Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '10

 
Kategori
Şiir
 

Acıya sarınanların s(t)anrısı

Demir atlarıyla geldiler, sabahı bağlayıp kurşuna dizmişlerdi geceden.
Ütülü, kolalı elbiseleri kan revan içindeydi, her ipine sinmiş acılar taşıyordu.
Bildiğim ne kadar güzel şey varsa, gelmeden el koymuşlardı aslında.
Sevda türkülerimiz vardı dilimizde vatan üstüne, aşklarımız vardı on yedi yaş. Kirli elleriyle tuttular hoyratça ekmeklerimizi kirlettiler sevdalarımızı, türkülerimizi.
Sonra sümkürdüler sofralarımızın ortalıklarına zehir ettiler aşı ekmeği.
Ayakları kokuyordu!
Kokuyordu ayakları, çürümüş beyinlerinden geliyordu o pis kokular.
Bastıkları yer mezar oluyordu ölüm kokuyordu, ceplerinde çürümüş cesetler doluydu.
Sonra pişkin pişkin güldüler arkamızdan, sağımızdan solumuzdan
Yüzümüze güldüler, gözlerimiz acılarımıza ağıt dökerken içimizi acıttılar.
Ne varsa götürdüler bizden uzaklara ulaşamadığımız raflara koydular,
Yaşam hakkımızı aldılar götürdüler uzun dipsiz karanlıklara sakladılar.
Kazmalarıyla ve kürekleriyle ruhumuzu kanattılar, içimizde karanlık dehlizler açtılar.
İçimizi yırttılar canımızı yakarak, umudu kirlettiler spastik salyalarıyla.
Benden kayıp olanların acılarını gömdüler içime, gözyaşlarım bin kez ellerine bulaştı,
Bizden gidenlerin alacağı vardı bu yaşamdan,
Hiç alamadılar alacaklı kaldılar dünden ve yarından,
Öldüklerinde hep alacaklıydılar yine de bize ödettiler borçlarını,
Acılarını çekerek, ağlayarak ve savaşarak,
Yokluklarından ve adlarından kalan boşluklarına.
Sonra şehre bir ulak geldi zalim kralından önce,
Karanlığı getirdi içimize, taşıma sulardan deniz aşırı.
Kucağında güneşten bir davul çalarak kasığına kadar ateş taşıyordu iblis
Gözleri kan kokuyordu, ağızı / insanların çürümüş cesetleri ile doluydu
Aramızdan yeni kurbanlar seçtiler,
Müptezeller işaretlemişti adlarının karşısını bir kez
Aydınlıkları karanlığa çevirdiler her saat başı kustukları zehirle, öfkeyle, kinle
Dişlerini gıcırdattılar, bıyık burdular birkaç evlek boyu, namlulara koydular adlarımızı.
Arabaları vardı şeytanların, tekerleri yoktu forsalar bağlıydı küreklerine,
Zincirler şakırdıyordu karanlıkta, zincirler acılara karışmıştı acılar ağıtlara
Bir şarkı yükseliyordu karanlığı sarınıp korkularına, sesi cılızdı şarkılarının
Ağlamaklı söylüyordu acı dolu şarkılarını nerden geldiği bilinmeyen göçebe ruh.
Canilere karşı şehre gün ortası göçebe insanlar gelmişti ellerinde meşalelerle.
Kimselere bir şeyler demediler, susup seyrettiler ve acının şarkılarını söylediler
Sonra ellerini yuyup gittiler.
Elleri ceset kokuyordu, elleri ölüm kokuyordu elleri gözyaşı kokuyordu.
Tanrı unutmuş muydu bu yaşanılanların hepsini neden gülerek bakıyordu
Tanrı bunları yeni şeytanlar olarak mı atamıştı dünya cehennemine?
Döktükleri kanları yusunlar diye mi yağıyordu bu yağmurlar, kesif ölüm kokusunun üstüne.
Acının kekremsi buruşukluğu ile çıkıyordu gözlerimizden acıya söylenen şarkılarımız.
Tanrı unutmuştu,
Büyük bir gafletin içindeydi kutsal kitaplar ve melekler.
Kendi adıyla kan döküp çocuklarını incitenleri kutsuyordu kutsal mekan.
Hepimizi yaksın kendi günahının çukurlarında et koksun kemik koksun mu istemişti?
Benim acı çekmem keyif mi veriyordu,
İblisin efendisine sor bakalım konuşacak mı?
Alkadraz_Kuşçusu
19 Temmuz 2009 İst.
Bir İhtilâlin Anatomisi.
www.turksiirmektebi.com

 
Toplam blog
: 12
: 323
Kayıt tarihi
: 27.02.09
 
 

10 Mart 1962 İstanbul / Kadıköy - Kızıltoprak doğumlu biri kız 3 çocuk babası yaşadığı dünyadan önce..