Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '16

 
Kategori
Anılar
 

Yalan söyleme çarpılırsın

Yalan söyleme çarpılırsın
 

uluslar arası uzay istasyonu


Âdem dolaptan bir elma ve üç erik alıp musluğun altına tutup iyice yıkadı. Meyve tabağını göbeğinin üstüne oturtup divana uzandı. Televizyonu açtı, elleri henüz meyve ıslağı olmadan uzaktan kumanda ile kanallara bir göz attı. Belgesel yok, tartışma yok, dağ bayır bir macera filmi de yok; içinde insan gerçeği olan sıkıcı bir aşk filmine bile razıydı; ya da bir maç olsaydı bari? Canlı ve iddialı bir maç olmayınca futbolu da çekemezdi aslında. İşte bir korku filmi; iblisler, vampirler, cadılar hepsi bir arada. Çirkin cadı adamı ağına düşürmek için onun en arzuladığı kadın tipine girip ıssız bir yolda karşısına çıkıyor. Adamın arabası bozulmuş, kasabaya kadar yürüyecek; gecenin yarısı, puslu orman yolunda ve dolunayda... 
 
“Bu filmde kesin sıkı bir seks sahnesi vardır. Madem büyüyle güzel bir kadın olabiliyorlar, neden hep öyle kalmazlar ki bu cadılar?" diye düşündü elmasını soyarken ve güldü filmi ciddiye alan salaklığına. Gülerken göbeğinin üstünde hoplayan meyve tabağını tuttu ve kendi kendine söylenmeye başladı...
 
-"Ben de mi aptallaşmaya başladım nedir! Sanki cadılar varmış, ya da var olabilirlermiş gibi soruyorum. Ninem de anlatırdı bu cadı hikâyelerini: Daha başağa bile durmadan ekinleri kavurup yatıran kurak bir yaz gecesi cadılar köyün karşı tepesinde toplanmışlar. Yüzyılda bir gün toplanırlarmış, o yüzyılın bir günü işte o günmüş. Kazanların altına yaktıkları ateşler öyle büyükmüş ki horozlar güneş doğdu sanıp ötmeye başlamışlar. Cadı kazanlarının dibi çivili olurmuş; önceden kaçırıp muma sardıkları yaramaz çocukları diri diri çivili kazanlara atıp haşlama yaparlarmış. “Niye muma sarıyorlar ki? Mum ne işe yarıyor nine?” diye sorduğumda, çok önemli bir sır verecekmiş gibi kulağıma eğilerek, “Büyük ayine kadar bozulmasınlar diye çocukları muma sararlarmış” derdi.
 
Çocukken bizi hep korkuturlardı… "Yalan söyleme, çarpılırsın" derler, bir de üstüne ekmek musaf öptürürlerdi. Gerçi gene de yalan söylerdik ama ne zaman çarpılacağız diye de ödümüz kopardı. Kaldırımlara yatıp dilenen sakatlara sadaka verirken, "bak işte böyle olursun" derlerdi. Büyüdükçe gördük ki bütün aramalarımıza rağmen etrafta yalandan, yaramazlıktan, hatta hırsızlıktan çarpılan kimse yoktu. Polislerin yakaladığı hırsızlar dipdiriydi. Uslu durursam tatilde beni yeni urbalarla giydirip köye göndereceğini söyleyen annem, köye göndermesi bir yana, oyunu bırakıp çeşmeden su getirmedim diye eşek sudan dönünceye kadar dövdü de çarpılmadı maşallah. Çocukluk öcülerinden kurtuldum derken bu kez de ergenlik öcüsü dikilmişti karşıma. Annem iki günde bir tembihlerdi, "Aman oğlum sakın ha yıkanmazlık etme; şeytan rüyana kadın kılığında girer seni cenabet edip ruhunu yutar." Hani bari sıcak su ve banyo olsaydı! Tuvalette yıkanırdık. Ah anam babam ah! Neden yalan söylediniz? Neden yıllarca her an çarpılacağım diye korku içinde beklettiniz beni? Şimdiki korku filmleri nedir ki, ne zaman çarpacak diye beklemiş olduğum öcülerin yanında...
 
Âdem kanallar arasında gezinerek gece yarısını buldu. Sonunda gözlerine uyku basmıştı; televizyonu kapatıp üstüne koltuk örtüsünü çekerek kıvrılıp yattı. Soyunmaya bile üşenmişti. Sabahleyin adam yüzünü yalayan kaygan ve ılık bir dokunuşla irkildi. Gözleri fal taşı gibi açıldı ve doğrulurken Köpüş’le burun buruna çarpıştı.
 
-Hav hav!
-Hay Allah seni ne etsin! Cadı dili sandım. Nereden girdin sen? Kapıyı nasıl açtın? Tabi ya, unuttuk; kilidin dili yalamaydı zaten. Çabuk laubali oldun bakıyorum, geç yerine hadi! Ama dur hele, belki ihtiyaç gezisine çıkmak istiyorsundur; konuşacak değilsin ya!
 
Âdem gerinerek doğrulur. Banyoya geçip yüzüne iki avuç su çarpar. Köpüş'ü alıp yürüyüşe çıkar. Güzel bir gün olacağa benziyordu. Güneşli ve az bulutlu. Az ileride kaldırım kıyısındaki küçük su birikintisinde serçeler vıcır vıcır yıkanıyorlardı. Köpüş o yana bir hamle yapıp kuşları kovalamak istedi, ama tasmanın zinciri onu geriye çekti. "Hav, hav!", "Yok öyle ona buna sataşmak" dedi Âdem.
 
Genetik korkuların deneyimi ile öğrenilmiş yakalanma içgüdüsünün mesafesine Âdem ile köpeği girdiğinde serçeler hep birden pırlayıp akasya ağacına kondular. Köpüş de aynı ağacı koklayarak çevresinde dolandıktan sonra bacağını kaldırıp çişini yaptı. Öyle koku sindirmek için bir iki atım değil, epeyce yaptı. Akasyanın dallarına dizilen serçeler ona aldırmadan 'vırıç vıcır' ötüşüyor ve ıslak tüylerini gagalarıyla didikleyerek kabartıyorlardı. Köpüş serçelerin öcüsüydü; fakat gerçekti. Benim öcülerimse büyüklerin terbiye cehaletiydi…
 
-Yahu sahiden de sıkışmışsın be Köpüş; dönüşte güzel bir kahvaltı yapalım. Bugün ben ne yersem aynısından sana da vereceğim.  
 
Sabahın taze havasında 
Kahvaltıda sucuklu yumurta 
Çay da mis gibi demlenmiş 
İşte sana iyi bir başlangıç
***
Muharrem Soyek
 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..