Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '18

 
Kategori
Öykü
 

Aç Kollarını Hayat Ben Geldim

Aç Kollarını Hayat Ben Geldim
 

Hayatta Onca Renk Varken Yalnız Siyah' a Bürünme


          En yakınlarını bir bir kaybetmenin acısını yüreğinden atamamışken, tüm çabalarına rağmen  o çok sevdiğinin vedası onu aniden yataklara düşürmüştü. Yemeden içmeden kesilmesi bir yana, baktığı her yer ve  gördüğü her şey simsiyahtı. Birlikte özene bezene alıp bahçesini bin bir emekle yeşerttikleri evin duvarları, üzerine üzerine geliyordu. Yorgun bedeni ruhunu da esir alınca derin bir sessizliğe gömüldü.

          Günlerdir yataktan çıkmamıştı. Ona yardımcı olabilmek adına çırpınan dostlarının telefonlarını duymazdan geliyor, var gücüyle hayattan kopmaya çalışıyordu. En küçük bir şeyde kaleme kağıda sarılan elleri,  o gittiğinden beri bunca acıya bir kez bile kalem tutmamış, tutkuyla baktığı bembeyaz kağıtlara hiç sığınmamıştı. Çünkü o kar beyazı kağıtlar bile onun gözünde simsiyahtı. Çocukluğundan beri her üzüntüsünü, her  sevincini paylaştığı en yakın dostlarına hala içini dökmemiş olması içindeki yanardağın yakın zamanda aniden faliyete geçeceğinin sinyallerini verir gibiydi.                                       

          Okurken mest olduğu kitaplara bile dönüp bakmamıştı. Halbuki bu güne kadar onlarsız bir gün bile geçirmemişti. Her türden bangır bangır dinlediği şarkılar dahi susmuştu. Mutfağından, bahçesinden, hobilerinden, çok sevdiği komşularından, en yakın dostlarından, fesleğeninden, orta şekerli kahvesinden, fırçasından, tablolarından, Ihlamur Ağacı'ndan, çiçekli elbiselerinden, ojelerinden her şeyden ona iyi gelip mutluluk verebilecek her şeyden vazgeçmişti. Durum vahimdi. 

          Onun gelişiyle, günler sonra bir parça doğruldu masum masum yüzüne baktı. Hiç ihtimal vermese de merak ettiğinden ya da geri dönmüş olabileceğinden geldiğini ümit etti. Heyecanlandı fakat belli etmedi. Ne yazık ki durum ümit ettiği gibi değildi. Kalan bir kaç parça özel eşyasını almaya gelmişti. Üzdüğü için af diliyor, onun bir suçu olmadığını kendisinden kaynaklandığını söylüyor, yaşamına kendisi olmadan da pekala devam edebileceğini belirtiyor, gitmeden evvelki son konuşmalarında geçen aynı sözleri tekrarlayıp duruyordu. Duymamak için bir an kulaklarını kapattı sağlıklı düşünemiyor sessiz kalmayı tercih ediyordu. O, kapıdan kuru bir "Hoşçakal" la çekip gidince ardından koşarak kapıya çıktı. Seslenmek için hazırlandı fakat kapının sesini duymasına rağmen arkasına bile dönüp bakmadan bahçeden çıkıp gittiğini görünce vazgeçti.  Bahçede olduğu yere oturdu. Perdeleri açmadan günlerdir karanlıkta yattığından güneş gözlerini rahatsız etmiş kamaştırmıştı. Yine de başını hafifçe kaldırıp güneşe doya doya baktı nasıl da özlemişti. Belki de her sabah reveransla selamlaştığı güneş, ondan yine bir merhaba bekliyordu. Ama içinden gelmedi. Sadece gülümser gibi dudaklarını büktü. Bir ara gözü ayaklarına kaydı. Bir kaç yaramaz karınca ayağının üzerinde geziniyor gıdıklanmasına neden oluyordu. Biraz ötede karınca öbeğinin,  yuvalarının etrafında harıl harıl çalıştığını gördü. Yaşamlarını sürdürebilmek adına nasıl da canla başla mücadele ediyorlardı. Biri yiyeceği taşıyor,  diğerleri elden ele uzatıyor, en baştaki de yiyeceği özenle yuvaya yerleştirmeye iniyordu. Bir süre imrenerek onları izledi. Ardından göz ucuyla büyük bir özveriyle yetiştirdiği lalelerine, güllerine baktı. Komşuları sulamış olmalıydı öyle serpilmiş öyle açmışlardı ki rengarenk güller gözlerini kamaştırdı. Aslında mahçuptu ne zamandır onları ihmal etmişti. Sonra onlarla konuştuğu anları anımsadı. "Gülleri severim, tomurcuklu olanları çok severim, rengarenk açmışlarsa daha çok severim ve ben güllerimi çok seviyorum, sizi seviyoruuuum..." diye haykırdığı sesi kulağına geldi. Sonra içinden bu cümleleri tekrarladı. Ihlamur ağacının o mis kokusunu içine çekti tüm genizleri o muhteşem kokuyla dolmuştu istemsizde olsa bir parça gülümsedi. Bir an boş bulunup çocukluğundaki gibi, uçuşan kelebeğin ardından koşmaya başladı kelebek ürkmüş olmalıydı ki kanat çırpmasını hızlandırdı. Halbuki amacı zarar vermek  değil o hayran olduğu renkleri daha yakından görebilmekti. Ama kelebek bunu ne bilsindi telaşla yanından uçup gitti. Nefeslenmek için Erik Ağacı nın yamacına oturduğunda bir hışırtı duydu. Hafifçe arkasına dönünce yavru bir kaplumbağanın kabuğunun üzerine ters döndüğünü, ayaklarının üzerinde durabilmek için olanca gücüyle debelendiğini gördü. Hemen ona yardımcı olup ters çevirdi ve aheste aheste ilerlemesini izlemeye koyuldu. " Kaplumbağa bile ters dönmeyi kabullenmeyip ayaklarının üzerinde durabilmek için çırpınıyor , hayata dört kolla sarılmış. Peki ben ne yapıyorum ? " diye geçirdi içinden. Düşündü düşündü...

          Oturduğu yerden bir hışımla kalktı ve parmak uçlarında neşeli neşeli eve yürümeye başladı. Yüreğinde ve zihnindeki bu ani değişim inşallah kalıcıdır diye dua etti. Az önce bahçeye çıktığı andan itibaren olanlar, ona bir mesaj olabilirdi ve " Ben mesajı aldım"  diyerek mırıldandı. "Sınavdayım ve ben tüm bu kırgınlıklarımı aşabilirim, bunu başarabilirim" diye diye merdivenleri ikişer üçer çıktı. Onca zaman sonra hücreleri can bulmuştu. Evin tüm perdelerini açtı ve her yeri güzelce elden geçirdi. Mutfağa geldiğinde penceresindeki fesleğeni boynunu bükmüş cansız cansız ona doğru bakıyordu. Fesleğenine kocaman bir öpücük kondurdu mis gibi kokusunu ciğerlerine kadar çekti. Ara sıra su içtiğinde aklına gelip ona da bir bardak ikram etmese istemeden onu canından edecekti. İstemsizce gözlerinden yaşlar süzüldü ve defalarca özür diledi. Akşam üzerine doğru fesleğencik bir parça canlandı galiba özrü kabul olmuştu da naz yapıyordu. Özrünün kabul olduğunu görmek mutlu olmasına neden oldu. Kendini orta şekerli bir Türk kahvesiyle ödüllendirdi yorgunluğunu gidermeye çalıştı. Biraz müzikle ruhunu dinlendirdi ve ardından ojelerini sürdü, kendisini bildi bileli boya küpleriyle birbirlerini hazetmediklerinden yüzünde sadeliği tercih etti. Saçlarını özenle tarayıp en sevdiği  elbiselerinden birini giydi ve deniz kenarına indi. Alabildiğine mavi alabildiğine huzur vericiydi. Gözleri bayram edince neşelendi avucuna aldığı suyu başından aşağı sağa sola atmaya eğlenmeye başladı. Ayağının altından kayan kumlar yaşadığını iliklerine kadar hissettirmişti. Kumların üzerine serilip saatlerce olani biteni düşündü. O siyaha büründüğü günler aklına gelince içi sıkıldı. "Evet siyahta çok sevdiğim bir renk ama hayatın bunca güzel renkleri varken yalnız siyaha bürünmek niçin?" diyerek eleştirdi kendini. Kendi kendinin doktoru olacağına dair bir söz verdi. Giden gitsindi kalan sağlar onundu. Onu yapayalnız bırakıp giden eşiydi küstüğü ise hayat. "Gidenin ardından ona değil de hayata küsmek ne saçma" diye kendi kendine söylendi. Kararlıydı hayata küsmeyecek dört elle sarılacaktı. Renkler, kelebek, kaplumbağa, karıncalar onu canlandırmayı, hayata döndürmeyi başarmıştı.       

          Çantasına topladığı birbirinden güzel çiçeklerle, mutlu mesut evine döndü. Ayağındaki pabuçları fırlatıp gökyüzüne bakarak bahçede çocuklar gibi dönmeye başladı. Durdu ve haykırdı;   "Aç kollarını hayat ben geldim."

 

SİBEL YILMAZ

 

 

 

    

 
Toplam blog
: 145
: 716
Kayıt tarihi
: 22.02.18
 
 

1978 Bursa doğumlu. Kelimelerin Dansı ve Kırmızı Vosvos kitaplarının yazanı. Eşi ve kızları olmaz..