Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Aysegül Akbay Yarpuzlu

http://blog.milliyet.com.tr/yarpuzlu

17 Mayıs '13

 
Kategori
Siyaset
 

ABD ziyareti - Suriye - Uluslararası hukuk

ABD ziyareti - Suriye - Uluslararası hukuk
 

Dün akşam saatlerinden başlayarak tüm haber kanallarında, Erdoğan’ın Obama ile buluşması konu edildi. Ziyareti, muhafazakarlığın ve zamanı giderek yaklaşan Başkanlık-Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, cebinizden çıkan vergilerden yaptığı devlet ve parti harcamalarıyla, Numan Kurtulmuş’u bile peşine takıp, her zamanki fırsatçılığıyla bir AKP siyasi şovuna dönüştürebilmek için, Başbakanlık Basın Dairesi, gereken tüm ön hazırlıkları büyük bir başarıyla yapmıştı. Akşamın ilerleyişiyle, çeşitli stratejik kuruluşlardaki ve bazı eski-yeni akademik kuruluşlardaki, lisans dersi anlatmaktan bıkıp usanmış, yine de devlet yanlısı akademik terbiye ile, kritik saflara yerleşmeye kariyeri boyunca cesaret edememiş birkaç iyi niyetli ve saflığı bozulmamış klişe uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi uzmanı, ABD ile Avrupa’da hayali kurulup durulan Serbest Ticaret Anlaşması sonrasında, Türkiye ile ABD arasında gelişebilmesi ihtimali olan ticari ilişkilerde Erdoğan hükümetinin ne büyük katkı yaptığını ve gezinin önemini anlata anlata bitiremediler.

Gerçekte, uluslararası ticari ve ekonomik ilişkilerde Başkanların masaya oturup fotoğraf çektirmiş olmasının fazla bir anlam taşımayacağı ve uluslararası ticareti kolaylaştıracak ekonomik yasaların belki bir parça ferahlık getirebileceğini, ancak bu konuda herhangi bir yeni insiyatifinse zaten namevcut olduğunu ve Obama’nın da parlamento ve halk desteğini yitirmeye yüz tutmuş bir göreceli eski Başkan olduğunuysa hemen hemen hiç kimse telaffuz etmedi.

Görüşme öncesi basının muhtemelen dağıtılmış olan ön açıklamalar sayesinde dikkati Suriye’ye odaklanmıştı. Suriye’deki önümüzdeki günlerde gelişecek durumlar üzerine görüş bildiren uzmanları izlerken, hernekadar, bu konu bir sütunluk bir köşe yazısının hacmine sığamayacak kadar birikmiş yazınla yüklüyse de, kendi kendime, mevcut koşullarda, uluslararası hukuksal yaptırımların ne olacağını gözden geçirme ihtiyacı duydum ve okudum.

Şimdi, fazla akademik jargona girmeden, bu konuya nerden başlamalıyız. Öncelikle; gelişen koşullarla birlikte, hangi devletler Uluslararası Hukuk ihlallerine sebebiyet vermiştir ve gerekçeleri nelerdir? Bunlar Birleşmiş Milletler bürokrasisinde kürsüye gelmeden önce bir kez daha inceleyelim. Görünüşe göre; uluslararası hukuka göre;  öncelikle, Esad’ın halkına karşı yaptığı soykırımdan söz edilmektedir. Bu durum, önümüzdeki günlerde, Uluslararası Savaş Suçları mahkemesine intikal edebilir. İkinci olarak, mülteciler meselesi vardır. Yerinden yurdundan olan Suriyelilere yönelik insani yardım ve mülteciler hukuku aylardan beri Türkiye’nin de gündemindedir. Kimyasal silahlar, yine Birleşmiş Milletler Hukuku açısından sorun oluşturan diğer bir konudur. Birleşmiş Milletler, mevcut durumu, iç kargaşa olarak nitelemektedir ancak bu durumda, Avusturya’dan yükselen ve İngiltere’yi de müdahele baskısı yönünde eleştiren seslere kulak verilirse ki haklıdır, böyle bir durumda, Liberal demokrasilerin temel prensibi olan müdahelesizlik, Birleşmiş Milletler Anayasasında da madde olarak mevcut bulunduğundan, Türkiye’nin İslamcı muhalif çetelere, muhafazakar ılımlı İslamcı hükümeti aracılığıyla yapmakta olduğu silah yardımı  uluslarararası hukuk açısından açıkça suç teşkil etmektedir ve Birleşmiş Milletler müeyyideleriyle cezalandırılmalıdır. Birleşmiş Milletlerdeki ülkelerin Genel kuruldaki daimi temsilcilerinin zaman zaman UN-webcast’teki mikrofonun önüne geçip söyledikleri birkaç savunma cümlesi pratiğine aşinayım. Ancak, yılda bir kez toplanan Genel Kurul’un yaptırım yetkisinin olmadığı ve atanmış hükümet temsilcilerinin koltuklarda oturduğu, mutlak olarak hükümet yanlılarının inkarı mümkün olmayan ideolojik gözlüklerle uluslararası demokrasiyi temsil edebileceği farz edilen yapının, müeyyide kararı almada etkisinin olmadığı ve etkinin Güvenlik Konseyi kararlarıyla askeri ya da ekonomik yaptırımlarla diplomatik temelde şekillendiği bu yapıda, güçlenen iç muhalefet sebebeiyle ABD Başkanlık makamının Suriye’ye bir askeri müdaheleye sıcak bakmayacağı da öngörülüyor.

Ne kadar aktif dış siyaset adı altında, İslami dindaşlık yandaşlık siyaseti güderse gütsün, hükümetin, Birleşmiş Milletler’de Suriye lehine ya da aleyhine etkili olabilmesi ihtimalini tüm yanlış siyasetinden kaynaklı kopardığı gürültüye rağmen beklemiyorum. Ancak, bu yanlış dindaşlık siyasetinin sonucunda belki bölgeye hassasiyeti olabilecek bazı diğer yanlış uluslararası siyasetçiler, müdahelesizlik liberal prensibini hiçe sayarak Türkiye aleyhine de birkaç cümle sarf edebilirler. Ancak, beni kişisel olarak sevindirecek olsa da İslamcı bozguncu Suriye silahlı muhalefetine açıkça silah ve mühimmat desteği veren Erdoğan’ın Uluslararası Savaş Suçları mahkemesine şikayeti bizzat ben bireysel olarak üstlensem bile, savcıların yoğun gündemi sebebiyle dava gerekçesi oluşturabileceğine de artık ne yazık ki pek inanmıyorum.

Şimdi bu her zaman yazmaya çalıştığım çoğunluk iktidarını eleştirenlerin bozguncu olarak itelendiği İslami baskı cephesine karşı, aklın yolu ne söylüyor dersek? Cevabı bellidir, susmadan, yazmaya devam, sesimizi duyanlar yüzde 1’in bile altında olsa da.. Doğruyu görecek sağduyuyu ayağa kaldırana kadar.

 
Toplam blog
: 46
: 361
Kayıt tarihi
: 21.03.12
 
 

Halk Sağlığı Profesörü, Kamu Yönetimi ve Avrupa Birliği Uzmanı   ..