Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mayıs '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Acele etmeyin...

Acele etmeyin...
 

Zincir nereye uzanır, bilemeyiz...


Toplum olarak çok kolay kızıyoruz, çok kolay seviniyoruz.

Bu özelliğimizle birlikte çok da kolay yargılıyoruz.

Bu yargılarla birlikte ansızın “ben demiştimciler, zaten biliyordumcular” ortaya çıkıveriyor.

Aradan bir süre geçiyor; “ben demiştimciler ve zaten biliyordumcular” yanıldıklarını anlıyorlar, sus-pus oluyorlar ve sıradaki olayı bekliyorlar. Olay olur olmaz gene en hızlı refleksi veriyorlar; ben demiştim...

“Ben demiştimcilere” dikkat ederseniz konu hakkında hem ak derler, hem kara derler. Sonuçta söylediklerinden biri tutar. Garip bir ego tatmin yöntemleri vardır, daima haklı olmak isterler. Fırsatını bulunca hemen patlatırlar; ben zaten biliyordum, söylemiştim...

Haklıdırlar, söylemişlerdir... Zaten yanılmalarına olanak yoktur.

Oysa olayı duyduklarında biraz dursalar, düşünseler, kendilerine gösterileni değil de gösterilmeyeni görmeye çalışsalar gerçekten doğruyu söyleyeceklerdir.

Bir bilseler; hiçbir şey göründüğü gibi değildir...

Bir bilseler; görünen sadece görebildiğinden (ya da kendisine gösterilenden) ibarettir...

Aslında hayatın tümünde böyledir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Hayatın bize gösterdiklerinden daha başka detayları vardır. Hayat karar vermekte acele edenleri daima yanıltır.

Çin düşünürü Lao Tsu´ nun bir öyküsü vardır, belki çoğunuz okumuşsunuzdur. Ne zaman bir “ben demişticiye” rastlasam bu öykü aklıma gelir. Öyküyü sizlerle de paylaşmak istedim.

***

Bir köyde ihtiyar bir adam varmış.. Çok fakirmiş ama dillere destan bir beyaz atı yüzünden kral bile onu kıskanırmış.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..

-Bu at,sadece at değil benim için, bir dost... İnsan dostunu satar mı? dermiş hep..

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylü ihtiyarın başına toplanmış

-Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın...

İhtiyar:
-Karar vermek için acele etmeyin. Sadece “at kayıp” deyin. Çünkü gerçek olan bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karardır. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez...demiş.

Köylüler ihtiyar adama kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.. Dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler..

-Sen haklı çıktın.. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için... Şimdi bir at sürün var...

-Karar vermek için gene acele ediyorsunuz. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç... Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir
yürütebilirsiniz ?

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden “bu herif sahiden bunamış...” diye geçirmişler.

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara..

-Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın demişler..

İhtiyar:

-Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez...

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler...

-Gene haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer...

-Siz erken karar vermeye devam edin. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor demiş.

Lao Tsu öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış:

Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.

Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır.

Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.
 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..