Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '10

 
Kategori
Öykü
 

Acının rengi koyu nefrettir bazen

Ayaklarını karnına doğru çekmiş, yatağın içinde öylece hareketsiz yatıyordu. Bedeni bir heykel misali sabitken düşünceleri rüzgara kapılmış gibi oradan oraya savruluyordu. Sanki ruhu bir sele kapılmış gibi dipte olan ne var ne yoksa yüzeye çıkarmıştı. Hangisini akıntıya sürükleyeceğine hangisini kurtaracağına bir türlü karar veremiyordu.

Gözünün önüne düşen perçemi bile yük geliyordu İpek’e... Eliyle arkaya doğru attı ve alnını ovalamaya başladı. Dört duvara ve kendine kol kanat geren tavana ilişti gözü... Yüksekliği hep aynı olmasına rağmen bazen kendine çok uzak bazen de yakın hissederdi. Bugün herşey gibi o da üstüne üstüne geliyordu. Gözlerini sıkıca yummasıyla açması bir oldu. Nefesini olduğu gibi içine çekip hızlıca geri bıraktı. İçindeki yangının bitip tükenmeyen dumanı ile adeta boğuluyordu. Aldığı her nefesle sanki yüreğindeki ateş daha da bir alevleniyordu. Olmayacak böyle diyerek bir hamlede doğruldu yatağından….

Üzerinden iki ay gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen herşey dün gibi aklındaydı. Sabah işe giderken, cep telefonu ile parmakları her zamanki gibi işbirliği içerisindeydi. Sevgilisine yüreğine nakarat olmuş sözleri bıkıp usanmadan yazmıştı yine "Seni seviyorum aşkım" diye... İşyerine vardığında yüzünde aşkın bıraktığı bir tebessüm izi vardı. Asansörün düğmesine basmış ve dördüncü kata gelene kadar aynada saçına başına şekil vermişti. İndiğinde inanılmaz bir koşuşturma gözüne çarpmıştı. Yüzlerdeki ifade kötü bir şey olduğunu anlatır gibiydi. Buz gibi bir atmosferin arasından odasına doğru gidiyordu ki oda arkadaşının sesiyle irkildi birden...

- İpek dur beni bekle! Daire başkanının odasından geliyorum. Sorma Çağrı bey trafik kazası geçirmiş! Cenazesi bugün öğle namazını müteakip kaldırılacakmış! Ölüm ilanını duyuru şeklinde yazacakmışım. İnanmıyorum İpek! Her sabah bizi çağırıp elimize yazı tutuşturan adam şimdi yok! İpek'in vücudu bir anda boşalmış ve omuzundaki çanta yere düşmüştü. Rengi sararmış dudakları kurumuştu. Birden hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Çağrı Bey ilk amiriydi ve dört yıldır da şube müdürüydü.

- Hayır! Çağrı Bey ölemez! Şaka bu değil mi? Seda, İpek'in hassas bir kız olduğunu biliyordu. Bir an "keşke hemen söylemeseydim" diye düşündü. Sonra kaşları çatıldı ve sert bir ses tonuyla; - Bu kadar ağlama bence! Değmezmiş o adama aslında... Şimdi söyleyeceklerimi duyunca anlayacaksın ne demek istediğimi... Sakin ol! dedi ve kolundan tutarak ağır adımlarla odalarına götürdü. İpek resmen şoktaydı. Elleri zangır zangır titriyordu. Seda, hemen masasının üstündeki limon kolonyasının kapağını açtı ve İpek'in tırnaklarını geçirdiği avucunu açarak bolca döktü. Ardından mendile de bir parça boşalttıktan sonra İpek'in burnuna tuttu.

- İpek, lütfen kendine gel! Derin derin içine çek ! İyi gelecek! Şerefsiz yirmi yaşında bir üniversite öğrencisiyle kaçamak yapmış. Sarhoş sarhoş araba kullanınca bir tırın altına girmiş. İkisi de aynı anda oracıkta ölmüş. Utanmamış da kendi oğluyla yaşıtmış kız! Karısı ve oğlu cenazeye kesinlikle katılmayacaklarını söylemişler. Büyük konuşmayım ama ben de olsam aynı şeyi yapardım. Utanç verici! İpek, iki elini başının arasına sıkıştırarak avaz avaz bağırmıştı.

- Yeter! Sus! Duymak istemiyorum. O ölemez! dedikçe Seda, şaşkın şaşkın bakıyordu yüzüne... Seda, İpek'in saçlarını okşayarak konuşmaya başlamıştı.

- Hayatım ne kadar güzel kalplisin böyle... Senin gibi bir arkadaşım olduğu için gurur duyuyorum. Herkes nefretle anarken sen herşeye rağmen ağlıyorsun. Çok duygusalsın canım benim! İpek, kendi içinde hesaplaşıyordu. Seda'nın yüzüne bakmış ve geri eğmişti başını. Bilse gerçeği yanımdan kaçar bir de tükürürdü diye düşünmüştü. Çünkü uzun zamandır Çağrı Beyle gizli bir beraberlik içerisindeydi. Evli bir adamla ilişki kurmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu biliyor ama kendini bir türlü geri çekemiyordu. Ama Çağrı Beyin başka çapkınlıkları olduğundan haberi yoktu. Her yeni günün sabahı büyük bir umutla uyanıyordu. Çağrı Bey eşinden boşanacak ve kendisiyle evlenecekti. Küçük bir kasabaya yerleşip herkese inat mutlu bir şekilde yaşayacaklardı. Bütün hayalleri alabora olmuştu.

Dolap çevirirken, o dolabın günün birinde kendi üstüne yıkılacağı aklının ucundan bile geçmemişti. İhtirasının doruğuna çıktıkça gerçeklerden bir o kadar uzaklaşmıştı. Başkasının ılık gözyaşlarının içinde güzellik banyosu yaparken şimdi kendi akıttığı gözyaşlarıyla haşlanıyordu.

Bir adam ve üç aldatılan kadın vardı. Biri kurtulmuş ama ikisi bu acıya ölene kadar katlanacaklardı. Suç; kazara oldu denecek kadar hafif değildi. Ölümle beraber aşk kırıkları da etrafa saçılmıştı. Acının rengi koyu nefretti. İpek, gözlerinden akan yaşları hızlıca sildi ve onu kahreden sırrını içine gömerek işe gitmek üzere hazırlanmaya başladı. İhanete uğramış gibi hissediyordu kendini ama Çağrı zaten ona ait değildi ki... Bir günah işlemişti ve bedeninden tiksiniyordu. Yıllar ne vicdanını ne de namusunu temizleyecekti.

Aysel AKSÜMER

 
Toplam blog
: 334
: 482
Kayıt tarihi
: 22.03.10
 
 

Halkla İlişkiler bölümü mezunuyum. Iki çocuk annesiyim. "Bir Öykü Kadar Kısa Bir Roman Kadar D..