Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mart '17

 
Kategori
Güncel
 

Yılmaz Özdil'den eski zaman manifestosu: Eskiden ne mutluyduk sinemalarda!

Yılmaz Özdil'den eski zaman manifestosu: Eskiden ne mutluyduk sinemalarda!
 

internetten alınmıştır


Bugün Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman'a yönelik yazısında Türk Sineması'ndan örnekler vererek, eski zaman "mutluluklarımızı" dile getirmiş.

Yılmız Özdil'in Hayrettin Karaman'ı eleştiri konusunu bir yana bırakarak acaba eskiden o kadar mutlu muyduk, diye düşündüm.

Yazarın çizdiği Türk filmleri atmosferi gerçekten de mutluluk doluydu...Adile Naşitler, Hulusi Kentmenler, Eşref Kolçaklar, Cüneyt Arkınlar, Emel Sayınlar, Nubar Terziyanlar, Kemal Sunallar..Vesaire

Yılmaz Özdil, Hayrettin Karaman'ın, "evetçiler" olarak bizden farklı düşünen "hayırcı" insanlarımızla da daima birlikte yaşayacağız, anlamındaki sözlerine içerlediği için eski zaman Türk filmleri manifestosonu yazmış...Eskiden hep birlikte çok mutluymuşuz da "var mı o günleri özlemeyen", diye soruyor yazar.

"Alevi miydi Belgin Doruk, Sünni miydi Ayhan Işık, Kürt kökenli miydi, yoksa Çerkes miydi Sadri Alışık...Ve Sami Hazinses'in Ermeni oluşu, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik" vesaire vesaire...

Yılmaz Özdil'in o yazısın okuyanlar, siyah beyaz Türk filmleri döneminin beyaz perde'den yansıyan mutluluk manzaralarını bir kere daha hatırlayabilir...

Doğrudur...Sinemadan başka görselin olmadığı, sinemadan başka eğlence mahallinin bulunmadığı o zamanlarda, Beyaz Perde'nin renksiz resimlerinden sahte mutluluklar alırdık.

Hayat, o beyaz perdede güzeldi, masumdu, dostçaydı, iyiydi...

Ancak, bütün bu duygular o beyaz perdenin bulunduğu sinemanın içindeydi...Film bitip de o karanlık salondan çıktığınızda anarşinin, yokluğun, sefilliğin sokaklarına dalardınız.

Mahalleler, sokaklar ideolojik saplantılara teslim olmuştu...Okullar, fakülteler anarşistlerin eline geçmiş, o zamanlar Türkiyenin en büyük müesselerinden olan Tariş gibi kurumlar çalışanları eliyle ateşe verilmişti.

Evet, sinemalarda huzur, sükunet, aşk, arkadaşlık vesaire vardı ama sokaklarda, mahallelerde, şehirlerede kavga, yokluk ve baskı kol geziyordu.

Zaten, bir süre sonra o sokak gerçeği, sinemaları da kendine benzetti kaçınılmaz olarak...

Yılmaz Özdil, böyle eski zaman siyah beyaz filmler manifestosu yazarak ne anlatmaya çalıştı pek anlamadık ama hayatın gerçeği,sinemalarda değil, sokaklarda, mahalllerde ve evlerde yaşanıyordu.

Saatlerce süren tüp kuyrukları, zula altından ancak bulunan sigaralar, bakkalın devamlı müşterisiysen alabileceğin bir paket margarin, sık sık kesilen elektrikler, hiç akmayan sular, çöpleri alınmayan sokaklar, bir belediye otobüsünde balık istifi insanlar, şehrin en büyük patronları dolmuşçulardan yenen azarlar...Vesaire...

Peki, sinemalarda Yılmaz Özdil'in anlattığı o "güzellikler" yaşanırken, sinema dışında yaşanan bu "acı gerçekleri" unuttuk mu?

Dahası var...Sinemada kim Kürt, kim Türk; kim Alevi, kim Sünni kimse sormuyordu,diyor Yılmaz Özdil...Neden sormuyordu; çünkü soramıyordu...Arabasında bir Kürtçe kaset bulunduran insan sille tokat hapse giriyor, başörtülü kızlar üniversitenin önünden bile geçemiyordu.

Bunları sorgulamaz, çoğu Amerikan filmlerinden kopya yerli "hayal tüccarları"nın kamusal uyutma projelerinin illizyonuna kapılırsanız, o günleri anlata anlata biteremezsiniz...

Bugün, Türkiye'nin ekonomide, şehircilikte, uluşam ve iletişimde geldiği gerçek durumu görmeyip de hala o eski zaman "hayal tüccarları" nın müşterisi olmaya devam ederseniz, sizi iki şaklak değil iki yüz şaklak da uyandırmaz.

Aslında Yılmaz Özdil, o usta kalemiyle, Türkiye'deki belli bir zihniyetin hayata bakışını çok güzel ortaya koymuş:

Bu bakışın siyasi ayağındakiler de sürekli "Atatürk ticareti" yapıyor zaten...Yüz yıl önce ömrünü tamamlamış bir insanı hala, yaşayan insanlarla yarıştırıp sömürüsünü yapıyorlar...Atatürk olsa şöyle olurmuş, Atatürk yaşasa böyle olurmuş...

Eğer bir zihniyet hayatın gerçeğinden kopmuşsa, her alanda "geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer" felsefesine yaslanıp yan gelip yatmaya devam eder.

Oysa, gerçek hayat çalışmak ister, üretmek ister, çağdaş yarışa katılmak ister...Ve elbette bunları yapabilmek için yaşayan,kanlı canlı ve heyecanlı liderler ister!..

Türkiye'nin şehirleri Kemal Sunal'ın büyük ustalıkla canlandırdığı Bekçiler Kralı'ndaki, Kapıcılar Kralı'ndaki şehirler değil artık...Açtık, sefildik, pislik içindeydik ama mutluyduk devri de çoktan tamamlandı.

Eski filmleri zaman zaman izleyip nostalji yapmak başka, hayatı ve zamanı o yoksulluğa, sefilliğe hapsetmek başka...

Siz olduğunuz yerde durun, sorun değil, bu millet ve bu ülke "çağdaş medeniyet düzeyini aşmak" için hamle üstün hamle yapmaya devam edecek!

Hem de, Türk, Kürt; Alevi, Sünni, Ermeni, Rum...kendini bu ülkeye ait hisseden ve bu vatana gönülden bağlı tüm Türkiye insanları olarak...

 

 
Toplam blog
: 1645
: 822
Kayıt tarihi
: 19.01.08
 
 

Edebiyat, kamu yönetimi ve gazetecilik tahsili... 27 yıllık eğitimcilik hayatından sonra emeklili..