Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '09

 
Kategori
Ramazan
 

Ada'da ramazan

Çok daha uzundu çocukluğumun Ramazanları. Sahurdaki karpuzlar daha kırmızı, iftarlar daha neşeli ve bereketli, teravihler daha kalabalık…

İlk namazım gibi ilk orucumu da babam anlatmıştı, neden tutulur, neden sevaptır? Birbirinden akıllı ve yaramaz bir sürü çocuk, kim daha çok oruç tutacak diye yarışır olmuştuk. Güneş çok kızgındı, su bile içememek çok zorlu ama biz çocuklar da çok kararlıydık. Ya tutacaktık ya tutacak.

Mutfaktan odamıza sızan ışıkla uyanırdım sahura. Bu kadar çok kanal , bu kadar çok ağlayan vaiz de yoktu ama radyo vardı:TRT . Sahur özel programı (nedense beni ağlamaklı yapacak kadar içli ) bir tasavvuf müziği ile başlar, inanmanın ödülü cenneti anlatan hadislerle devam eder, Apikoğlu pastırma ve sucukları reklamıyla bölünür nihayet Karagöz ve Hacivat ile uykum iyice açılırdı: Hayyy Hakkkkkk.

“Hay Allah, ezannn!!!” sesiyle uyandığımız geceler, annem uyuyakaldı demekti ki bu da babam çayı kaynar kaynar içecek, ezana da son suyunu zor yetiştirecek anlamına gelirdi.

Yine de sular içilir, niyet edilir ve sabah namazı kılınıp yatılırdı. Şimdi hiç duymadığım horoz sesleriyle renkli rüyalara dalardım…

Sabahın ilk saatleri kolaydı. Zor olan, Kur’an kursundan dönüşte içimizde beliren oyun canavarına dur diyebilmek ve evde oturabilmekti. Ağaçlar vardı çıkılacak, daldan dala atlanacak, sonra bisiklete binilmeliydi dizlerde yıllarca kalacak derin yaralar açılsın diye. Yüreklerimizde derin yaralar yoktu henüz. Ve sadece oruçla bile cennete gidilir sanırdık.

Öğlen sıcağı iyice bastırınca oruç tutmayanlardan biri oyun alanında belirirdi: Hadi yakartop! Hem de bu sıcakta hem de oruçlu! Çoğunlukla <ı>“annem sen oruç tutamazsın dedi “diyerek bu farzdan kaçan küçük yaramaz , bizi oyuna teşvik eder, dili damağına yapışmış bu mümin çocuk gurubunu şeytanla tanıştırırdı. “<ı>Peki o zaman” der başlardık. Yakartop biter istopa geçer, çizgiden sıkılır ayakipi atlardık. Saatler saatleri kovalar, dallarda kirazlar erikler bize güler, biz susuzluk ve açıktan bitap düşerdik.

Bize ertesi gün , bir sonraki gün de oruç tutturabilecek tek ödül Lojmanlardaki fırına pide almaya gidebilmek olacaktı tabii.

Beklenen olur, annem pide almaya git diye elime para tutuştururken ben pek de istemeyerek gidermiş gibi bir tavırla evden çıkar, köşede beni bekleyen Ayfer’le buluşunca dört çocuk annesi bir kadın edasıyla fırının yolunu tutardım.

Sarı Duraktan çıkışımız dış dünyaya merhaba demekti. Kasaptan dönenler, filelerle meyve taşıyanlar, dolmuştan inen telaşlı adımlar ve o akşamlarda hiç bitmeyecek sandığım pide kuyruğu.

Emekliler, kucağında çocuklu kadınlar, sırada tanıştığımız kızlar , eli yanmasın diye üstünde <ı>Tercüman ya da <ı>Kelebek yazan gazete kağıdıyla bekleyen deneyimli çocuklar. Fırının sıcağı yaz sıcağına karışır, bir ileri bir geri gidip gelen kürek bazen çocuğa çarpar bir karmaşa olur ama sonunda herkes pidesine kavuşurdu. Pideler de tabii daha büyük, daha lezzetli ve daha susamlıydı. Ellerimiz yana yana, öfleyerek ama evde bekleyen oruçlulara kendimizi feda ederek eve döner bir de salata yapardık.

Oruçlu olmayan ama son bir saat kala “<ı>ben de oruçluyum” diyen çocuklara zabbar zabbar diye bağırır, <ı>” valla oruçluyum “derse şart olsun dedirtir yine inanmazsak çıkar bakalım dilini der, böylece zabbarı suçüstü yakalardık. <ı>Oruçla dalga mı geçilir diye kendi aramızda çarpılmaktan korkar, sadece dakikalar kala adet olduğu üzre ezan taklidi yapan bir başka yaramaza (ki o da kesinlikle erkektir) kahkahalarla güler ve sokakları boşaltır sofraları doldururduk.

Oruç tutmak büyümek demekti , orucu tutmak da doyabilmek. Hiç içemeyeceğim sandığım suya kavuşunca karnım hemen doyar yine oyuna ve arkadaşlara susardım.

Çatal kaşık sesleri ve çay şıkırtılarının ardından bu kez annem teravih için seslenirdi. Kaçırılır mı bu eğlence. Anneler önde, biz namaz örtülerimiz uzun eteklerimizle arkada köprüden geçer, 32 Evler’in yolunu tutardık. Teravih çok uzun biz de çok çocuk olunca kıkırdamalar Allahuekber seslerine karışır, öksürükle yapılan ikazlar biz gülme krizine girince azara dönüşürdü .

Arnavutların evinin önünden sessizce geçer , bakkaldan çekirdek alır, geç vakitlere kadar tren sesleri eşliğinde bayramda ne giyeceğimizi konuşurduk. Mahalleden bir kaç çocuğun tepsiye dizdikleri kaymakları satmaya çalıştığı, annelerin omuzlarında hırkaları gezintiye çıkıp yarınki iftara değişik tarifler verdikleri gecelerde kimse televizyon kurbanı değildi. Arkadaşımızın ruh halini facebooktan değil kendi ağzından dinlediğimiz günlerdi yani .

Şarkılar türkülerle bir Ramazan gecesi daha biter yaklaşan bayramın telaşı daha çok çocukları ve hazırlık yapacak anneleri sarardı. O zamanlar bayramlar tatil kaçamakları değil, bol bol baklava ve harçlık demekti. Ama şimdi yatmalı, sahuru kaçırmamalı , oruçları tutmalı ve arefe gecesi Uzunçarşı’ya çıkılmalıydı. Nasılsa gece Karagöz beni uyandıracaktı:

<ı>Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim hemannnn!!

 
Toplam blog
: 19
: 1037
Kayıt tarihi
: 24.06.09
 
 

ZUHAL EROL Ankara doğumlu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bö..