Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Acıyı yaşamamalı, başkalarına yaşatmamalıyız

Acıyı yaşamamalı, başkalarına yaşatmamalıyız
 

Bir imtihan dünyasındayız. Kimileri bu imtihanı alnının akıyla verirken, kimileri tabiri caizse imtihanı kaybederek, sınıfta kalıyor. Hayatımız boyunca vermeye çalıştığımız sınavlarda iyi-kötü, doğru-yanlış birçok acı olayla, engelle, maniyle, sıkıntıyla karşılaşıyoruz. Uğraştığımız meşgalelerle, yaşanan bir takım hadiseler bizlere mutluluk verir, ama çoğu zaman acı ve ıstırap verir. En azından, biz hep öyle düşünürüz ya!

Madem ki yaşıyoruz, madem ki insanlarla ve olanlara ilişki halindeyiz; elbette acılar olacak. Acılar olacak ki bir takım şeylerin kıymetini bilelim. Aksi takdirde nereden bileceğiz, eğer acılar ve olumsuzluklar olmazsa... Özellikle insanlarla olan birlikteliklerde ve beşeri münasebetlerde, kuralına uygun hareket etmediğimiz takdirde sonucun acıyla noktalanması kaçınılmazdır. Eşimiz, çocuklarımız, arkadaşımız, dostumuz, akrabalarımız, işyeri ve sokaktaki insanlarla öyle anlar yaşanır ki çoğu zaman acılar içerisinde kıvranıp dururuz.

Kimi zaman, bize acı verici olaylardan dersler çıkarır, bir daha yapmamak için azamî çaba ve gayret sarf ederiz. Çok unutkan bir yapıya ve özelliğe sahip olduğumuz için, her defasında “yapmam deriz”, ancak bir süre sonra unutarak yine aynı alışkanlıklarımıza devam ederiz. Yani acı üstüne acı/acılar yaşamaya devam ederiz. Bu acılarla insanlara düşman olur, kötü gözle bakarız, yaramıza basılmış tuz gibi olup, şiddetini ve kıvamını asla tutturamayız ve hep şikâyet eder dururuz.

Şimdi söylediklerimizi pekiştirecek ve acının ne olup, ne olmadığıyla ilgili bir kıssadan hisseyi sizlere arz etmek istiyorum.

“Yaşlı bir usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştır...

Bir gün çırağını tuz almaya gönderir.

Bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyler.

Çırak, yaşlı adamın söylediğini yapar ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başlar...

“Tadı nasıl? “ diye soran yaşlı adama öfkeyle; “Acı” diye cevap verir.

Usta, çırağının kolundan tutar ve dışarı çıkarır.

Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürür ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyler...

Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken, usta aynı soruyu sorar:

“Tadı nasıl?..”

“Ferahlatıcı” diye cevap verir genç çırak...

“Tuzun tadını aldın mı?” diye sorar yaşlı adam.

“Hayır” diye cevaplar çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturur ve şöyle der:

“Hayattaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır... Ancak bu acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlıdır... Acın olduğunda yapman gereken tek şey acı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için; sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış...”

Acı da olsa yaşananların dozajını ve şiddetini iyi ayarlamak gerekir. Başkalarının bize acı vermesini istemediğimiz şeyleri, asla; ama asla biz de başkalarına yapmamalıyız.

Acı her zaman vardır, var olmaya devam edecektir. Sadece olanların vahametine göre; ya az veya çok etkileyecektir bizleri.

Tuz gibi canımız acıtan, yaramızı dağlayan acıyı, biz yaşamayı istemediğimiz sürece, başkalarına da yaşatmamalıyız.

 

Kerim BAYDAK

kbaydak61-artan@hotmail.com

 

 

 
Toplam blog
: 1022
: 214
Kayıt tarihi
: 06.11.12
 
 

Kerim BAYDAK 01.01.1961  ADIYAMAN  doğumlu.. 2003 yılında Anadolu Üniversitesi  İşletme Fakultesi..