Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Kasım '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aah Erzurum!

Aah Erzurum!
 

Yaşanan bütün trajedileri en yukarıdan seyretmiş Tepsi Minare’nin dili olsa da, anlatsa bütün gördüklerini.. Hani bir gün Moğol Hükümdar Baycu Noyan, iskelet resimli bir bayrak dikmişti en tepene.. Anlamı şuydu: bütün şehir halkı, tek bir canlı kalmamacasına kılıçtan geçirilecek!. Nasıl incinmiş, ne acılar çekmişsindir kim bilir..

Sahi, 1877 yılının o soğuk dokuz kasım sabahı, yataklarından birer mermi gibi fırlayan kent halkının, cehennemi bir top ve tüfek ateşinin içinden geçip, devleti yenen koskoca Rus Ordusunu Aziziye’ye gömmesi nasıl bir destandır öyle?.

Aaah Erzurum!

Varlığı da gördün, yokluğu da!..

Acının bin bir çeşidini yaşadın!.

Huzurun ve refahın hava gibi solunup su gibi içildiği günlerin de oldu..

Sokaklarında çocuklar, mutluluk şarkıları söyledi..

Ve fakat şimdilerde sana yaptıklarımız, sahip olduğun tüm değerleri öldürürken, uğruna ölürüm diyen iki yüzlülüklerimiz, ihanetlerimiz, birbirimize olan düşmanlıklarımız ve cehaletimiz!.

Her şeye rağmen susuyor, konuşmuyorsun!.. Vakıa, Mevlana şu terennümü senden duymuş olmalı: "Sus gönlüm!/ Bütün bu susmalarına karşılık, her şeyin hayırlısının olacağına inanarak sus! / Her susuşun bir cevap olsun.. / Her susuşun sabrın olsun..  / Her susuşun duan olsun.."

Aaah Erzurum!..

Sonunda seni kaldırımsız, başsız ve doğasız bırakmayı başardık. Çirkin yapılar mezbelesine dönüştürdük her bir yanını!.Çaykara dedikleri şu ucubeyi yaptıklarında, “yok artık!” demiştik, bu devirde bu cehalet!.. Güzel olan diğer her şey gibi, bir Cumhuriyet armağanı olan Paşalar ve Hastaneler Caddelerinin insana dönük tasarımı, hemen yanı başındaki Çaykara Caddesinde yerle yeksan edilmiş ve insan, kendisine ait son adacığı da, bir başka kutsala, betona, kabalığa, nobranlığa terk etmişti..

Planları Ankara çizdi de ne oldu, gidin Terminal Caddesine, o geniş kaldırımları garaj girişleriyle böldük, parçaladık ve sonunda insana yer bırakmadık.. Tam bir kara mizah, birkaç adım gidip, sonra kendinizi taşıt yoluna atmanız ve tekrar kaldırıma çıkmanız, sonra taşıtların arasına tekrar dalmanız gerekiyor..

Çifte Minareli Medrese, Yakutiye Medresesi, Lala Paşa Camii ve yüksek binalarla görünmez kılmayı başardığımız şu Tepsi Minare gibi yapılar da olmasaydı, utancımızı nasıl bastıracaktık, neyimizle gurur duyacaktık?..

Aaah Erzurum!

Sahip olduğun o eşsiz kuş cennetinden geriye kalan son sazlıkları, bataklıkları, ki üstelik gösterişli törenlerle kurutup, son leylekleri, allı turnaları, yeşil ördekleri hoyratça çökertirken, tıpkı Sodomlular gibi her birimiz, bu günahı görmezden gelmişizdir.. Binlerce canlı türü yok edilirken, bugün çok önemli adam pozlarıyla gezenlerin utandıran alkışlarını duymuştur kulaklarımız.. Sahi hiç düşündük mü, şu allı turnaları mesela, yeniden bu topraklara nasıl getirebiliriz? …

Hani şu dağ değil, göz dağı olarak bildiğimiz Palandöken’in böğrüne, otoban genişliğinde kayak pistleri yaparlarken, ciğerlerini sökercesine söküp almışlardı o güzelim çam ağaçlarını.. Oysa koca Palandöken’de yer mi kalmamıştı.. Bula-bula, elimizde kalan bu son orman parçasını mı bulmuşlardı.. Kırk yılda anca büyütebildiğimiz çamlar, ölüm makineleri ile bir gecede yok edilirken, bütün alem feryat-figan göz yaşı dökmüş olmalı..

Heyhat, kent halkı bunu görmedi, duymadı, bilmedi; kimse itiraz etmedi, kimsenin gıkı bile çıkmadı.. İşlenen günahın farkında bile değillerdi.. Olanları anlayabilecek, derinliklerini, entelektüel zeminlerini, estetik algılarını, değer yargılarını ve doğayla irtibatlarını kaybetmişlerdi çünkü.. Ve ne yazık ki bugün hala, materyalizmin kucağında oturup, dinden-imandan bahsediyor, para ve makamdan başka türkü çığırmıyoruz..

Palandöken’in Erzurum’a bakan o aydınlık yüzü boyunca, tıpkı bir kaytan bıyık gibi, bir yandan öte yana doğru kıvrılarak uzanan sarıçam ormanları, ki bu fakir her gördüğünde, zümrüt’ün koyu yeşilden türkuaz’a akan dalgalı tonları karşısında adeta büyülenip, “Allah onlardan razı olsun!” diyerek, tüm emeği geçenlere dua etmektedir..

O ormanlar ki, içerisine girmeye görün, halı gibi yumuşacık ve yemyeşil bir cennetin ortasında buluverirsiniz kendinizi. Her bir yanınızı, daha şimdiden sonsuza yürümüş hissi uyandıran budaksız ve reçine kokulu sarı çamlar kuşatır, lakın mekan sınırlanmaz, bilakis bir genişlik ve özgürlük duygusu kaplar içinizi.. Şapkanızı düşürmeden gökyüzüne bakmayı başarabilirseniz eğer, sizi bulutların selamladığını görürsünüz. Işık ve gölgenin kuşlarla oynaştığını hisseder, kuş cıvıltılarını cennet seslerine dönüştüren akustiği keşfedersiniz. Şehre bu kadar yakın ve küçük, ondan bu kadar uzak ve derin, paralel bir evrendesinizdir..

Özellikle ağustos ve eylül aylarında, belki de dünyanın en güzel günbatımları ufuklarında yaşanmaktadır. Ilıca ve Aşkale boğazlarından dalga-dalga Kop dağlarına, oradan da gökyüzüne saçılan renk ve ışık cümbüşü, Erzurum ovasına indiğinde, birden bire kıpraşmaya, oynaşmaya, menevişlenmeye başlar.. Işığın, gölgenin, rengin, ahengin o eşsiz dansı karşısında, kendinizden geçersiniz.. Ekim ayında şölen, göklerde başlar, yer yüzeyinde devam eder. Sonbaharın sarı, erguvan ve kırmızı yaprakları üzerindeki ışık-gölge oyunları, insan idrakini aşacak boyuttadır..

Neylersiniz ki, yılın hangi gününde, günbatımını seyredebileceğiniz en güzel nokta neresidir sorusu, an itibari ile Erzurum için anlamsızdır..

Aaah Erzurum!..

İnsanlığın bin bir çile ile biriktirdiği onca şeye sırtını dönüp, şeyhlerin, dervişlerin, tarikat ve cemaat önderlerinin eteklerine tutuşmuş sözüm ona aydınlar, entelektüeller, yazarlar, çizerler, akademisyenler memleketi zavallı Erzurum!.. Özgürlükleri, temel insan hak ve hürriyetlerini, bilimi, sanatı, edebiyatı, doğayı, felsefeyi ve dahi tüm öteki insanlık değerlerini, “yüzü suyu hürmetine yaşıyoruz” dedikleri zavallı bir şeyhin kendinden menkul kerametine feda edebilecek, okul görmüş ve fakat insanlığın ürettiği ortak metinlerle, değerlerle bir türlü buluşamamış kayıp çocuklar memleketi.

En acısı da bu olsa gerek..

Cumhuriyetin temelleri burada atılmıştı oysa..Sonra bizler, ne çok şey hayal etmiştik! İnsanlığın biriktirdiği ne varsa müşterisi, değer adına yaratılmış ne varsa, ölümüne takipçisi olacaktık. Zenginlikten, insanlıktan, bilimden, sanattan, doğadan pay alacak, pay verecektik. Giriştiğimiz savaş efendim, öyle-böyle değildi!. Binlerce yıllık dertlerimize, birkaç on yılda derman bulmaya çalışmıştık. Şimdi öğreniyoruz ki, aklı özgürleştirmek sanıldığı kadar kolay değilmiş. Taşa söz geçer de, ezberlere asla!.

Aaah Erzurum!..

Şairlerin gariban, bilim insanların sürgün, filozofların adamdan sayılmıyor!.

Sanat günahtan, doğa ve hayvan severlik korkudan meydanlara çıkamıyor!..

Bütün iyi türkücülerimiz gitti, “org” dedikleri şu iğrenç çalgıya kaldık..

Kalanlarımız, hicreti göze alacak cesareti gösteremeyenlerimizdir..

Her bir yeri kutsallar doldurdu ve artık insan değersiz, insan korunaksız!..

Hangi kapıyı çalsan, “kimin yapamadığı neyi yaptın?” sorusu yerine, “bizden misin?” diye soruluyor.. Kendinizi öteki olarak hissetmediğiniz bir tek yer kalmadı..

Varsa-yoksa siyaset, varsa-yoksa din!. Parti örgütlerini, din hekatçılarını ezbere bilenler, bar şairi Sadi Akatay’dan haberdar değiller.. Arada bir Nene Hatun ve Kara Fatma giriyor nutukçuların gündemine, dostlar alışverişte görsün misali.. Cevat Dursunoğlu’nun, Raif Önder’in, Necati Bey’in, Hüseyin Köycü’nün idraklerimizde bir karşılığı yok..

Bin bir parçaya bölündük.. Ve her bir parça, devletin hangi şartlarda kurulduğunu düşünmeden, devleti ele geçirme yarışında.. Günü geldiğinde birbirini boğazlamaktan asla geri durmayacak yüzlerce dini guruba sahibiz.. Aynı apartmanlarda, birbirimize yabancı kaldık.. Sokaklarımız selamsız ve asık suratlı insanlarla doldu.. Her birimiz, gerilmiş birer yay gibiyiz..

Hey gidi günler hey!

İnsanlığın ürettiği o devasa birikimden pay almak için kurduğumuz üniversitenin, düşünme özgürlüğü ellerinden alınmış gönüllü tutsaklarla dolu büyük bir hapishaneye dönüştürüleceğini nereden bilebilirdik.. Özgürleşemeyen ruhların aptallaşacağını söyleyen adam, doğru söylemiş..

Neylersiniz ki, insanlığın bin bir çile ile ürettiği değerleri elimizin tersiyle itmişizdir.

Heyhat, gördüğümüz o büyük rüyadan artık uyanabiliriz..

Bu satırların yazarını geçiniz efendim!..

Bağırsa da sesi çıkmayanlardan olur kendileri..

Devraldığı cenneti ucuz bir lolipopa değişmiş bir neslin biçare evladı olarak, tek yapabildiği kendi içine ağlamak..

Acının, gözyaşının ve büyük günahların coğrafyası Ortadoğu’nun küflü bataklıklarına saplanmayı, hak etmişizdir belki de..

Hani ne derler, “Orospuya alışmış erkeğe, namuslu kız ağır gelir!”

İnsanlığa ait o devasa birikim, ne yazık ki bizlere ağır gelmiştir..

 
Toplam blog
: 19
: 679
Kayıt tarihi
: 01.03.11
 
 

1957 yılında Erzurum ilinin Şenkaya ilçesine bağlı Evbakan Köyünde dünyaya geldim. İlkokulu doğduğum..