Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mayıs '10

 
Kategori
Siyaset
 

“Çaresiziz Hepimiz Partisi” ve Türkiye’nin değişemeyen siyaset gerçeği

“Çaresiziz Hepimiz Partisi” ve Türkiye’nin değişemeyen siyaset gerçeği
 

Öner Samanlı, CHP’si, siyaset dışında, Atatürk mirası olarak korunmalıdır… (MedyaTV)


TÜRKİYE’YE, YENİ BİR BİÇİM VERMEYE ÇALIŞANLAR VE OYNANAN OYUNLAR…

29 Ekim 1923 tarihinde, büyük kahraman, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına, padişahlıktan yana devlet düzenini savundukları için karşı çıkan, tüm muhaliflerini liderlik zeka ve otoritesi ile susturarak (sindirerek) TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni, dünyaya ilan ediyor.

Böylece, 29 Ekim 1923 tarihinden itibaren, TÜRKİYE CUMHURİYETİ, dünya ülkeler coğrafyasındaki yerini, haritalarda ve diplomasilerde almış oluyordu.

29 Ekim 1923 tarihinden bu güne 88 yılı geride bırakmışız.

Böylece, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş bir Cumhuriyet Halk Partisi ile, Türkiye’nin, “Cumhuriyet” yönetimine başlanılmış oluyor.

Demokrat Parti, 1960 Askeri Yönetimi, Adalet Partisi, birkaç siyasi partinin ortaklıkları ile kurulan “Milliyetçi Cephe” Koalisyonları, 12 Eylül Askeri Yönetimi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi iktidarları, ve sonralarında da, tanınmaları sağ ve sol partiler olarak bilinen siyasi partilerin koalisyonlarının iktidar olduğu dönemler geçmişimizde yer alıyor.

TÜRKİYE’mizin “Cumhuriyet” sürecinden bugünlere 88 yıla yaygın, asra yakın uzun bir süreç geçerek, acısıyla tatlısıyla bugünlere gelmişiz.

Gelmişiz gelmeye ama, hala ülkenin kalkınma hamlelerinden söz ediliyor.

Hala dağlarda illegal PKK örgütünün vatan haini eşkiyaları fink atıyor…

Sözde onlar, bir halkın kurtuluşu için verdikleri mücadelenin temsilcileri olarak seçilmişler de milletvekili olmuşlar…(mı?)

TBMM’de ettikleri namus ve şeref adına yeminlerini yeterince haysiyete yakın olmamanın göstergesi olarak büyük bir aymazlık içerisinde, o melun örgütün elebaşısı, cani kişi hakkında söylemlerinde, “sayın” ifadelerini kullanabiliyorlar..

BİR ÜLKENİN YIKILMASINI SAĞLAMAK ULUS KİMLİĞİ YOK ETMEKLE BAŞARILIR

Terör örgütünün dağlardaki varlığını haklı gösteren kavgaları destekleyen bir avuç milletvekili ise, yetmiş milyona karşı at oynatırken, toplasanız çarpsanız, en azından diğer altmışbeş milyonun milletvekilleri de, bu seciyesiz oyunları gayet rahat bir şekilde seyrediyor, millete de seyrettiriyor…

İktidarın toplumsal kargaşa içerisinde yaptığı özelleştirmeler, ergenekon, balyoz, salyangoz, elma, armut, ayva gibi operasyonları ile, ülkenin yargı bağımsızlığı elden gidiyor, asker ile polisin yakın süreçlerde savaşır olma ihtimalinin yüksek olduğu bir facianın önü hızla açılıyor.

Çünkü tüm bu gelişmelerin başat aktörü olan, ABD ve onun yanaşması, AB emperyalizmi geleceğin petrol, bor, maden rezervleri ile büyük bir potansiyel olan Türkiye üzerindeki iştah kabartan arzularının peşini bırakmıyor.

Tüm bu gelişmelerin meşrulaştırılmasında kullanılan haklı gerekçenin adı ise, Avrupa Birliği

AB, kısa adı…

Bu milletin seçtiği diğer vekillerinin oralı bile olmadığı bu süreçte, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Mustafa Kemal ve Silah arkadaşları ile her gün şehit olan askerlerimizin kabirlerinde kemiklerinin sızladığını. acaba hangi sözde “Milliyetçi” milletvekili, yurttaşı, siyasi partisi fark edebiliyor…?

Bu fark edilmeyişlerin diğer tarafında, milletin gözünün içine baka baka, etnik yurttaş kavgasının çıkarılmasının önderi o vekiller ise, dokunulmazlık zırhının içerisinde “Kandil”de zılgıt çekiyor…

“TÜRKİYE’DE SEFİLLER” ROMANINI YAZMASI İÇİN

“Victor Hugo” YENİDEN YAŞAMA DÖNECEK Mİ..?

Onlar, milyarlarca aylık maaşları cukkalayıp, ağa paşa bir yaşam sürerken, diğer tarafta bu ülkenin yurttaşları, hayatta olmayan Victor Hugo’nun, “Türkiye’de Sefiller” yeni bir best seller roman yazmasını sağlamak gayesiyle, Tanrı’ya hayata döndürsün diye(mi) dua(mı) ediyor.. (!/?)

Her gün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı askerler bu vatanın korunmasında, onların savundukları “PKK” ya karşı verdikleri mücadeleler uğrunda öldürülürken onlar, TC. yurttaşlığının diplomatik ve sosyal haklarından, menfaatlerine yönelik tüm olanaklarından, ret etmeksizin yararlanabiliyorlar.

Kendi ulusal kalkınma hamlelerimizi başarıyla yapamamışlığının ezikliği, gerçek olmayan kalkınma hızı oranları gerisinde yurttaşlarımızın ekonomik sıkıntıları, varoşlardaki hayatlarımızla aleni ortada.

Hala zengin ile yoksul arasında büyük bir delta çukuru var iken, sözde umutlar Avrupalı olmanın yolunda bir hayalin ardında sürüklenmeye devam ediyor…

Tüm bu gelişen ve süregelen açmazlar ve başarısız siyasi mevcudiyetlerin ortasındaki siyasi oluşumların, partilerin hükmettikleri hükümetlerin yer aldığı. sistem içerisinde TC. Devletine sahip olmaya mı çalışılıyor…?

TC, yoksa her geçen gün, uçurumun kenarına doğru mu çekiliyor…

Oysa, TC. ilk kurulduğu 1923 yılından, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefat ettiği 1938 yılına kadar, ulusal kurtuluş şuurunun gereğince, ulus milliyetçiliği kapsamında, laik ve demokratik bir sistemi devletin yapısında korumayı başarmış, hükümet politikaları ile de bu sistemini sürdürmüştür.

Ve bu süreçlerden, savaştan askeri ve ekonomik olarak yorgun, büyük kayıplarla çıkmış Türkiye, kapitülasyonların da sırtında olduğu bir süreci hızla aşmıştır.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’TEN SONRA CHP TÖKEZLEMİŞTİR

Mustafa Kemal Atatürk, tarafından kurulması istenilen CHP muhalifi siyasi partiler, kurulmakla kalmamış, Atatürk’ün ölümü sonrasında ki, Milli Şef unvanlı İsmet İnönü’nün yıllardır tartışılan, iktidardaki CHP yönetsel anlayışıyla, ülke insanlarının, Demokrat Parti’yi iktidara taşımasına vesile olmuştur.

Milli Şef, ne yazıktır ki, Ulusal Kurtuluş Savaşlarımızdaki ve Lozan’daki üstün başarıların siyasette uzağında kalmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan, ulusun bağımsızlığı ve ulusal hamlelerinin savunucusu bir CHP’nin yerini, feodal ve baskıcı bir yönetsel siyasi misyonu olan, CHP almıştır.

Böylelikle, ulusal bağımsızlığını, ulus milliyetçiliğinden almış bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu süreçten itibaren artık, Amerika, SSCB (o süreçteki adıyla), ve güçlü ekonomik potansiyelleri olan, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerin siyasi entrikalarıyla açılmış yollarda hızla yol almasının da önü açılmıştır.

DEMOKRAT PARTİ, BÜYÜK UMUTLARIN İKTİDARI OLABİLMİŞ MİDİR..?

Bu hususta uzun ahkam kesmek yerine somut tarihsel manzarayı değerlendirmek gerekir.

1960 yılında İmralı Adası’nda gerçekleştirilen, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan gibi ülkenin başbakanlığı ve bakanlıkları görevlerinde bulunan bu kişiler, ülkeye ihanet nedeniyle, idam edilmişlerdir.

Böylece, Türkiye tarihinde, yasama ve yürütme erkleriyle, sivil ve asker arasında yıllarca bitmeyecek kavganın da temelleri atılmıştır.

Emperyalist ülkelerin destekleriyle ülkenin her bir yerinin refaha kavuşacağı hayalleriyle kendi düşlerini süslemekten, milletin düşlerini süsleme moduna geçen, Demokrat Parti siyaseti, bu süreçte, TC. insanları arasına, dini ve siyasi kavgaların da yerleşmesinin önünü açmayı üstün bir gayret ile maalesef başarabilmiştir.

Böylece köyde kentte, insanların kahvehaneleri, bakkalları, kasapları, manavları siyasi taraftarlarına göre yerini almıştır.

Kırşehir’den oy çıkmıyor diye, ilçe yapılabilmiştir.

“NE AMERİKA, NE RUSYA, BAĞIMSIZ TÜRKİYE” DİYENLER DE İDAM EDİLDİLER

1970 li yıllara gelindiğinde, Türkiye’nin üniversite gençliği, sendikaları, “Ne Amerika, Ne Rusya, Bağımsız Türkiye” sloganını caddelerde, sokaklarda pankartlar açarak, haykırarak söylerlerken, bu sözlerin muhatapları ülkeler ise işbaşında idiler.

Bu işbaşı yapışların sonrasında, işlerin başına gizli olarak var olan, Amerika ve bu ülkenin ekonomide ve siyasetteki yandaşları, gençliğin önünü kesmek, gençliği korkuyla sindirmek gibi amaçlarını, hukuksal bir sığınağın altına sokabilmeyi başardılar.

Askeri ve sivil meydanlarımızdaki ABD’ üsleri, limanlarımızdaki ABD filolarıyla, sözde Cumhuriyet, özde ABD sömürgesi bir görüntü sergilenmiştir.

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan isimli üniversiteli gençler ne yazıktır ki, bu ülkenin tam bağımsızlığını savunarak dar ağacında can verdiklerinde, ne başka bir bayrağı, ne de başka etnik kimlikleri felsefelerine ve eylemlerine almışlardı….

Bir zamanlar, TC. Meclisinde, CHP nin yanı sıra, İşçi Partili, Birlik Partili sol siyasi ilkelerde buluşan partilerin varlıkları da, geçmişte atılan din-siyaset kavram kargaşasının içerisinde hızla eridi ve sol siyasi anlayış sürekli kan kaybederek, bugünlerdeki güdük hallerine ulaştı.

NEDEN MİLLİYETÇİ CEPHE, NEDEN SÜREKLİ İKTİDARLARDA SAĞ SİYASETLER…?

Bir ülkenin en hassas değerleri olarak,

· Bayrak

· Din

· Asker

· Vatan toprağı

· Etnik yapı

Sıralanabilecek en önemli unsurlardır.

Bunlar üzerinde yaratılacak tüm kavram kargaşaları hangi ülkede olursa olsun, ülkenin insanlarını kardeşlik felsefelerinden uzaklaştırarak, ülke vatandaşlarını birbirlerine düşmanlaştıracaktır.

1960 sonrası ülkemizde yaşatılan kavram kargaşaları fevkalade dikkat çekici olmuştur.

TC. nin belki de yaşayabileceği altın çağlarının bırakınız önüne geçmeyi, Türkiye’yi, 25 ila 50 yıl geriye doğru götürmüştür.

Komünizm Gelecek..?

Din elden Gidiyor..?

İşte yıllardır ülkemizi meşgul eden iki tehlikeli çıbanın isimlendirmesidir bu iki cümle…

Bu söylemler, sağdaki tüm siyasilerin esas malzemesi olmuştur…

Oysa bu ülkeye komünizm denilen proleter düzenin gelmesi o zaman için de asla olanaklı değildir.

İşçi ve köylü sınıfının ülkenin ekonomik ve siyasal yapısında etkin sosyo-kültürel ve siyasal fonksiyonunu elde edilebilmesi için belki o günlerden başlanılarak yüz yüzelli yıl gibi uzun bir sürecin geçmesi ile bu uzak varsayım belki mümkün olabilirdi.

Zaten bu uzak ihtimal, dünyada komünizmin tasfiyesi ile kökten

ortadan kalkmıştır.

PEKİ DİN ELDEN GİDEBİLİR Mİ..?

Din inanç bütünlüğüdür.

Din, kul ile Allah arasındaki bağdaşının inançsal adlandırılmasıdır.

Bu ülkede dinin elde gitmesinin ancak ve ancak başka bir düşman ülke tarafından topraklarının tamamının işgal edilmesi, bayrağının gönderinden inmesi gibi uzak hayaller ile ilintilidir.

Yıllardır, din elden gidiyor, gidecek safsatalarına nice vatan evladı acımasızca feda edilmiştir.

Türk milletinin en hassas, değişmeyen yönüdür bu durum.

BU SAVSATALARIN ARDINDAKİ GERÇEK, ŞERİAT DÜZENİ Mİ..?

Türkiye Cumhuriyeti’nin, etnik yapısı içerisindeki millet fertlerinin bölünmesi ve yönetilmesinin hedeflendiği yegane şeriat yolunun açılmasına yönelik verilen desteklerin amaçları, laik ve demokratik düzenin yıkılması arzularında saklıdır.

Bu arzuları da, ülkemize sokan, yayan ve destekleyen ülkelerin başında, ABD her daim yerini koruyarak yer almaktadır.

Amerikan emperyalizmi, günümüzde Irak’ta yaptığı gibi art niyetli emperyalist arzularının gerçekleştirilmesinde, yıllarca yarattığı, PKK, Hizbullah gibi örgütlerle yol haritalarını ülkemizde başarıyla çizmiştir.

Dünya üzerindeki tüm bu illegalitenin destekleyicisi, başat aktörü ABD’dir…

ABD ve emperyalist destekçilerinin oyunları, böl ve yönetçi politikalarıyla, Türkiye insanı çekinmeden kardeşini bile öldürebilmeyi becerebilmiştir.

Sivas, Kahramanmaraş, Çorum katliamları ile yaşatılan dinsel ve etnik halk ayaklanmalarıyla gerçekleşen faciaların acı faturaları ise yine bu milletin gelen nesillerinin üzerine bırakılmıştır.

Türk milleti kendi örf ve adetlerini paylaştığı, ulusal kurtuluş savaşını birlikte sırt sırta yaparak kazandığı ülkesinde, barış içinde yaşayan insanların barışçıl çizgisinden, ne yazıktır ki bugünkü Türk-Kürt, Alevi-Sünni ayırımcılıklarına kadar gelebilmiştir.

Halkların kardeşliği felsefesinden uzaklaşmış olan ulus kimliğini yadsıyan kandırılmış zihniyetlerin birbirine düşmanlıkları ile her günün gündeminde birkaç Türk askerinin şehitliği, yahut da, dağdaki teröristin etkisiz hale getirilmesi söz konusu olabilmektedir.

Bugün, TBMM’de, ülkenin birlik ve beraberliği adına,

TC. yasaları önünde şeref ve namusları üzerine yemin eden bu zihniyetlerin,

“TÜRK” kimliği taşıyan ve Milletvekili kimlikli bir kısım nankörlerinin aleniyeti,

bu haysiyetsizliklerin ülke gündeminde sürekli yer almaları ve bu milletin diğer milletvekillerince bu fevkalade kayda değer olayların, kayda değer bir olay olarak algılanmamış olunmaları,

TC’nin geleceği üzerinde korku ve endişemize neden olabilmektedir.

BU KÖR BAKIŞI YÖNETEN VE YÖNLENDİREN DE YİNE “ABD” VE YANDAŞLARI OLAN “AB” ÜLKELERİDİR.

Kapandıkça başka bir adla yeniden kurulan siyasi partilerin milletvekillerince verilen desteklerdeki, PKK, denilen yasal olmayışlar, devlet düzenini yıkma girişimlerine, destek verişler, tüm bu siyasi oluşumların varlıklarına duyarsız kalınışlar daha ne zamana kadar sürecektir..?

Yakalanan ele başısı, bebek katili caniyi, iktidar ortağı iken cezalandırmaktan, yana tavır koyamazken, şimdilerde, her gün şehit cenazelerinde avaz avaz, “Şehitler Ölmez” diye bağırmalar ise abesle iştigalin ta kendisi değil de nedir..?

PKK destekçisi sözde milletin vekilleri bugün bu ülkenin masum insanlarının yetimlerinin, şehitlerinin ödedikleri vergilerin yarattıkları sebilden mi maaşlarını almaktadırlar, sosyal haklar elde etmektedirler..?

Bunların TBMM’deki tüm özgürlüklerinin nedeni muhalefet ve iktidarda ister milliyetçi denilsin ister yurtsever denilsin yeterince bu değerlere sahip olmayan vekillerin mevcudiyetindendir.

İşte bu nedenle, o milletvekili olan zevatça, “Kürtlerin sokaklara dökülmesine az kaldı..” söylemi bir iç savaşa mı işaretle tehditkar olabilmektedir..?

Bu taçlandırılışlara, çanak tutanlar bu ülkenin Çanakkale, Dumlupınar, Sakarya gibi savaşlarında canlarını verdikten sonra, kutsal topraklar altında yatan şühedalarının kabirlerini ellerindeki çomakları ile her gün oyduklarını acaba ne zaman, fark edeceklerdir..?

BU ÜLKENİN “MUSTAFA KEMAL ATATÜRK” GİBİ LİDERİ VE YURTSEVER BİR PARTİSİ OLABİLECEK MİDİR..?

Yakın geçmiş siyasi tarihimize bakınız..!

1923 deki Kemal isminin devamı, Atatürk ile tamamlanmıştır.

Ata ve Türk iki önemli kelime hecelenirken bile büyük anlamları belleklere yerleştirebilmektedir.

ABD’den de bir Kemal gelmiştir. Tıpkı soyadı gibi bir gezgin olmuş ve sonucunda da, Dervişhanesi olan, ABD’de sömürge mekanizmasındaki işine, gerisin geri dönmüştür.

Bu zat hangi partiye, hangi iktidara soluk getirmek için gelmiştir, anımsayabildiniz mi..?

Şimdi de yeni bir Kemal ile, CHP’si kurtuluşa mı gidecektir…

Atatürk Cumhuriyet Halk Partisi’ni kurmuştur..

Atatürk’ün kurduğu parti, Cumhuriyetçi ve Atatürk ilkelerinin ardında olmuştur.

Zamanla yukarıda yazdığımız gelişen süreçler sonrasında, bugünün CHP’si, ÇARESİZİZ HEPİMİZ PARTİSİ durumuna getirilmiştir.

Kesinlikle böyle diyenler yahut da onaylayanlar olacaktır.

Ancak değişen dünya düzeni içerisinde çağdaşlaşamayan, yıllardır koltukları yenilense de, oturanlarının yenilenmediği bir CHP’ si, güvelenmiş bir ağaçtan farklı değildir.

Bu öngörümüzün doğruluğunu gelecek yıllar kanıtlayacaktır.

Kasketle ve halkçı unvanlarıyla başarılı olunsa idi, bugün Atatürk heykellerinin yanında birde rahmetli Bülent Ecevit’in heykelleri olurdu…

TEKRAR TEKRAR ISRARLA SÖYLÜYORUM Kİ,

CHP’Sİ ANITKABİR MÜZESİNE YERLEŞTİRİLMELİDİR.

Ülkemizin, siyaset araştırmacıları, akademisyenleri, yazarları, tarihçileri Anıtkabir Müzesi’nde büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün kalıtı olan, “Cumhuriyet Halk Partisi” üzerinde bilimsel ve tarihsel çalışmalar yapmalıdır.

Bu çalışmalar gelecek nesillere, Atatürk ile birlikte taşınmalıdır.

Bu ülkenin kurtuluşu olarak denenmiş olan siyasi partiler tekrar tekrar milletin karşısına hangi umutların umarı olarak çıkarılmaya çalışılmaktır, bunu yılların gazetecisi - yazarı, eğitimcisi olarak hala anlamış değilim ve anlamam da olası değildir.

Bundan önceki makalelerimin birisinde, “Karizma ve Liderlik” başlığı altında, birtakım olgulardan söz etmiştim.

Yine öz olarak tekrar ediyorum ki;

Ülkenin kurtuluşu, etik değerlerine, dinsel değerlerine, şanlı tarihine, Cumhuriyet ve Kemalist ilkelere özden bağlı ve bu bağlılığını da, yaşam çizgisi, sosyal ve siyasal davranışları ile ortaya koyabilecek bir liderin liderliğinde ve temsil edeceği siyasi partiyle sağlanabilir.

Bu lider yürekli ve bilekli olmak zorundadır.

İsminin “Kemal” olması,

İsminin “Öner” olmasıyla değil,

şahsına mahsus adam gibi adam olmasıyla ilintilidir..

Yandakçı,

Yardakçı,

Yandaş değil,

Tavır ve siyasetinde daima;

Türkiye Cumhuriyeti’ne taraf olmalıdır.

Gözleri cevahir bakışlı, gerçek yurtsever, ruhta inançlı, ülkenin insanlarını ayrıştırarak değil, kaynaştırarak ortak paydası “TÜRK” olan Vatan ve Millet değerlerinde buluşturabilen olmalıdır.

Dünya’da güçlü bir “TÜRKİYE CUMHURİYETİ” imajını, tüm beşere saygıyla, ayakta alkışlatacak kadar kararlı ve istikrarlı olmalıdır…

TABİÎ Kİ KESİNLİKLE DE KARİZMATİK VE VİZYONER OLMALIDIR..!

Bu lideri hala bulmakta zorlananlar için ise,

Bu elleri en ağır kayaların altına öylesine koymak için değil,

Yolları açmak, aydınlatmak için,

Kayaların engellerini dağıtmak üzere,

Her zaman nöbet mahallinde ki yerimizdeyiz,

Milletimizin emir ve görüşlerine, göreve hazır neferiz..!

Üstelik, bu can, bu bedenden çıkana kadar….

Öner SAMANLI

 
Toplam blog
: 295
: 3087
Kayıt tarihi
: 22.08.08
 
 

Prof.Dr. Öner Samanlı, yıllarını eğitim ve öğretim faaliyetlerine adamış, birçok bilimsel makalen..