Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Temmuz '08

 
Kategori
Sektörler
 

Yarım asırda patron olduk

Yarım asırda patron olduk
 

Züğürt Ağa, Döneminin sınıf atlamayı başaramayan ender ağalarından biri olarak başaramayanlardan.


SANAYİLEŞMENİN HİKAYESİ - 1: (Ağaların sanayi ile tanışması)

Ülkemiz için sanayileşme, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde savaş yorgunu bir ulusun, kanla yoğrulmuş topraklarında başlayan zorlu bir mücadelenin adıdır. İlk tohumları Türkiye’nin kurulması sırasında temel ihtiyaçların karşılanması için büyük atölyeler şeklinde başlayan sanayileşme atılımları tarımsal üretimin değerlendirilmesini ve başlıca temel ihtiyaçların temininde dışa bağımlılığı sona erdirmeyi öngörüyordu. Şeker, kağıt, uçak ve madencilik gibi sekiz–on ana sektörde özverili çalışmalar başlatıldı. Büyük hedefleri gerçekleştirmek için yola çıkan bu nesil kendisinden beklenmeyen bir sıçramanın mimarı olarak, aradan geçen bunca yıla rağmen örnek alınması gereken bir hedef olarak önümüzde duruyor.

Bu sıçrama sırasında öne çıkarak ülkenin gurur kaynağı haline gelen sektörlerden biri de tekstildi. Günümüzün önde gelen batıklarından Sümerbank’ın kuruluşu da bu sürecin bir parçasıdır. Ama o günlerde bu tür işletmeleri gerçekleştirebilecek yegane güç devletti. Toplum içerisinde bu büyüklükte yatırımları gerçekleştirebilecek parasal güç yoktu.

1940'lı yıllar ile birlikte çok partili rejimin ülke yönetiminde söz sahibi olmaya başlaması ile birlikte dengesiz yapılaşma, plansız yönetim, tutarsız politikalar ve kontrolsüz bir toplum yapısı yurdun dört bir yanını sardı. Aynı tarihlerde; “batı” dediğimiz birçok ülke benzer sorunların içinden yavaş yavaş sıyrılmaya başlamış, girişimcilik, inovasyon gibi kelimeleri konuşur olmuştu. (Bunun için elli beş sene bekleyeceğimizi bilmiyorduk o yıllarda.) Ticareti, sanayiden çok daha fazla sevmiştik.

40’lı yollar ile birlikte ortaya çıkan, adına da girişimci diyebileceğimiz tüm vakalar tüccarlar arasından ortaya çıktı. 60’lı yıllar içinde gerçek anlamda girişimci kitle cılız da olsa sanayileşme kervanına katılmayı başardı. Sanayi ve üretim sektörleri her geçen gün hızını arttırarak ilerliyordu. Bu kervan yükselen temposu ile bir maraton koşusuna dönüşmek için hiç de zaman kaybetmedi. Uzun soluklu bu maratonda nefesi yetebilecek atletler aradan sıyrılmaya başlamıştı. Bu atletler, aralarından bir yıldız doğacağının işaretlerini seksenli yıllar ile birlikte vermeye başladı. Katma değeri yüksek sektörler, paçalarına yapışan sorunların etkisi ile mehter ritminde bile ilerleyemezken tekstil sektörü diğer sektörler ile arayı iyice açmaya başladı. Ülke; istihdam, ihracat ve ekonomideki parlak madalyalarından dolayı yıldızını çok sevdi.

Müthiş BAŞARI’nın ortaya çıkmasında ülkemizin temposunun yada kondisyonundan çok diğer yarışmacıların daha önemli yarışlara zaman ayıra bilmek uğruna pisti terk etmeleri yatmaktadır. Acı gerçek başarılara aç, gurur duyabileceği birşeyler arayan toplumun gözünden saklanarak liderin ihtişamlı görüntüsü ile büyülenme sağlandı.

Avrupa II. Dünya savaşının izlerini silmeyi başarmıştı. Kendi ayakları üzerinde durmayı becerdiğini anlar anlamaz refah seviyesi ile ilgili düzenlemeleri devreye soktu. Böylece toplumsal mutluluk ve refah; kalitesi yüksek yaşam standardını da beraberinde getirdi.

İspanya, Fransa, İtalya ve Avusturya gibi ekonomi çıtasını yükseltmeyi başaran ülkeler kendi evlerini yeniden dekore ederken tekstil, deri, kağıt gibi yıllarca ekonomilerinin direği olmuş emektar sektörleri hiç gözlerini kırpmadan kapı önüne koyuverdiler.

Bu sektörler artık yeni yaşam tarzlarına uymuyordu. Bilim dünyası, siyasiler ve bürokratlar artık daha önemli ve stratejik üretimlerle zaman geçirmeleri gerektiğini fark etmiş ve reform süreci kendiliğinden devreye girmişti.

Tabi bu emektarlar(!) başı boş da bırakılamazdı. Hala DUYGUSAL bir yakınlık devam ediyordu. Tıpkı sizlerin (yada benim) eski kanepelerimize yaptığımız gibi. İhtiyacı olan bir komşuya vererek değerlendirmek en uygunuydu. Çöpe atmamayı öğrenmişlerdi.

Hemen diplerinde Arnavutluk, Yugoslavya duruyordu. Biraz doğuda Yunanistan ve yanında da Türkiye elverişli birer komşu olarak duruyordu.

Hiç vakit kaybetmediler. Gezdiler komşularını. Baktılar gördüler. Uyar mı diye..


* Nerelerde olurdu bu iş?:
Az gittiler uz gittiler dere tepe düz gittiler. Baktılar şaşı kaldılar. “Yahu bu ülke bizim olsaymış.” Dediler.

Ergene ovasını pek bir beğendiler. Bursa desem zaten adı üstünde cennet cennet! Gediz ovası kıvrım kıvrım süzülüyor. Menderes bi başka memleket. Çukurova’ya geldiler ucunu aradılar bucağını bulamadılar. Kayboldular yeşilin içinde kaldılar.

Hayran kaldılar ama nafile. Tomar tomar duyguları ağır bastı zavallıların.


* Hangi suyla olurdu bi iş?:
Bu yerleri anlatan köylü amcalar, çobanlar, nineler: “Buralar hep su. Topuğunu yere vursan su fışkırıyor.” Deyince bir sevindiler bir sevindiler sorma. İçtiler kana kana şiştiler. Şişeler doldurup götürdüler. Ayvazın, Uçkunun, Kınığın, Eriklinin, Akşinin sularında...


* Nasıl olacaktı bu iş?:
Geldiler gezdiler gördüler. Ama korktular söylemeye.
“Adamlardan istesek verirler mi ki?” Dediler içlerinden.
Çevrelerini kelli felli bey amcalar sarmıştı. Ne yapıyor bu adamlar diye bakar dururlar gözlerinin içine. Bir şey ister gibi görünce hemen biri atladı, ellerine sarılıp:
“Verdim gitti.” Diyerek heyecanla otuz iki tekmili birden sırıtarak Avrupalı amcalara:

“Bizim köye de kuralım beyim!” Diyerek ekledi. “Olur mu ki?” Denildikçe gülümseyerek bıyık altından “ANGARA Bİ LAFIMIZA BAKAR!” Diye böbürlendi. Zaten çoktan planı kurmuştu kafasında bizim girişimci bey amcalar. El ele verip Ankara’nın taşına bakmaya gittiler.

Oturdular koltuklara, koydular dirsekleri masalara, yudumlarken çayları, kahveleri başladılar muhabbete:
“Arsa? Dedi. “Alırız... Sen yerini söyle. Gördüğün yerler hep bizim.”
“Bina? Dedi. “Yaparız... Bina dediğin ne ki.... Yaparız, yeter ki sen iste!”
“İzin? Dedi. “Ne izni?” Dedi şaşırdı. Ama sonra anladı ve ekledi laf vermeden ağızlara: “Haa! Boşveeer. Bizim buralarda bilmezler böle şeyler. Bulandırma kafaları. Bir ara alırız...”

Atladı hemen bey amcaların en oturaklısı. Açtı pencereyi, gırtlağı patlayıncaya kadar inletti tüm ülkenin kahvelerini:

“Yurdun dört bir yanını fabrikalar ile çepeçevre saracağız! Sizi de düşündük ey vatandaş! Mideniz sıcak çorba görecek. (Bizim de cebimiz para görecek.) Çalışacak iş kuracağız sana. Ölene kadar işsiz kalmadan yaşa diye! Bize dua et diye!”

Vatandaş bu durur mu. Heybeyi sırtlayan, trene kapağı atan İstanbul’a, orada yurt bulamayan Çorlu’ya Çerkezköy’e, Gebze’ye, İzmit’e, Avcılar’a, Kartal’a.

Bu arada bey amcalar boş durur mu:
“Biz her bi şeyi yaparız. Sen yorma kafanı böyle şeylerle. Elini kirletmene değmez. Bak bizim elimize.” Diyerek çamura buladığı manikürlü parmaklarını gösterdi. Tırnak kontrolündeymiş gibi.


* “Hangi işçi? Nerde adam? Kimi çalıştıracağız?”

“Hepimiz az biraz ağayız. Biz biliriz bunların dilini. Fazla masraf etmeden hallederiz. İşletmelerde çalışacaklar üç beş kuruşa tav olurdu.” Dediklerinde her köyü bir fabrikanın kapısında sıra edeceğini planlamıştı bile.

Tabi bu kadar sevgi, saygı, hürmet, konukseverlik olur da ikna olmazlar mı? Oldular ama: “Yinede nazlı olalım.” Diyerek, biraz burun kıvırarak biraz da kasıntı bir tavırla:
“Eh! Olur. Peki kabul.” Dediler. Eklediler bu topraklarda öğrendikleri bir cümleyi hemen ardından:

“Senin hatırın olmasa... Valla senin için!” Dediler. Bilirler mi bilmezler mi ne demek olduğunu sorarsanız bence anlamadan söylediler tekerleme niyetine....

“Evli evinde gerek. Bize müsaade.” Dediler son olarak: “Hadi bize eyvallah!” yerine geçen bir eda ile hep bir ağızdan.

Yola çıktıklarında hepsinin duruşunda analiz yapar bir hava. “Ne ettik? Ne yapmadık? Üç ekle beş çıkar kalır eksi iki.” Bir hesap yaptılar.

“Halk uygun, su uygun, siyasi kadrolar ve bürokrasi uygun. Dahası Şam’da kayısı.” Diyerek sevindiler bulmuştular işte aradıklarından da iyiydi burası.

Türkiye mükemmeldi. Mutlu mutlu döndüler evlerine. Ellerini ceplerine sokamasalar da yürürken. Yinede: “İyi işti!” Dercesine baktılar birbirlerinin yüzlerine hafiften gülümseyerek.

Hep sevgi ile kalın.

Murat Sevgi


(Devam edecek....)

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..