Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ağustos '08

 
Kategori
Güncel
 

Açlık sınırı, asgari ücret ve küresel rekabet

Açlık sınırı, asgari ücret ve küresel rekabet
 

Che Guevera


İşverenin işçiyi sömürmesi küresel dünyada farklı bir boyuta taşındı. 19. yüzyılda kazanılmış haklar, sendikalaşma gibi konular günümüzde açlık sınırı ile küresel rekabetin gölgesinde kaldı.

Emekçilerin zor yaşamları ve herkesin insani şartlar altında yaşamak gerekliliği çocukluğumdan itibaren ailemin dikkatimi çektiği bir konu idi… Sosyal Demokrat politik görüşe sahip olan ailem her zaman emekçiden yana tavır alır, işçiye memura yapılan zamları beğenmezdi. İşverenin sürekli işçiyi çok çalıştırdığını, mesaiye zorlayıp mesai ücreti ödemediğini ve işçiyi sömürüp ucuz işçilikten kazandığı parayı lüks bir hayat yaşayarak oraya buraya savurarak harcadığından bahsederdi.

Günümüzde baktığımız zaman bu sömürünün devam ettiğini düşünmek için yeterince sebebimiz var. Asgari Ücret 435 YTL, oysa Türk-İş mayıs ayı açlık sınırı 720 YTL olarak açıkladı. Yani kazandığı para ile işçi ailesi doğru dürüst beslenemiyor. Gazetelerin geçim sihirbazı dediği bu aileler aslında her gün 1 paket margarin ve 10 ekmek alıp katık ederek karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Yoksul mahallelerde bakkallara gidip sorarsanız size birbirinden dokunaklı hikâyeleri anlatıverirler. En iyi mahalle bakkalları bilir her evde pişeni ve pişemeyeni…

Toplumu koruyup ücret dengesini sağlaması gereken devletin gereğini yapamadığı da çok açık… Ama devleti ve işvereni suçlamaya başlamadan önce dikkate almamız gereken tatsız pek çok nokta daha var.

Küresel rekabet dünyanın gırtlağına çökmüş durumda. Sadece bizim gibi gelişmekte olan devletler değil, imparatorluklar dahi (günümüzde kendilerine G7 diyorlar) bu acımasız rekabetin baskısı altında eziliyorlar.

Nedir bu küresel rekabet? Veya bundan elli sene öncesinde neden gündemde değildi? İki önemli sebebi var.

Birincisi iletişim olanaklarının artması ve kolaylaşması ile dünyanın her tarafı ile ticaret yapmak çok kolaylaştı. Dolayısıyla dünyanın her yerinden istediğiniz ürünleri kolayca araştırıp bulabiliyorsunuz. Dolayısıyla A ürünü için sadece bir ülkedeki birkaç firma ile değil dünyadaki A üreten tüm firmalarla alıveriş yapma şansınız var. Bu da dünyadaki tüm A üreticilerini birbiri ile rekabet eder duruma sokuyor.

İkincisi ise dünyadaki nüfus artışı ve verimli sanayi üretim yöntemlerinin geliştirilmesi ile birlikte insan fazlasının ortaya çıkması. Özellikle Uzakdoğu ve Hindistan’da ortaya çıkan bu insan fazlası, karnını doyurabilmek için çok düşük ücrete çalışıyor. Dolayısıyla burada üretilen ürünler de işçilik maliyetinin düşük olmasından dolayı çok ucuz oluyor. İşçiliği nispeten yüksek (kendi içinde açlık sınırının altında olmasının hiçbir anlamı yok) ülkelerde de üretilen ürünler haliyle pahalı olduğu için rekabet şansı bulamıyor.

Çok yakından tanıdığım yüksek teknoloji ürünü makineler üreten iki Alman firması, geçtiğimiz aylarda düşük işçilik ücretlerinden dolayı üretimini Çin’e kaydırmaya karar verdi. Almanya’daki fabrikalarda çalışan Alman vatandaşları durumdan çok hoşnutsuz ancak yapabilecekleri hiçbir şey yok. Yaşam standartlarını korumaları için aldıkları maaş Çin’dekinden yirmi kat fazla.

Bir başka örneği geçtiğimiz yıllarda yaşadık. Yüzlerce Avrupa giyim markası bundan 20 sene önce hazır giyim ürünlerini Türkiye’de üretmeye başladı. O zaman için uygun bir alternatif olan Türkiye yaklaşık on seneden beridir daha ucuz üretebilen Mısır, Hindistan, Çin gibi ülkelerin verdikleri düşük fiyatlar karşısından yavaş yavaş siparişlerini kaybetti. Sonunda Türk işadamları bile yurtdışında ucuz işçiliğin olduğu yerlere fabrikalarını kaydırdılar ayakta kalabilmek için… Burada onları suçlamak büyük bir yanlış olur çünkü kar elde edebilmek için buna mecburdular. Bunu yapmasalardı fabrikaları kapatmak zorunda kalacaklar ve dolayısıyla emekçilerimiz gene işsiz kalacaktı.

Geçtiğimiz yıllarda ismini vermeyeceğim bazı yabancı işverenler ise sendikaların insani taleplerini karşılamak istemedikleri için fabrikaları Türkiye’de kapatıp yurtdışında başlarını ağrıtmayan bölgelere taşıdılar. Sizce kim kazandı dersiniz? Hakkını arayan sendikalar mı yoksa fabrikasını taşıyan yabancı işveren mi? Kimin kazandığını bilemiyorum ancak kimin kaybettiği bence çok açık…

Bir işveren dostumun şu samimi sözünü de ilave etmek istiyorum. İşçileri ile zam pazarlığı yapıp anlaştıktan sonra yanıma gelip şunu söylemişti.

“Zammı sadece kendim için değil aynı zamanda onları da düşünerek düşük tutuyorum. Bu maliyetlerle devam edersek birkaç sene sonunda fabrikayı kapatmamız veya Mısır’a taşımamız gerekecek… Bu da burada çalışanların sonu olur!”

Rekabetin neden bu şekilde geliştiğini haklı olarak anlamakta güçlük çekenler olabilir. Bu konuda biraz daha detay vermek istiyorum. Uzakdoğu’da insanlar aylık 50 dolara kadar düşen ücretlerle ve günde bir kap pirinç uğruna canlarını dişlerine takarak çalışıyorlar. Yurtlarda askerler gibi 10 kişilik koğuşlarda ve ranzalarda yatıyorlar. Aşklarını, evliliklerini bu ortamlarda yaşamak zorundalar. Ben bu koğuşları gezdim, bu insanları tanıdım. Tek bir amaçları var, daha çok para kazanıp daha iyi bir hayat sürebilmek. Kimseye karşı bir kötü niyetleri yok. Ama hayatlarını daha iyi bir seviyeye taşıyabilmek için kıyasıya bir rekabet içinde olmaları gerektiğini işçisinden yöneticisine kadar hepsi biliyor ve bu uğurda gayret gösteriyorlar. Ve sonuçta sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan ülkelerin emekçilerinin ağzındaki lokmalara ortak oluyorlar.

Bu gerçekleri bile bile işverenin, işçinin, sendikaların ve devletin birbirini suçlayarak birbirinden daha fazla pay koparmaya çalışması bence yaygara yapmaktan başka bir şey değil. Devlet desteği, kur ve ekonomi politikaları, fabrika verimliliği, enerji maliyetleri gibi parametreler elbette rekabet için önemli olsa da temel gerçeği ne yazık ki değiştiremiyor. Kısıtlı kaynakları arzulayan çok sayıda insan, kaynakları bölüşmek zorunda kalıyor. Gelişmiş ülkelerin ellerindeki zenginlikler bir nevi Uzakdoğu’daki insanlarla paylaşılmak üzere o tarafa doğru akıyor.

Her altı ayda bir zam oranları açıklandığı zaman annem televizyonun karşısında hala “Bu insanlar nasıl geçinecek?” veya “İşverenler ne kadar çok para kazanıyorlar! İşçiye reva gördükleri paraya bak!” diye söyleniyor. Ne yazık ki solcuların hayallerindeki adaletli dünyadan çok uzağız. Açlık sınırının altında yaşayan insanlarımız, işlerini köleler gibi çalışmaya razı olan daha fakir insanlar tarafından kaybetmek üzereler. Daha çekilecek çok acı var ülkemizde ve dünyamızda…

 
Toplam blog
: 18
: 1354
Kayıt tarihi
: 17.04.08
 
 

1974 doğumluyum. Mühendislik eğitimi aldım ve özel bir şirkette yönetici olarak çalışıyorum. İlgi..