, insanı Allah’a daha da yaklaştırması, kendisi hakkında Allah’ın bilmediği bir şeyi Allah’a bildirmesi mümkün değildir.

Hiç kimse, en yakını bile olsa, bir başkasının günahından sorumlu değildir. Onun için birbirine dua eden her kişi diğerine “günahsız ağızla” dua etmiş sayılır.

Peygamber bile olsa yanılmaz, her şeyi bilen insan, kutsal bilim adamı  veya din adamı yoktur. Kimse kimsenin günahını affedemez, aforoz edemez. Peygamberlerin farkı, Kur’an’da örnekleri olduğu gibi, onların yaptığı hataların vahiyle düzeltilmesidir.

Kendisine vahiy gelmeyen ve hataları düzeltilmeyen, yani peygamber olmayan hiç kimsenin insanları Allah adına yönetme yetkisi yoktur.

Kimden hangi günahı affedeceğinin bilgisi ve yetkisi sadece Allah’tadır.  “Din gününün sahibi” Allah’tır.

Allah’ın koyduğu yasakların, önerilerin ve ibadetin amacı- doktorların önerileri veya devletin koyduğu kanunlar gibi- kişilerin yaşamdan zevk almasını önlemek, özgürlüğünü kısıtlamak  değil, kişisel ve toplumsal huzurun ve düzenin sağlanmasıdır.

Şeytan öldürülemez, hapsedilemez , yanlışın ve pisliğin varlığı veya çokluğu mazeret değildir. Onun için insanların başkalarını suçlamak yerine,  kötüden ve yanlıştan kendi bilinçleri ve iradeleri ile uzak kalmaları esastır.

İnsanlar sadece diğer insanlara karşı işlenmiş suçlara ceza verebilirler.

Bir insanı zorla oturtabilirsiniz ama kendisi istemedikçe meditasyon yaptıramaz, istemediği bir şeyi sevdiremezsiniz. Sadece öyleymiş gibi rol yapabilirler. Bu da gerçek adına bir değer ifade etmez. Kur’an hatta namaz kılmayana bir cezadan söz etmez ama insanlara gösteriş olsun diye inanmış veya ibadet eder görünenleri, riyakarları cezalandırılacakları konusunda uyarır.

İnanç sadece Allah ile kişi arasında bir konu olduğundan insanların diğer insanların inanmaya zorlama, denetleme, cezalandırma hakkı yoktur.

Allah inanmayanları zorlama, inanç ve ibadet bekçiliği yapma yetkisini Peygamber’ine bile vermemiştir. Her kişinin hesabı kendisine aittir.

İbadetlerden namaz, öncelikle abdest ile vücuttaki statik elektriğin atılmasını sağlar.  Hem bedensel, hem ruhsal ibadet olarak insanı Allah’a yaklaştırır, gönül bağı kurmasını sağlar. Bedenin can suyunu temizler,  stres hormonlarının etkisini azaltır, sakinleştirir, Allah’tan alınan güçle başarı ve iyileşme gücü artar. Aynı saatlerde yapılan ibadetle oluşturulan ortak pozitif enerji toplumsal barışa katkı sağlar.

Hac, bedensel ve maddi gücü olanlara verilmiş, ölümden önceki mahşer provasıdır. Kişinin ölmeden önce önceki yaşamını gözden geçirmesi eksiklerini ve yanlışlarını düzeltmes için verilmiş bir olanaktır.

İnsanlar güçleri oranında sorumluluk taşırlar.  Başkasına yardım edemeyecek kadar hasta veya yoksul olan için zaten toplumsal bir sorumluluk ve zorunluluk yoktur.

Oruç, hem bedenin temel ihtiyaçların yoksunluğunda bile dayanma gücünü, hayatta kalma mekanizmalarını geliştirir, hem yokluğun dolayısıyla sahip olunanların değerinin anlaşılmasına, hem de ihtiyaç sahiplerine destek, ramazan boyunca insan ilişkilerinde yapıcı olarak da toplumsal barışa katkı sağlar.

İnfak ve zekat, zenginin ve güçlünün, maddi manevi gücünü yoksulla ve güçsüzle paylaşmasıyla toplumsal barışa katkı sağlar.

İnsanın ölümden sonraki boyutta tekrar ne şekilde var olacağını belirleyen her kişinin kendi kayıtlarıdır:

Her kişinin parmak izi, dil, izi, gözün iris yapısı farklıdır. Kur’an’a göre, gün içinde bilinçli olarak konuşulan, düşünülen, görülen, işitilen her şey uyku sırasında kayda geçer.

Kur’an’da bilemeyeceğimiz bir sistemle, “rakamlanmış” olarak tanımlanan bu kayıtlar ölümle yok olmaz. Kur’an’dan anlaşılan pozitif duygu ve davranışlar (sevaplar) ile negatif duygu ve davranışların (günahların) farklı “rakamlanmış” değerleri vardır.

Böylece sonraki varoluşta insanın derisi, dili, gözü, kulağı şahitlik edecek, yani  insan kendi kayıtlarını görecek,  kendisi de bir başka veya hangi üst boyutta yer alabileceğini  kendisi de anlayacaktır.

İnanmayanlar ise kendi seçimlerinin sonucu olarak,  bu aşamada yer alamayacak, insanı oluşturan ruh/program/bilinç yok olmayacağı için, zamanın olmadığı boyutta, bu  pişmanlık ve yalnızlık sonsuz bir acıya dönüşecektir.

Dünyanın sonunu getirecek olan iklim değişiklikleri ve GDO’lar, havanın-suyun-toprağın zehirlenmesi, sanayi tarzı üretim ile tek çeşitliliğin artarak genetik çeşitliliğin azalması, gelir dağılımında adaletin bozulmasıdır.

Zannedildiği gibi, Dünya batarsa Mars’a veya başka gezegene kaçarak kurtulmak olasılığı yoktur. Atmosferdeki değişiklikler, “dünyayı saran örtü”nün bozulması, Dünyayı dışarıdan gelecek (ve ne zaman geleceği bilinemeyecek) ışınlara açık hale getirince Dünya ile birlikte Ay ve Güneş sistemi yok olacak, Güneş de “büzülüp, dürülecek” cüce yıldızlardan biri olacaktır.

Dünyayı kurtarmak için bir mehdi veya mesih beklentisi boşunadır.  Peygamberlerin aileleri içinde bile onlara inananlar ve inanmayanlar olmuştur.

Zaten, hiç bir insanın “uçlarından eksilen” Dünyanın buzullarını yerine koyması, “kulakları yarılmış” numaralanarak doğalarından koparılmış, sanayi ürünü haline getirilmiş,  genetiği bozulmuş,  nesli tükenmiş olanları geri getirmesi münkün değildir. GDO’lar belki bir kaç firmaya kazandıracak ama sonunda “ekinin ve neslin yok olması”na,  geri dönülmez kıtlığa yol açacaktır.

Çağdaş firavunların, global firmaların tüm dünyayı yönetme iddiası, güçlü devletlerin, başarılı dış politika diye diğer ülkeleri bölüp parçalamaları  ve sömürmeleri  global göçlere ve savaşlara neden olacak.

Ancak, insanın yaratılışı ilelebet açlığa ve ezilmeye değil, bıçak kemiğe dayanınca isyana meyillidir ki, “o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın.”

Bir araya gelen güçsüzler öyle bir güç oluştururlar ki, ne firavunlar, ne de krallar önlerinde durabilirler. Yüzde birin sefası için yüzde doksan dokuzun sefilliği  yönetimini çağdaş firavunlar da başaramayacaklar.

Çöpünün nereye konulacağı ve milyon yıl saklanması gereken nükleeri, katkılı gıdaları, tarım ilaçlarını, hormonları, GDO’ları,

başarılı dış politika diye kendi politikacılarının, güçsüze yardım etmek yerine, elindekini de almak için çıkardıkları düşmanlık ve karışılıkları, gerçekte silahlı soygun olan savaşları,

zengin daha da güçlenirken yoksulun daha da yoksullaşmasını kaygısızca seyreden, tüketim yarışına girmiş,

barışseverliği köşesinde oturup olan bitene karışmamak zannederek meydanı  savaş çığırtkanlarına, bozgunculara bırakanların da olan bitende kendi paylarına düşen elbette vardır.

Sonuçta Dünyayı yok edecek olanlar da, yok oluşu en azından gösterecekleri çabalarla biraz daha uzaklaştırabilecek olanlar da siz, biz, hepimiz bu gezegenin  insanlarıyız.

Dünyanın kaynakları sınırlı küçük bir gezegen olduğunu, başka gidecek bir yerimiz olmadığını kavrayanların sayısı hem gezegenimizin geleceğini, hem de sadece iyilik ve barışta yarışan bu kişilerin Allah katındaki değerini belirleyecek.

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..