Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '07

 
Kategori
Siyaset
 

AB'ne girmemize kim engel, biz mi yoksa onlar mı(toplumsal yapımız ve çözüm önerileri)

AB'ne girmemize kim engel, biz mi yoksa onlar mı(toplumsal yapımız ve çözüm önerileri)
 

Sevgili Dostlar, bundan önceki bu başlıkla ilgili yazılarımın ilkinde özetle AB ile aramızdaki ilişkilere felsefi boyutta biraz yaklaşmış ve bu farklılığın ana nedeninin, hangi dine mensup olduğumuz değil, o dine sahip olurken akıl kullanıp kullanmadığımızdan kaynaklandığını noktasına vurgu yapma noktasına yoğunlaşmıştım. İkinci yazımda ise biraz duygudaşlık (empati) yaparak, olaya farklı bir boyutta yaklaşmış ve yeni kuşak Avrupalıların bizden neden çekiniyor olabileceklerinin yakın tarihli nedenleri üzerinde durmuştum. Bugün ise içimize dönerek sorunların biz kaynaklı nedenlerini irdeleyeceğim.

Öncelikle sorunun ana nedeninin Tanzimat ile başlayan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, ruhumun babası Namık Kemal ve fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir’ sözündeki son iki kahramanın girişimlerinden sonra, kendisiyle zirve yapan AYDINLANMA HAREKETİMİZİN yarıda bırakılmasından ve ORTADOĞULU veya daha doğru bir ifade ile ARAPLAŞMIŞ olarak kalma isteğimizden kaynaklandığını söylemek istiyorum. Yalnız burada aç parantez yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemek için, burada Araplaşmış tabirini kullanırken, Arap Milliyetine karşı her hangi bir ırkçılık yapmadığımı, sadece orada hâkim güçlerce değişmemesi için çaba harcanan kültürel altyapıyı kastettiğimi söylemek istiyorum.

Sevgili Dostlar, ne yazık ki yarım bıraktırıldığımız aydınlanma hareketimizin acı meyvelerini daha yeni yeni yemeye başlıyoruz ancak gelecekten de umutsuz olmamız için hiçbir neden de yok, doğruları tespit edip, onları çözmek istersek inanın güzel yarınlar hiç de uzak değil bizden. Bu yarım bırakmak zorunda kaldığımız aydınlanma hareketi hem bizi akıldan ve birbirimizden uzaklaştırmış, hem de ya Arap kültürüne ve tarihine ya Kolombiya dağlarının kahramanlık öykülerine ya da Sovyetler Birliğinin Aydınlanmadan sonra yaşadığı yakın tarihine daha fazla saygı duyar hale gelmemize vesile olmuştur. Bunun sonucu olarak da, dışa daha çok bağımlı, öz değerleri unutturulmak için emperyalistlerce silah kullanılmadan zaferler kazanılan, ortak tarih, ortak kültür ve ortak insanlık değerlerinde beraberce yoğrulmuş olduğu halde kendi içerisinde birbirine düşürülmüş insanların bir çarpık yapılanmaya sahip olmuşuzdur. Bu durumda bizleri hem ortak ve tüm toplumun kabul edeceği çözümler bulma yolunda başarısız kılmış hem de yapısal dönüşümlerin ülkenin gidişatında etkili olmasını engellemiştir.

Aydınlanma hareketi 1950’den sonra yarıda kesilmiş olmasının sonucu olarak da, vatandaş yetiştiremediğimizden, bireyle devlet arasına sürekli olarak girmeye çalışan, bireyleri kendi kontrolleri altında tutmaya çalışan ve kendi coğrafyamızla hiç de alakası olmayan düşünceleri, fikirleri ve çözümleri bize dayatmaya çalışan dış destekli kişilerce ortalık çok kötüymüş şeklinde yaygaralar koparılmıştır. Ancak tüm bu yaygara koparmalar sırasında, demokrasiyi savunduğunu söyleyen insanlar Türkiye’deki demokrasinin gelişimini gerçek anlamda bireyin özgürleşmesi için değil, tam özgürleşmeden kontrolleri altına aldıkları bu bireylerden aldıkları sun-i bir güçle kendi ihanetlerini devam ettirmek için kullanmışlardır. Bunu yaparken de, töre, aşiret, devrim mahkemeleri, şeriat mahkemeleri, aile meclisleri, tarikatlar gibi bireyi sorumlu olduğu devletten tamamen koparan, devlet içinde devlet görüntüsünün olduğu yapıları kullanmışlar, kendilerinin kullandığı hiç de demokratik olmayan bu yapılara karşın devletten mutlak anlamda özgürlük istemişlerdir. Gerçek anlamda özgürleşmenin, aydınlanmadan, eğitimden geçtiğini bilmeden, kendisine iki kuruş verene hayır duası verecek saflıkta insanları kullanarak.

Bu grupların hepsi ama hepsi kendisine ait bir eğitim, ekonomi ve toplum düzeni hayal etmiş, ancak tüm bunların evrensel değerine sahip olduğunda, ülkenin daha ileriye gidebileceğini, ülke insanının daha mutlu olabileceğini hayal edememiştir, gerçek anlamdan aydınlanamamış olduğundan… Geçmişte kendisinin kandırıldığı gibi kendisi de çevresini kandırma çabasına girmekte sakınca görmemiştir.

Tüm bu parçalanmışlığın sonucu olarak da, aslında çoğunluğu temsil eden bu ülke de illa beyaz veya illa siyah olma zorunluluğu olmadan, akrabası grilerle mutlu bir yaşam sürmek isteyen insanlar aydınlatılamadan, ama devlete bağlı kalarak yollarına devam etmek istemişlerdir, bir mucizeyi başardıklarını tüm dünyaya haykırırcasına. ‘Biz biriz ve hep beraber geleceğimizi inşa etmeye kararlıyız’ şeklindeki düşüncelerini resmetmek için birbirleriyle yarışmak istemektedirler.

Yine tüm bu kargaşa içerisinde, batılı ülkelerin II. Dünya Savaşına kadar yaşadıkları ve sonrasında da hep beraber devam etmek istedikleri kanlı ve zorlu aydınlanma, bilinçlenme yolculuğunda, Mustafa Kemal Atarürk’ün Cumhuriyeti kurarken ve yaptığı devrimlerle işaret ettiğigibi, onlarla aynı yönde gitmeyi ihmal etmemişizdir. Ancak son vagon olmanın ve trenin geçtiği her bölgede, uğradığı her istasyonda bizleri bu katardan ayırmak için içten ve dıştan çabalayan mekanik uzmanları da olmuştur. Ama bizler tüm bu çabalara karşın yönümüzü belirlemiş ve de bir defa daha tüm Dünyaya ve içimizdekilere ‘biz aydınlığı seçtik, biz beraber olmayı seçtik, biz mutlu olmayı, biz barışı ve huzuru seçtik’ diye haykırmak için çaba harcamaktayız ve başaracağız da.

Toplumsal baskılar sonucu utanca boğulan, yaşı küçük olduğundan susturulan, yapacağı her şey günah olduğundan sadece nefes alıp vermeyi yaşamak sanan ve bunun sonucunda insani gelişimi için ihtiyaçlarını belirleyemeyen insanların bir süre sonra gördükleri her şeye sahip olma isteklerinin birikerek, topluma zarar verdiğini görmeyen idarecilerin yaptıkları yanlışlarının sıkıntılarını yaşıyoruz bugünlerde. Modernizmi önüne gelenle, duygu-his olmadan yatma olarak algılayan (batılı ülkelerde dahi olmayacak düzeyde) ve hayatı sadece materyallerden ibaret sanan zihniyetle, dini sadece Araplaşarak yaşayacağına inanan ve utanç denizinde boğularak, mutlu olmanın, gülmenin günah sayıldığı iki topluluğun arasına sıkışmış olmaktan da yaşıyoruz tüm bu sıkıntıları… İkisinin arasını bulmanın gerçek anlamda bu cumhuriyeti kuran ve coğrafyaya en uygun çözüm olduğunu da unutmamalıyız.

Tüm bu olumsuzlukların sonucu olarak, OECD ülkelerinin en kötü gelir dağılımına, en kötü bütçeden eğitime ayrılan pay oranına, var olduğu halde yasaları uygulamada en kötü dereceye sahip bir ülke durumundayız.

Sonuç olarak da bazı çözüm önerileri sunmak istiyorum. Bize dışarıdan ihraç/ ithal edilmeye çalışılan ve vatanımızda gerçek tarihten uzaklaştırılarak, kavram karmaşası içerisinde ortalama eğitimi 3, 5 yıl/ insan olarak bıraktırılan insanlarımızı kandıran tarihsel saptırmaları engellersek ve daha da önemlisi onları kandırma çabalarına son verirsek, bu coğrafyanın insanının Araplaşmadan Müslüman, Komünistleşmeden Sosyal Adaletçi, emperyalistleşmemden gelişmiş, insanlığını kaybetmeden sevme, sevilme gibi duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilecek bilince sahip olduğunu tüm dünyaya haykırabileceğiz.

Tabi ki tüm bunları yaparken öncelikli hedef, sadece fiziksel ortamı düzeltmek değil, insani altyapımızın düzeltilmesi olmalıdır. Sadece ekonomiyi düzelterek, insanların kıyafetlerini, arabalarını, evlerinin sadece içini düzelterek, toplumsal sorunlarımızı çözemeyeceğimizi görüp, insani altyapının iyileştirilmesi için eğitime, aydınlanmaya her şeyden çok daha fazla değer vermeliyiz. Unutmamalıyızki eğitimisiz, akıl kullanımından yoksun, bireyin düşünmesi hep birileri (ana-baba, patron, hoca, tarikat lideri, örgüt lideri, makam sahibi insanlar vs) tarafından kontrol altında tutulan toplumlar esir olmaya mahkumlardır. Bireyle Devlet arasına giren ve de kendisine kutsal bir görev biçen tüm yapılanmalar, Cumhuriyet kavramına en uygun şekilde aradan çekilmelilerdir. Cumhuriyet kavramının ancak ve de ancak kişinin başkasının çocuğunu kendi çocuğu, başkasının anasını-babasını kendi anası-babası gibi gördüğü zaman, Devleti koruma görevinin sadece kolluk kuvvetlerinde olmadığı, bu koruma görevini vatandaşın dört dörtlük yapabildiği ülkelerin daha demokrat olabildiği gerçeğinin tam olarak kavranmasıyla anlam kazanacağını unutmamalıyız. Devletin niteliklerinin de neler olduğunun, Ulusal Sermayenin tuzağına düşen II. Cumhuriyetçilerin savunduğunun tersine, sadece ve sadece I. Cumhuriyetin köklerinde aranması gerektiğini düşünüyorum. Saygı ve sevgilerimle...

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..