Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mayıs '22

 
Kategori
Öykü
 

AÇMAZ / 3

(3 bölümlü ÖYKÜ’nün sonu)

AŞK, İNSANIN KENDİSİNİ SEVMESİ “Mİ DİR?” ACABA!

BUNUN olgunlaşmış bir sevda olmasını söylemeye olanak yoktu yalnız. Bıraksınlar yaş farkını, bir ilişki yaşamları etkilemeyecek biçimde sürmelidir. Ancak böyle olmuyordu bu. Ait olduğu evine de gitme zorunluluğu olan adam, hayatının genç kız tarafından kontrol edilmeye başladığını algıladı. Evinde bir karısı vardı, askerde de çocuğu. En önemlisi tümüyle odaklanması gereken, asla ihmal edemeyeceği bir işi…Para yere düştüğünde altta kalan yüz de farklıdır. Bu tarafta ışıltılı bir süreç sonunda üniversiteye giden kızın profili yer alıyordu. Adamın dağdan taştan kıskanmaya başladığı o genç kız… Bir çocukluk hastalığının acı hatırası metal baston ise bu tuhaf ilişkinin gizli sivilcesi idi. Tartışmalarda yaş farkını ve parmağındaki yüzüğü, aklı sünger gibi emerken, konuya bir şekilde özürlü durumunu karıştırıp, her şeyi açmaza sokuyordu adam. Akordsuz gitar uyumsuz telleri ile besteleyemezdi, böyle bir aşkın dengeden yoksun şarkısını. Zaman zaman yaşlarını değiş tokuş ediyorlardı sanki… Sevmek ya da diğerini egemenliği altına almak, bir türlü ayrışmayan kavramlardı. Bu karmaşanın dalgalarına, beyaz bir martı kondu günün birinde. O da kuralsız oyuna katılmıştı: Adamın askerden dönen oğlu!

İNSANI KENDİSİNDEN VAZGEÇİREMEZSİN!

KIZIN olduğu bir buçuk yıl gibi sürede iki kez izne gelmiş ve onunla tanışmıştı. Başta biri birlerinin ilgisini çekmeyen gençler delikanlının dönmesiyle iş arkadaşı oldular. Zaman kimseye düşüncesini sormaz, onlara da aynı davranıp aşık olmalarına karar verdi. İşleri koşutunda bir trafiği olan adamın başı dertteydi iş gezileri ile. Filizlenme süreci hızlı gelişti ofisteki bu ikinci ilişkinin. Kızın elindeki denge çubuğu iyiden iyiye sallanmaya başlamıştı. Durumu gözden geçiriyor; ikincisine ‘işte aşk’ derken, ilkine ‘ne yaptın sen deli kız’ damgasını vuruyordu. Bu arada çocuğun dudakları evlilik şarkıları söylemeye başladı, kısa süreye aldırmaksızın… Kızın yaşam alanı daralmıştı. Hayat bazen gerçekleri kullanarak yalanların başını ezer. O da delikanlıya gerçekleri söylemeye hazırlandı. Ama diğer cepheyi terketmeli idi önce. Kaldığı evden sözetti. Tabii ki böyle bir ortamın ne amaçla oluştuğunu açıklamadan! İlk işleri ise delikanlının tuttuğu küçük bir daireye kızın taşınması oldu. Daha sonra ilk evlilik yıllarında da burada oturmaya karar vereceklerdi.

HAYAT YARIM KALACAK BİR DÜŞTÜR

SİYAH Playmouth, ofisin bulunduğu sokağın hemen girişinde kaldı. Bir onarımdan ötürü “yol geçici olarak kapalı” yazısı ile sarı – siyah uyarı bantları dikkat çekiyordu. Adam sürücüye sokağın diğer ucundan ikinci bir giriş tarif etti. Artık her şey iskambil kartları gibi art arda ortalığa düşüyordu! Bir ikinci aşktan habersiz olan adam, kızın boşalttığı evi, içeride sert bir dille ona sorunca delikanlı çıktı babasının karşısına… Bir iki masum sözcükle insan uzayda kaybolabilir mi? Evet! “Biz evlenmeye karar verdik baba!” Ve uzay adamı yuttu. Oğlu, bilmediği bir şeyi öğrenmiş gibi oldu ama tam kestirememişti. Kızın yokluğunu farkettiğinde asansörsüz indi merdivenlerden. Sokağın caddeye yakın çıkışına doğru adeta uçuyordu. Sevgilisinin adını haykırırken ‘sarı- siyah’ bir şerit geçti gözlerinin önünden. Bu, hayatının kopan filmiydi. Dolanan bantla birlikte bastığı yerden bembeyaz bir ışık kümesi fışkırdı evrene. İnsanlar bir ‘sokak lambası’na koştu. Ve direğin dibindeki patlak borudan sızan ‘elektrik akımlı’ sularda cansız yatan genci gördüler. Yarasalar her yere yetişemezdi!

YAŞAMIN YASAK SAYMADIĞINI HİÇ KİMSE YASAKLAYAMAZ

KENT, boğazdaki gerdanlığından geçen araçları seyrediyordu. Yavaş bir taksinin kapısından fırlayan genç kız, tüm engelleri aşıverdi. Ve İstanbul’un gözleri önünde kendisini, hayatını ve düşlerini metrelerce yüksekten vurdum duymaz sulara gömdü. Bir saat sonra sahil güvenlik botunda görevli teğmen - hekim, güvertede doldurduğu vukuat raporuna son bir not daha ekliyordu: Hamile tanısı (Yaklaşık üç aylık)…

FALCI kadın, iç dünyasını yansıtan binbir renkte giysileriyle salına salına parktan içeri girdi. Soldan ikinci çınarın dibindeki fötr şapkalı, metal bastonlu bir adamın yanına oturdu: “Bakayım be sana güzel bir falcık!...” Başını öne doğru eğmişti adam. Hareket etmeden yere doğru bakıyordu. Yanıt beklemeden sağ elini avucuna aldı. Bir iki saniye sonra tüm park, falcı kadının feryatları ile yankılanıyordu. Hayatında hiç ölü bir insana fal bakmamıştı… / Levent ÜSKÜDARLI /

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..