Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '15

 
Kategori
Güncel
 

"Doksanlı yıllara mı dönüyoruz" diyor bazıları... Bakalım öyle mi?

"Doksanlı yıllara mı dönüyoruz" diyor bazıları... Bakalım öyle mi?
 

Yaptıkları iş ve başlattıkları süreçler birbirine benziyor...Umarım yaşamlarının sonucu birbirine benzemez...


BUNU ANLAYABİLMEK İÇİN 90'LI YILLARA DÖNMEK VE O ZAMALARI BİR HATIRLAMAK LAZIM...

Ancak, o günlere dönmeden önce, günümüzde "Çözüm Süreci" olarak adlandıran ve bir "ateşkes" içinde sürdürülen bu gidişin, bazılarına göre "durdurulmasının" bazılarına göre de "askıya alınmasının" baş sorumlularının -- "üst akıl" ya da sütre arkasındaki "üst yönlendiricileri" dışarda bırakırsak-- başta PKK/KCK, Kandil ve de bunların güdümündeki HDP Başkanı Demirtaş olduğunu peşinen söylemek lazım...

Doksanlı yıllarda da, o günlerdeki adıyla "Kürt açılımı" başlıklı bir süreç başlamıştı... Bu süreç de, bugünkü "Çözüm süreci" gibi iyiye doğru giderken birden durdu ve bugüne benzer terörist eylemler yeniden başladı...

O günlerde "Kürt Açılımı" sürecinin tek başlatıcısı, Cumhurbaşkanı Turgut Özal'dı; günümüzdeki "Çözüm Süreci'nin başlatıcı ve sahibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğu gibi... Ancak, küçük ama çok önemli bir fark vardı.

Başbakan Davutoğlu bu farkı şöyle açıklıyordu; 90'lı yıllardaki terörle mücadele stratejisi, "Devletin güvenliğinin korunması", bugünkü strateji ise "Vatandaşın güvenliğinin korunması" konseptini temel alıyordu...

90'lı yıllarda, Cumhurbaşkanı Turgut Özal, hem "Kürt Açılımı" sürecinin devam ettirilmesinde hem de terörle mücadelede yalnızdı... Bunu aklımızda tutarak şimdi o yıllara yani doksanlı yıllara ve özel olarak da 1993 yılına dönelim.

x        x         x

Abdullah Öcalan,  Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Başbakan Süleyman Demirel'e, Celal Talabani aracılığıyla 5 mart 1993 tarihli bir mektup gönderdi

PKK lideri Öcalan mektubunda özetle şunları söylüyordu:

"Terörü bırakmaya ve ateşkese hazır olduklarını ve Türkiye'nin bütünlüğünü kabul ettiklerini belirtiyordu. Öcalan, bununla da kalmıyor; siyasi bir örgüt durumuna gelerek, demokratik sınırlar içinde faaliyet yürüteceğini açıklıyordu. İstediği şey, Türk Hükümeti'nin TBMM'deki Halkın Emek Partisi(HEP) milletvekilleri ile görüşmeye başlamasıydı"(1)

Öcalan, gönderdiği mektuptan 12 gün sonra, 17 mart 1993 günü, Bekaa Vadisi'nde, üzerinde sivil bir elbise  ve kravatlı olarak gazetecilerin karşısına çıktı. Öcalan açık ve net konuştu... Şu mesajı verdi: "20 Mart'tan itibaren ateş kesilecek, Apo, Türkiye'den ayrılmak istemediklerini, --Federe bir devlet olarak-- siyasi, kültürel ve insani haklarına kavuşturulmasını da şart koşuyordu.(2)

Abdullah Öcalan, önceki mektubunda(5 Mart 1993), siyasi çözümden bahsediyordu ama, "federe devlet" şeklindeki bir yapılanmadan söz etmiyordu... Bu istek, o zaman göre çok ileri bir adımdı. Ancak, bu ilave istek --Öcalan ile olmasa bile o günkü Halkın Emek Partisi ile-- görümeler ile bir ortak noktaya taşınabilirdi... Ama öyle olmadı...

Yukarıda da  değindiğim gibi PKK karşısındaki devletin duruşu, "devletin güvenliği konseptine" dayanıyordu...

Zamanın İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın ilk tepkileri, "Türkiye'ye gelirse tutuklanır" ve "Eşkıya ile pazarlık yapılmaz" şeklindeydi(3)...

Bu tepkilere rağmen, Özal, Demirel ve Erdal İnönü'nden ses çıkmadı... Genelkurmay Başkanlığı'nın karşı olacağı belliydi... Türk halkının ise, bu şekil bir çözümü aklından bile geçirmesi mümkün bile değildi.

Bu karşıtlığa rağmen;

-- PKK lider Öcalan beklenen ateşkesi ilan etti...

-- Devlet ve Hükümet'ten olumlu bir yanıt gelmemesine rağmen Öcalan, ateşkesi 15 Nisan 1993'te iki ayda daha uzattı... Uzattı ama, 2 gün sonra 17 Nisan 1993 günü Turgut Özal öldü; ya da öldürüldü(bu bloğun ve bu konuda dizi bloglar yazan ben de bu düşüncedeyim)...

-- Özal'ın ölümünden 7 gün sonra da, 24 Mayıs1993'te, silahsız ve korumasız bir şekilde otobüsle izine gönderilen 33 erimiz, Elazığ-Bingöl karayolunda, Öcalan'ı dinlemeyen bir PKK grubu tarafından pusuya düşürüldü ve kurşuna dizilerek şehit edildi.

Sonra ne oldu?

- Ateşkes bozuldu,

- PKK ile silahlı mücadele yeniden başladı,

- Türk ve Kürtler arasında az da olsa başlayan yakınlık bozuldu

- Ülke kaynakları, silah ve mühimmat olarak Güneydoğu'ya akıtıldı, dağlarda ne ağaç ne de çiçek kaldı

- İçimizi burkan, milletin canını yakan şehit  cenazeleri birbirini izledi.

- Çocuklar, babalarını; babalar  ve analar, oğullarını... Evliler eşlerini, nişanlılar nişanlılarını yitirdi... Kardeş, kardeşinin cenazesine sarıldı; "şehitler ölmez vatan bölünmez" dediler...

Aynen, bugünkü gibi...

1993 yılındaki "ateşkes", devletin ve o günü hükümetin, çözüm yolundaki isteksizliği  ve Öcalan'ı dinlemeyen, silahlı bir PKK grubunun katliamı; günümüzdeki "ateşkes" de, yine Abdullah Öcalan'dan habersiz, yani onun inisiyatifi dışında PKK/KCK, Kandil ve onun güdümündeki HDP  Başkanı Demirtaş'ın marifetiyle bozulmuştur.

Bir önemli bir benzeşme daha var...O da, 1993 yılında "Kürt açılımı"nı ve 2005 yılında, bugünün adıyla "Çözüm Süreci"ni başlatan ve sahiplenen kişilerin her ikisinin de "Cumhurbaşkanı" olmasıdır...

Umarım ki, sonları da birbirlerine benzemez... Bu bakımdan, şimdiki Cumhurbaşkanımıza önerim, "yediklerine ve içtiklerine dikkat etmesidir"...

cdenizkent

------------------------  :

(1) Yavuz Gökmen, Özal Yaşasaydı, 1994, s. 269

(2) ve (3) A.g.y., s. 273

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..