Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '09

 
Kategori
Siyaset
 

Abdullah Gül’ün Çin gezisi ve Türk-Çin ilişkilerine etkisi

Abdullah Gül’ün Çin gezisi ve Türk-Çin ilişkilerine etkisi
 

Abdullah Gul ve Hu Jin Tao.


Dünya dengelerinin değişimine ve devletler arasındaki etkileşimin artışına bağlı olarak Türkiye-Çin ilişkilerinin de gelişmesi ertelenemez bir gereklilik halini almıştı. Bu anlamda, Abdullah Gül’ün Çin’e yaptığı politik ve ekonomik olarak büyük önem taşıyan gezi, Çin-Türkiye ilişkilerinin gelişmesi bakımından umut vericiydi. Ziyaretin sonuçları ve analizi iyi yapılırsa, bundan sonra başlayacak olan dönem, tüm dünya ile iç içe geçmiş olan Çin’in gelişen ve büyüyen pazarını Türkiye’ye açmak adına önemli bir başlangıç olacaktır.

Çin Hakkında Kısaca Resmi dil: Standart Çince
Başkent: Pekin
Önemli şehirleri: Şanghay (Shanghai), Tianjin, Hongkong, Chongqing, Pekin, Shenzhen.
Yüz ölçümü: 9, 671, 018 km2
Yönetim: Sosyalist Cumhuriyet
GSYIH: 7.916 trilyon Dolar
Nüfus: 1.321.851.888 (tahmini Temmuz 2007)
Nüfus Yoğunluğu: 136, 5 kişi / km²
Coğrafi konumu: Kuzeyinde Moğolistan, kuzey doğusunda Rusya ve Kuzey Kore, doğusunda Sarı Deniz ve Doğu Çin Denizi, güneydoğusunda Güney Çin Denizi, güneyde Vietnam, Laos, Burma, Hindistan, Bhutan ve Nepal, güneybatıda ise Pakistan, Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan ile çevrilidir.
Kişi başına düşen yıllık gelir: 3, 174 Dolar (2008 Tahmini)
Bağımsızlık: 1 Ekim 1949
Para birimi: Renminbi (RMB)
1978’den bu yana politikalarını kalkınmaya ve dünyaya açılmaya odaklayan Çin, 21.yüzyıla dünya tarihinin görmediği hızla büyümeyi başaran bir dev olarak girdi. Çin, BM’de veto hakkına sahip 5 ülkeden birisi olmasının yanında diğer uluslararası kuruluşlarda da ağırlığını giderek arttırarak gelişmiş ülkelerin başlıca ekonomik pazar hedefi haline geldi. Üzerindeki “kötü komünist” imajından da düzenlediği organizasyonlarla büyük ölçüde kurtulduğunu söylemek mümkün.

Nitekim 2008 Pekin Olimpiyatları’nın organizasyon başarısı da bunu pekiştirmiştir. Tüm bu atılımların sonucunda da çeşitli ülkelerde yapılan anketlerde Çin’e karşı olumlu düşünceler besleyen insanların sayısı sürekli artış gösterdi. Bu artışın olduğu dönemlerde ise dünyanın en büyük askeri gücü ABD’nin sürekli gerileyen imajına bir de ekonomik darboğaz eklenince Çin hakkında dünya genelinde “ABD’nin karşısına dikilen yeni dev güç” algılaması oluştu. Bir zamanların kapalı ve geri kalmış ülkesi Çin, bugün dünyanın en büyük pazarı ve dolar rezervleri ile en zengin merkez bankasına sahip ülke olmayı başarmış durumda. Arka arkaya çift haneli büyüme rakamları ile tüm ekonomistleri şaşkına çeviren Çin, kısa sürede dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi haline gelmesi ile de tüm dikkatleri üzerine çeken bir merkez olmayı başardı. Eskiden kapıları sımsıkı dünyaya kapalı iken şimdi aynı Çin, dünyanın en büyük markalarını satın almaya, kapitalizmin kaymağını yemeğe, eski düşmanlarıyla anlaşmalar yapmaya başladı. Kısacası 30 sene öncesinde kimsenin aklının ucundan bile geçiremeyeceği bir dönüşüm yasayarak süper güç olmayı başardı. Şimdi, bu güç ile en etkili şekilde işbirliği yapma zamanı! Çin’in pazarına girmiş binlerce şirket içerisinde ne yazık ki Türk şirketlerini çetin bir mücadele bekliyorsa da, pazarda pay sahibi olmak imkansız değil. Abdullah Gül’ün son gezisinin verdiği olumlu sinyallerin de bu yönde değerlendirilmesi doğru olacaktır. Türk iş adamları ve siyasetçileri bakımından Çin’in daha yakından tanınması, bu konuda adımların hızlandırılması gerekiyor. Türkiye’nin girmekte birçok ülkeye göre geç kaldığı Çin pazarında pay sahibi olabilmek için, geçmiş hataları da dikkate alan yeni politikalar üretmesi gerekiyor.

Abdullah Gül’ün Çin Gezisi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 6 günlük Çin gezisinde, Çin’in Başkenti Pekin’in yanı sıra, Çin tarihinde önemli bir yere sahip olan Xian kentini, ekonomik kalkınmanın merkezi sayılan ve Türk işadamlarının sık sık ziyaret ettiği Guanzhou ve Shenzhen şehirlerini ve özellikle Çin için çok hassas bir konuma sahip olan Türk tarihi ile yakından akrabalık bağlarının bulunduğu Doğu Türkistan ya da Çinlilerin deyişiyle Sincan (Uygur) Özerk bölgesini ziyaret etti. Pekin’de bir araya gelen Çin ve Türkiye devlet başkanları verdikleri mesajlar ile ilişkileri daha ileriye götürme gerekliliğinin altını çizdiler. Özellikle Abdullah Gül’ün Çin Devlet Başkanı’na ilettiği konular arasında; Turizm, Finans, İnşaat, Bilim-Teknoloji başlıkları ön plana çıktı.

Çin Devlet Başkanı Hu Jin Tao’ya Türkiye’nin bulunduğu konumun önemini anlatan Gül, Türkiye’nin Çin-Avrupa ve Orta Asya ile kurulacak köprüde başrolü oynayacağını belirtti. Abdullah Gül’ün üzerinde hassasiyetle durduğu konu ise şüphesiz Çin-Türkiye arasında yaşanan ve 2008 yılında 13 Milyar Dolar sınırına dayanan ticarette, ne yazık ki, Türkiye aleyhine 8.6 Milyar Dolar’lık dev bir açığın olmasıydı. Bu açığın azaltılması için Çin’den destek isteyen Gül, Hu Jin Tao’ya Çin’in Türkiye’ye daha fazla ilgi göstermesi konusundaki isteklerini iletti. Abdullah Gül, Hu Jin Tao’ya Çin’in son zamanlarda çeşitli ülkelere yolladığı Satın Alma Delegasyonu’nu Türkiye’ye davet etti. Ziyaret ettiği ülkenin ekonomisine canlılık getiren bu delegasyonun başlıca görevi ise ziyaret ettiği ülkelerde Çin’in ihtiyaç duyduğu olduğu ürünleri bulup satın almak. Geçtiğimiz günlerde Tayvan’ı ziyaret eden bu delegasyon yaklaşık 2 Milyar Dolar’lık mal sipariş ederek elinde bulundurduğu ekonomik gücü bir kez daha göstermiş oldu.

Dünyanın Obama’dan sonra ikinci en güçlü devlet adamı olarak kabul edilen Hu Jin Tao ile Abdullah Gül arasında sıcak geçen görüşmelerinin ardından yedi alanda iki ülke arasında ilişkilerin arttırılmasını öngören antlaşmalar imzalandı. Bu antlaşmalarla, kültür mirası, enerji, dışişleri, finans, ticaret, medya gibi konularda iki ülkenin ilişkilerinin yoğunlaştırılmasının yolu açılmış oldu. Abdullah Gül’ün altı günlük Çin gezisi son zamanlarda Türk Dışişlerinin en etkili gezisi olarak göze çarptı. Hu Jin Tao’nun dışında Çin siyasetinde en önemli iki isim olan Çin Başbakanı Wen Jia Bao ve Çin Ulusal Halk Meclisi Başkanı Wu Bang Guo ile de görüşen Abdullah Gül, Çinli liderler ile sıcak sohbetler gerçekleşirdi. İki lider ile ekonomik krizi ve Çin’in dünyadaki büyüyen etkisini konuşan Gül, Çin-Türkiye ilişkilerinin gelişmesinin önemini belirtti. Abdullah Gül, iki ülkeden 400’den fazla işletmenin ve yöneticilerinin katılımıyla gerçekleşen Türkiye-Çin Ticaret Forumu’ndaki toplantıda, Türk-Çin ilişkilerinin ve ekonomik atılımların önemini kapsayan bir konuşma yaptı. Çin’in ekonomi merkezi durumunda bulunan Shenzhen şehrinde Türk işadamları ile buluşan Gül, buradaki işadamları ile yüz yüze görüşme imkanı buldu ve işadamlarının sorunlarını dinledi.

Gezinin son durağında Çin’in batıdaki en uç sınır bölgesi olan Xinjiang’a (Sincan-Uygur) geçen Abdullah Gül, burada da bölgenin siyasetçileri ve eğitimcileri ile görüşme olanağı da buldu. Buradaki konuşmasında tarihi İpek yolunun canlandırılması çağrısı yapan Gül daha sonra özel bir uçak ile Türkiye’ye hareket etti. Bu gezinin gelecekte vereceği meyveler Abdullah Gül ve Türk heyetinin Türkiye’ye döner dönmez başlayacak çalışmalarda gizli. Abdullah Gül, Çin gezisi ile Çin’i tanıma ve Çinli liderler ile birebir görüşmeler yapma fırsatını buldu. Türk işadamları da gezi boyunca Çinli işadamları ile ticari görüşmeler gerçekleştirdi ve çeşitli antlaşmalar imzaladı. Türkiye’nin gelecekteki Çin politikası, ziyaretin tam anlamıyla bir başarıya dönüşmesini sağlayabilecektir. Türkiye-Çin İlişkilerinde Yakınlaşma Türkiye, ne yazık ki Çin ile ilişkilerini, diğer birçok gelişmiş ülkeler kadar yakın tutmayı bugüne dek başaramadı. Bu yüzden de ekonomik ve siyasi olarak Çin’den etkili biçimde yararlanamadık. Bunun en önemli sebebi, Çin’i tanıyan ve tanıtan uzmanların, etkili çalışmaların ve ilgili birimlerin olmamasıdır. Türkiye’nin Çin’e soğuk duruşunun ardında da aynı sebep buluyor. ABD, Almanya, Fransa, İtalya gibi pek çok ülke Çin konusunda Türkiye’den çok daha fazla bilgililer ve bu bilgiler üzerinden sonuç alıcı politikalar geliştirebiliyorlar. Özellikle son 200 yılda bu ülkelerden sömürü, misyonerlik ya da ticari amaçlarla, askerler, tüccarlar ve din adamları Çin’e girdi ve Çin’i yakından tanıma fırsatı buldular. Tüm bunların sonucunda da Batı dünyasında Çin’e karşı bir ilgi ve istek oluştu. Son 30 yılda Çin’in kabuğundan sıyrılmaya başlamasıyla birlikte bu ülkeler de Çin pazarına tüm hızları ile saldırdılar. 2009 yılında ise Çin marketlerine girip bakıldığında Batı’nın milyarlarca doları bulan ürünleri, raflarda Türk firmalarına ne yazık ki arzulanan yeri bırakmadı. Geç kalınmış olunmasına rağmen bu, Çin’in kaybedildiği anlamına gelmez. Çin pazarı o kadar büyük bir pazar ki, şu anda sadece Çin’in doğu kıyısının kalkınması bile birçok ülkenin milyarlarca dolarlık ihracat yapmasına neden oldu. Çin’in amacı da doğudaki kalkınmayı yavaş yavaş ülkenin içlerine doğru çekebilmektir. Çin Hükümeti bu sayede doğu ile batı arasındaki gelir uçurumunu da kapatmayı hedefliyor. İşte Türkiye’nin gerçekleştireceği etkili politikaları da bu aşamada önem kazanıyor. Öncelikle Türkiye’de Çin dilini, ekonomisini, coğrafyasını tanıyan ve sadece Çin’e odaklanan bir enstitünün kurulması gerekiyor. Ticari kâr kaygısıyla Çin’i takip eden kuruluşların devlet politikalarının oluşturulmasında yeterli olmayacakları açık. Sadece Çin çalışmak üzere kurulacak bir enstitüde oluşturulacak analiz ve raporlar, Türkiye’nin Çin politikasının belirlenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Çin’in diğer ülkelerde kurduğu Konfüçyüs Enstitüsü bu konuda ilk adım olabilir. Hem Türk hem de Çinli araştırmacılar bu kurumda istihdam edilip ortak çalışmalara imza atabilirler. Aynı şekilde Çin’de kurulacak bir Türk enstitüsü de Türkiye hakkında araştırmalar yapacak verimli, eğitimli kişiler çalıştırılmalıdır. Aslında böylesi bir girişim sadece Türkiye-Çin ilişkileri bakımından değil genel anlamda Uzakdoğu ile yakınlaşmak bakımından da çok faydalı olacaktır. Şu anda Uzakdoğu’da Türkiye imajının çok fazla belirgin olmadığı, bölgeyi ziyaret edenlerce hemen göze çarpmaktadır. Genel anlamda Türkiye’yi Arap ülkelerine benzeten bir anlayışın hakim olduğu gözlemlenmektedir.

Türkiye’nin tarihi hakkında olduğu gibi ticari veya turizm potansiyeli hakkında da bölge insanının fazla bilgiye sahip olmadığı anlaşılmaktadır. İşte bahsi geçen enstitüler, sadece Çinliler için değil bölgenin tümünde Türkiye’nin tanıtılması ve Türkiye imajının iyileştirilmesinde de etkili olacaktır. Türkiye’de ki diğer bir eksik ise Çin’in tarihini, ekonomisini, gelişimini anlatacak ve tanıtacak kitap sayısının yetersiz kalmasıdır. Söz konusu enstitünün diğer bir amacı da Çin kaynaklarını, Çin tarihi için olduğu kadar Türk tarihi için de araştırmak, diğer bir deyişle, Çin kaynaklarında Türk tarihinin izini sürmek olmalıdır. Bu sayede hem Türk tarihine yeni bilgiler kazandırılır hem de Çin hakkında ülkemizde birçok yeni çalışma yapılabilir. Kitap ve basılı yayın sayısı artıp, çeşitlendikçe Türkiye’nin Çin’i daha yakından tanıyacağına ve daha etkili politikalar izleyeceğine şüphe bulunmamaktadır. Yapılması gereken bir diğer çalışma ise, Türk işadamlarının Çin’e daha fazla yatırım ve ihracat yapmalarını destekleyecek projelerin hayata geçirilmesidir. Vergi indirimleriyle daha çok ihracatçı Çin’e yönlendirilebilir. Bunun yanı sıra işadamlarına yönelik eğitim amaçlı paneller düzenlenebilir. Böylece Çin’den ve dünyanın diğer yerlerinden davet edilen, Çin de iş yapan işadamları kendi tecrübelerini Türk işadamlarına aktarabilirler. Bu sayede Türk işadamlarının Çin pazarını daha etkin tanıması sağlanabilir. Tüm bu çalışmalar, 2010 yılında gerçekleşecek olan Shanghai 2010 EXPO Fuarı için şimdiden temel hedeflerin belirlenmesini ve o yönde çalışmaların yapılmasını sağlayacaktır. Eğer iyi değerlendirilirse, 2010 Shanghai EXPO, Türkiye için büyük bir atılım yılı olabilir.

Türk işadamları bu yıldan itibaren Çin pazarına hiç olmadıkları kadar hızlı, donanımlı ve başarılı girebilirler. Eğitim alanında Çinli öğrencilere daha fazla burs verilerek ülkemizde öğrenim görmelerinin sağlanması da Türkiye-Çin ilişkilerini ileriye götürecek bir adım olacaktır. Çinli öğrencilerin ülkelerine döndükleri zaman anlatacakları, Türkiye açısından önemli bir tanıtım yolu olacaktır. Öte yandan, Çin üniversitelerine daha fazla Türk öğrenci gönderilmesinin de önü açılmalıdır. Çin’de okuyacak öğrencilere sağlanan bursların çeşitlendirilmesi de bu açıdan önemlidir. Bu yıl Avrupa’yı birkaç kez ziyaret eden Çinli devlet adamlarının ülkemize daha sıklıkla gelmeleri ve Hu Jin Tao’nun da Türkiye’ye davet edilmesi, Türkiye-Çin ilişkilerinin gelişmesine daha fazla katkı sağlayacaktır. Bu adımların atılması, Çin’in etkili rol oynadığı BM ve Shanghai İşbirliği Örgütü gibi merkezlerde Türkiye’nin önemini Çin üzerinden de arttıracaktır. Dünyanın iç içe geçtiği bir çağda, Çin ile ilişkilerin yoğunlaştırılması, her coğrafyada ve her alanda etkili siyaset izlemek bakımından önemli ve diğer bölgelerde izlenen politikaları güçlendirmek bakımından da gereklidir. Abdullah Gül’ün Çin gezisi ile başlayan etkileşim ve iyileşme ileriye götürülmeli, bu kez tren kaçırılmamalıdır.

 
Toplam blog
: 180
: 4193
Kayıt tarihi
: 13.11.06
 
 

Kariyerini Uzakdoğu sahne ve televizyonlarında geliştiren  sunucu, şovmen, yazar, oyuncu Uğur Rıf..