Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '09

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

Acun Ilıcalı ve mucizevî kişisel gelişim...

Acun Ilıcalı ve mucizevî kişisel gelişim...
 

Umut...




Saba Hanım'ın proğramında, Acun Ilıcalı'yı dinliyorum;gözlerim kapalı...

Kahkahalı ve neşeli proğramlarıyla ilgi çeken hanımefendi bu kez daha çok hüzünleniyordu...

Acun'un, çok genç yaşta, acılı ve karmakarışık bir yaşam öyküsü olmuş...

Bilim adamlarının ünlü ''Hayatta Başarılı Olmanın Sırları '' gibi ezberleri bozan ;yaşam koçları'nın süslü teorilerini altüst eden Ilıcalı 'nın anlatımı ,bazen bir masal tadı veriyor...

Tüm velilerin ,eğitimcilerin ;pedagogların ders çıkarması gereken roman gibi bir yaşam...

Ayda 200 YTL’ye televizyon muhabirliğine başlayan, şimdi ise ekranların en çok kazanan "Var mısın, Yok musun" yarışma programının yapımcısı ve sunucusu olan Acun Ilıcalı, bu noktaya geliş hikayesini ve başarısının sırrını anlatıyordu...

Hürriyet'ten Sema Denker 'in Ilıcalı'yla yaptığı röportajından okuduklarımla,TV 'den dinlediklerimi harmanlıyorum...


''1969 yılında Edirne’de dünyaya geldim. Çok yaramaz bir çocuktum.

Tam bir sokak çocuğu... Sigara içmeye ilkokul beşinci sınıfta başladım, düşünün işte! Acayip bir şeydim.

Benden iki yaş büyük Ömer adında bir ağabeyim var. O, okul birincisi, örnek bir çocuk. Edirne’de, İtalyan Lisesi’ni kazanan tek öğrenciydi. Ailem için ben de o kadar başarılı olmalıydım.

Hiç kimsenin beklemediği bir şeydi, Kadıköy Anadolu Lisesi’ni kazandım. Ama çok parlak bir öğrenci değildim. Her yıl 10 dersten ikmale kalır, yıl sonunda hepsini verir, sınıfımı geçerdim.

Amcam,Matematik profesörüydü...Bana özel dersler verirdi...Ben, ise her Matematik sınavında ''Sıfır '' çeker ,gelirdim...


Yani sınıfın en kötüsü, Kadıköy Anadolu Lisesi’nin en başarısız öğrencisi bendim. Ama dediğim gibi hiçbir yıl sınıfta kalmadım.

Nasıl kalmadım; öğrenim hayatında gelmiş geçmiş en büyük kopyacı benimdir herhalde.

İngilizcem iyi olduğu için İstanbul Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nü kazandım. Hem de üç kez... Ama üniversite hayatım, 7 yılın sonunda mezun olmadan bitti.

Zaten 19 yaşında da evlendim. Evlendikten sonra kızım dünyaya geldi.

Kızım doğduktan 9 ay sonra da ailemi kaybettim. O andan itibaren de zor yıllar başladı işte.

Bodrum’a tatile gidiyorlardı. Kızım Banu da onların yanındaydı. Babam sakin sakin konvoyu sollarken, bir anda karşısına 180’le gelen bir araç çıkmış ve kafa kafaya çarpışmışlar.

Annemle babam orada rahmetli olmuş.

Kızım ise kurtulmuş. Sadece vücudunda 18 kırık vardı. Hepsi de iyileşebilecek kırıklardı, nitekim 4 ay sonra da eski sağlığına kavuşmuştu.

Bu dünyada, bundan daha büyük bir acı olamaz herhalde. Öyle bir acıydı ki, kızımın yaşamasına sevinememiştim bile. Bânu’nun o kazadan sağ çıkması gerçekten mucizeydi. Ben o yüzden kızıma "mucize çocuk" derim.Bânu,şimdi 17 yaşında...

Kalbimdeki sızı hiç geçmiyor. Ben o olaydan sonra tam bir yıl evden dışarı çıkmadım. Kimseyle görüşmek, hiçbir şey yapmak istemiyordum. Hep arkadaşlarım eve geliyordu.

Ben de sürekli onlarla oyun oynuyor, futbol izliyordum. Benim bu durumuma eşim daha fazla dayanamadı ve boşanmak istediğini söyledi. Ona göre benden pek bir şey olmayacaktı.

Ve boşandık. Her şey o kadar üst üste gelmişti ki. Deli gibiydim... Tam dibe vurmuştum yani...


Kanal D’nin genel müdürü , yeğenimin en yakın arkadaşıydı. Dolayısıyla çocukluğumu bilir. O dönem İrfan Ağabey, Show TV’de mali kontrolördü. Bir gün onu ziyarete gittim. Beni İlker Yasin ile tanıştırdı ve stajyer kadrosundan ayda 200 YTL’ye spor servisinde işe başladım.

İki ay sonra da çıkartıldım. Fakat birkaç ay sonra İlker Bey beni yeniden işe aldı. Ama devamlı topun ağzındaydım.

Beşiktaş muhabiri olduktan sonra bir anda sporcular ile samimi oldum, sıcak diyaloglar içinde bulundum. Bu samimiyetten dolayı bütün futbolcularla özel röportajlar yapmaya başladım ve bir anda yıldızım parladı.

Parlamamla beraber Şansal Büyüka’nın yanına, Televole’ye maaşımın yedi katına transfer oldum.

Televole o zaman futbol magazindi.

İşte bu program benim hayatımın dönüm noktası oldu. Çünkü futbol dünyasından ünlüler dünyasına transfer oldum. Kimseyi satmadığım, samimi olduğum için sanat dünyasında da çok özel işler yaptım.

Derken Televole içerisinde kendime ait bir bölümüm oldu ve o bölüm için bir süre sonra dünyayı dolaşmaya başladım.

105 ülke gezdim ve bu arada bir kez daha evlendim. Eşim Zeynep’ten de iki kızım daha var.

Gittiğim ülkelerde hep TV izlerdim. Dolayısıyla beğendiğim, zevk aldığım programları Türkiye’ye getirdim. Baktım ki benim zevk aldığım işlerden herkes zevk alıyor, program seçimlerini de ona göre yaptım. Yeni bir proje var mı, belki bir tane daha bir şey yaparım.

Ama büyümek istemiyorum. Butik kalacağım. Yoksa bugün 10 proje yapar, 10 kat para kazanırım.

Ailemi trafik kazasında kaybedip, sonrasında ilk eşimden boşanınca ben de ipler tamamen koptu.

Herkesin bir gün öleceğini, hayatın anlamsız olduğunu düşünerek ölümden hiç korkmadan yaşamaya başladım.

Gidip motosiklet aldım. Sonra büyük bir kaza geçirdim. Bağdat Caddesi’nde... Bir araba soldan gelip çarptı. Arkamda da yakın arkadaşım vardı. O da o kazada vefat etti.

Benim ise sol kolum kırıldı. 36 dikişli bir ameliyat geçirdim ve koluma platin takıldı. '' Diyerek devam ediyor...
...........

Acun Ilıcalı, şimdi çok meşhur ve zengin bir proğramcı...

Kumarı özendiren formatıyla; sürekli izlettiği psikolojik yıkımlarla aksiyonunu yükselten, iner-çıkarlı çizgisiyle hiç tasvip etmediğim ,''Var mısın Yok musun ?..'' yarışmasıyla şöhretin doruklarında...

Benim gibi düşünenler azınlıkta kalıyor ki proğramın reytingi çok yüksek !..

İzleyenler,yarışmacıların kimliğine bürünüyorlar sanırım ...

İsterse daha çok proğramlar yaparak servetini on'a katlayabileceğini söylüyor...Fakat O,''kendi deyimiyle ''Butik '' kalmayı yeğliyor...

Ülkemizdeki ezberci insan yetiştirme ve ''Tek tip insan modeli '' yaratma anlayışını yıkıp geçen bir ders izledim.

Kişinin benlik ve öz yetenek;8 zekâ kuramı gibi yaratıcı özelliklerini düşünmeden, öngörülü seçimlerle geleceğinin karatılması ne kadar acı !..

Nice cevherlerimizin bu çarkın dişlileri arasında nasıl da mutsuz olduğunu bile bile, at gözlüğüyle yola devam ediyoruz...

Ülkemizde,kişinin yaşam haritası herzaman kendi arzu ettiği biçimde şekillenmez. Kendimizin dışındaki harita uzmanlarının görüşleri itibar kazanır...

Yaşamımıza yön verirken çevre baskısından fazlasıyla etkileniriz...

Tek düzelikten şikâyet ederken bu durumu , kendimiz seçeriz. Monotonluktan sıkıldığımızı söylerken,ertesi günü plânlama düşüncesinden vazgeçmeyenlerimiz çoktur...

Bu tek düze yaşamlardır ki bizi strese sokar ...Kişi öngörebilmekten vazgeçmez;ama bu durumdan da rahatsızdır.

Çocukluğumuzdan bu yana hep mükemmelliyetçi olan ailelerimizin baskısıyla onların istediği gibi bir birey olmaya zorlanırız...Bu nedenle de hayatın birçok iyi yönünü kaçırırız...

Yeteneklerimizi, yeterince biz olarak sergileyemeyiz...

Karar alma ihtiyacımızı zorlayan toplumsal süreçler nedeniyle birey olan bizler, başka faktörleri göremeyiz...

Örneğin, ÖSS toplumsal bir yönlendirmedir...Sanki ,''Olmazsa olmazlarımızdır.'' Baskılara, mutlak boyun eğeriz...

Kreşler de öyle değil midir ?..Orada da uyumak,resim yapmak,yemek okuma vb...saatleri düzenlidir...

Sizin ne zaman uyuyacağınızı seçme şansınız yoktur...Kişi, kararlarıyla değil ;uyumlarıyla değerlendirilir...

Kuralcılık en önemli değerdir...Hatta bunun için ödül verilir...

Toplumsal fısıltılar, bize ait olmadığı halde, sorumluluğunu alırız...Ertelemekten çekiniriz...

Ancak kişinin özgür seçimleri ertelenmez...

Sabah kendi isteğinizle kalkıp işinizi, ailenizi bırakıp sahil kasabasına giderseniz büyük keyif alırsınız...Çünkü seçimi siz yapmışsınızdır...

Beş dakikalık işleri bile ertelediğimizde, zihnimizde kalır...''Neden erteliyorum ?..'' düşüncesi strese neden olur...

Benim ''seçmediklerimin'' sonucu olarak, ondan vazgeçmek yerine; çarkın içinde öğütülmek vardır...

Halbuki bizim dışımızda çark yoktur...Hangi eylemin sorumluluğu alıp, seçimimizi biz yaparsak mutlu oluruz...

Öngörülerle başa çıkma, nasıl olacaktır ?..Ter dökmeyi gözönüne alırsak, yorgunluk lezzet verir...

Toplumsal psikolojimizi düzeltmek için ben duygusuna saygılı olmalıyız...

Kendi yetilerinizle ve içten gelen arzularınızla hazırladığınız ''Kanserli hastalar ya da sokak çocukları üzerinde yaptığınız bir araştırma '' göz yaşlarıyla doludur...Sizi depresyonlara sürükleyebilir;ama sonuçta meyvelerini yerken tüm yorgunluklarınız mutluluğa dönüşür.

Çünkü eser tamamen öz güveninizle yaratılmıştır...

Bazen depresyonlar bizi yaşama hazırlayan kilometre taşlarımızdır...Ders almasını bilirsek tabi !..

''Tecrübe,hayatta yenilen kazıkların bileşkesi '' değil midir ?..

Yılbaşlarında,hafta başlarında hep kararlar alırız...Bu kararlar,çevre ve toplum istekleriyle eşdeğerdir...

''Öngörülerimiz gerçekleşemeyebilir'' kuşkusuyla depresyona girdiğimiz de olur...

Eğer ''kişi ''olup hedefleri koyarsak, enerjimiz bizi çağırır...Hep Ferrari'yi hedeflemek gerçek dışıdır...

Karar alma süreçlerimizde, kırmızı küçük hırkalar peşinde koşarsak daha mutlu oluruz...

Her başarılı insanın, ilginç bir öyküsü vardır...

...........











 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..