Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '14

 
Kategori
Kitap
 

Yaban'ın özeti; Bugünlerin özeti

Yaban'ın özeti; Bugünlerin özeti
 

Yaban 1922


Yine kara bir tünele girdik.. Bugün ülkemizin içinden geçtiği bu karanlık tünel 1919 -1920 yıllarında geçtiğimiz o karanlık tüneli andırıyor.. Tünelin ucunda IŞIK olduğunu söyleyenler var.. Evet bir ışık gözüküyor.. Ancak o ışığın üstümüze gelen kamyonun ışığı olması kuvvetle muhtemel..

Ülkemizin İŞGAL ve KURTULUŞ yıllarında yaşadığı bunalımı en güzel anlatan roman Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “YABAN” adlı romanıdır.. Bu gün de çevremizde görüp yaşadığımız bir çok olay, hep YABAN romanını hatırlatıyor…

YABAN’I gençliğimde okumuştum… Son birkaç yıldan beri YABAN’ı yeniden okuma ihtiyacı duyuyordum.. Nihayet geçenlerde bir fırsatı buldum.. YABAN’ı yeniden okudum.. Düşüncelerimi anlatabilmem için size o romanı hatırlatmam lazım.. İnternet'te bu romanın özetini bulunabilir ama bunlar benim bugün ne düşündüğümü anlatmaktan uzak kalır... Romanın akışı ile bilgilerim henüz taze iken… Ne demek istediğimi; son siyasi gelişmeler ve aydınımızın tavrı hakkında ne düşündüğümü tam anlatabilmek için o romanın bir ÖZET’ini çıkardım..

Roman, Sakarya Savaşı’nın arkasından, insanların aç ve yarı çıplak dolaştığı Polatlı, Sivrihisar, Haymana yöresine hasar tespiti için gelen bir tetkik heyetinin yanmış, yıkılmış enkaz yığınları arasında bir HATIRA defteri bulması ile başlar.. Defter, iki yıl kadar süre, bu köyde yaşamış bir Osmanlı Aydınının gözünden kurtuluş savaşı yıllarında sefalet ve cehalet içindeki bir Türk köyünün dramını anlatmaktadır..

Roman'ın kahramanı Ahmet Celal, Çanakkale savaşlarında bir kolunu kaybetmiş bir OSMANLI SUBAYI’dır…. Ahmet Celal, büyük savaş sonunda tüm yakınlarını yitirdiğini, dünyada tek başına kaldığını anlar.. İstanbul’un da işgal edilmesi üzerine yalnız bedeni değil, yüreği de yaralı bu Osmanlı aydını , Anadolu içlerinde asude bir köye yerleşip, sakin bir yaşam sürmek ister… Bu sırada terhis ettiği hizmet eri Mehmet Ali , komutanı Ahmet Celal’i kendi köyüne gelmesi konusunda ikna eder..

Ahmet Celal ilk defa karşılaştığı “ KÖY” gerçeği karşısında büyük bir hayal kırıklığına uğrar.. Köyde yoksulluk yanında inanılmaz bir cehalet vardır.. Köylüler Düşmanın adım adım Anadolu’yu işgal etmekte olduğundan bihaberdir.. Ahmet Celal köylülerle kaynaşmaya, onları Mustafa Kemal önderliğinde başlayan Kurtuluş Mücadelesini anlatmaya çalışır… Ne var ki Köylülere bunu anlatamaz.. Çünkü köyün zenginlerinden SALİH Ağa ve Şeyh Yusuf’un köylüler üzerinde büyük nüfuzu vardır.. Köylü, onların her sözüne inanmakta, her dediğini yapmaktadır.. Köylüye, Padişahın İngiliz ve Yunan’la barış anlaşması imzaladığı, Mustafa kemal’in ise HALİFE efendimize karşı kazan kaldırmış bir ASİ olduğu fikri aşılanmıştır..
Ahmet Celal okumuş bir İstanbul aydını olarak, köylüye ulaşmada başarılı olamayınca iyice yalnızlaşır.. Teselliyi kendini kırlara doğaya atmakta bulur..
Peki köylülerin gözünde Ahmet Celal nasıl biridir.. köylülerin gözünde o bir YABAN’dır.. oturması, kalkması, giyimi, kuşamı, olaylara bakışı hiç kendilerine benzememektedir.. Hergün traş olması, diş fırçalaması, geceleri kitap okuması onun garip bir kişilik taşıdığının göstergesidir..

Ahmet Celal köyün yakından gelip geçen birlik komutanlarından düşmanın yakında büyük bir taarruza geçeceğini öğrenir.. Bunu köylülere anlatmaya çalışır.. Kimse umursamaz, geceleri kabuslar görmeye başlar.. Köylüler tepelerinde gezen Düşman uçakları hayranlıkla izlemekte o uçaklardan atılan kağıtları toplayıp mutlu olmaktadırlar.. Çünkü uçaklardan atılan kağıtlarda “Halife ve Padişah hazretlerinin kendi yanlarında olduğu, yakında gelip köylerini Mustafa Kemal çetelerine karşı koruyacaklarını müjdelemektedirler.. Bu haberler karşısında yeniden askere gitmek ve vergi ödemekten kaçınan halk büyük mutluluk yaşamaktadır..

Bir süre sonra, TOP sesleri köyden duyulmaya başlanmıştır.. Savaş, köye iyice yaklaşmıştır..Köyün yakınından başı sonu belli olmayan, üstü başı perişan askerler geçmektedir.. Çözülen cephelerimizden darmadağın kaçmakta olan asker ve yöre halkının perişan hali Ahmet Celal için yürek yakıcı hazin bir manzaradır...

Sonunda olan olur.. Yunan askeri köye girer.. Köylüler düşman askerinin geçip gideceğini sanarken düsman askeri köyü işgal eder... Yunan komutanlarının her biri bir eve yerleşir.. Köylünün nesi varsa elinde para karşılığı alınacağı söylenir.. Karşılığında neye yaradığı bilinmeyen kağıtlar verilir... Yunanlılar, köyde kolsuz da olsa bir Türk subayı’nın bulunuşuna kuşkuyla baktıklarından silahını alıp, kendisini hep gözaltında tutmuşlardır..
Bir süre sonra Yunan Askeri, Anadolu’nun içerlerine doğru yürüyüşe geçer.. Salih Ağa ve köyün imamı askere yol gösterir.. Ahmet Celal, bu olaydan sonra SALİH ağa ile şiddetli bir kavgaya tutuşur.. Silahı da alındıktan sonra, kendisini iyice yalnız ve güçsüz hisseden Ahmet Celal köyün çobanıyla birlikte dağlara bayırlara çıkar.. Günlerce hiç bişey düşünmeden dağ tepe dolaşır..

Çoban ve Ahmet Celal günlerce dağ bayır dolaştıktan sonra, köye döndüklerinde bambaşka bir manzarayla karşılaşırlar.. Düşman askeri tekrar köye gelmiştir.. Fakat bu kez hali haraptır.. Sanki bir ton sopa yemiş gibi üst başları parçalanmış, sakalları uzamış, toz pislik içindedirler.. O gururlu hallerinden eser yoktur.. Ortalığı yakıp yıkmakta, erkekleri dövmekte kadınların ırzına geçmektedirler… Ahmet Celal Yunan’ı bu görüntüsünden Türk ordusu karşısında bozguna uğradıkları sonucuna varır..

Ahmet Celal teşhisinde haklıdır.. sonunda düşman, köy halkını meydana toplayıp evleri tek tek yakmaya başlar.. Ahmet Celal, kısa bir zaman içinde Türk Askerinin buraya ulaşacağını tahmin etmiştir.. Bir fırsatını bulup günlüğüne son sözlerini yazar.. Ahmet Celal, bu defteri bulacak Türk askerinden de bir dileği vardır..

ASLA BU KÖYLÜYÜ SUÇLAMAYIN der.. Bu köylünün CAHİL kalmasında asıl SUÇLU TÜRK AYDINI’dır, der.. Türk Aydını, köylüsünü bu çorak tabiatla baş başa bırakmış, unutmuştur, bu insanlarla hiç ilgilenmemiştir..” der… “Ne ektin ki ne biçeceksin” diye sorar Türk aydınına..
Ve o ROMAN burada biter..

Bundan sonrasını YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’nun kendi kaleminden çıkan şu sözleri aynen kopyalayıp yapıştırarak bağlıyorum..

İşte yazarın TÜRK AYDINı’na son sözleri..

"Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin!... Bu viran ülke ve bu yoksun insan kitlesi için ne yaptın?... Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun…. Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin…. Bir kafası vardı; aydınlatamadın…. Bir vücudu vardı; besleyemedin…. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin…. Onu, hayvani duyguların, cehaletin ve yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın…. O, katı toprakta kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti….. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin….. Ne ektin ki, ne biçeceksin?... Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi?... Tabii ayaklarına batacak…. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun…. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun…. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir…”

Son sözüm.. Yakup kadri Karaosmanoğlu bugün yaşasaydı… Bugünkü gelişmelere bakıp TÜRK AYDINI’nın dramını yazsaydı…. Eminim ki çok daha ağır ifadeler kullanırdı..
Ne dersiniz?... Haksız mıyım?.. 

 

 
Toplam blog
: 7
: 785
Kayıt tarihi
: 12.05.12
 
 

Ben 69 yaşında, evli ve 2 çocuklu mütevazi bir aile reisiyim..  Bu Cumhuriyetin, ne denli büyük..