Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '07

 
Kategori
Felsefe
 

Adada yaşayan ölümsüz zekiler

Adada yaşayan ölümsüz zekiler
 

Kavram üzerine..

Örneğin zeka..

Bir ada düşünelim.. Tek bir insan yaşıyor.

O adanın ne en zeki ne de tek zeki adamı o diyebilirdik.

Diyemezdik çünkü, zeka göreceli bir şeydir.

Zekadan bahsetmek için en az iki kişi gerekir.

Burada bir blogumda zekaya, bilgiyi hızlı işleme kapasitesi demiştim. Tek bir insan, bir bilgiyi ya da pratiği ortaya koyarken, varolan düşünme malzemesini alıyor, bunu bir sürede işliyor ve sonuçlara ulaşıyor. Şimdi, malzeme için miktar ve işleme için süre kavramımız olmasaydı. Her insan eninde sonunda aynı sonuca ulaşırdı. Ama bu kavramlarımız var. Diyelim ki, iki kişi, 5 birimlik sürede 10 birimlik malzemeyi işliyor ve sonucu buluyor. Bu ikisi arasında zeka ayrımı yapabilir miyiz? Hayır. Üçüncü bi kişi daha katalım. Bu ise, 2 birimlik sürede, 10 birimlik malzeme ile aynı sonuca ulaşıyor. Şimdi zekadan bahsedebiliriz. Dördüncü bir kişi alalım o da, üçüncü kişinin rakamlarıyla aynı sonucu buluyor. Bu ikisi arasında yine zeka ayrımı olmaz. Beşinci kişi olsun, o ise, 0, 5 birimlik sürede 10 birimlik malzemeyle sonucu bulsun vs. Bu durumda en zeki kişi beşinci kişidir. (Son zamanlarda bir sürü zeka tipleri ortaya kondu. Aslında bunlar pek inandırıcı değil. Çünkü olayın ticari boyutu var, her şeyin bir zekası olunca, bu bir pazar yaratıyor. Ama konumuz bu değil tabi.) Zeka da tıpkı, bir şeyin başka bir şeye göre uzun ya da kısa olması gibi olan bir şeydir. Genelde zeka, hız odaklı bir şey olarak algılanıyor. Bir işlemi hızlı yapan daha zeki deniyor. Aslında hızdan kasıt, daha çok malzemeyi işleyebilmek, yoksa nede hızlı olunuyor ki? Esas olan malzemeyi işlemek. Tabi malzeme elde hazır değil. Malzemeyi de keşfetmek gerekiyor. Burada daha farklı yetiler de devreye giriyor. Her malzeme gerçekten bir varlık değildir, pek çoğu insanın koyutudur. İnsanın yarattığı varlıktır. O yüzden insanın her söylediği keşif değildir. Yoktan varetmedir. İnsanın dışındaki varlığa ilişkin malzemeyi keşif, yine daha çok malzemeyi bir arada düşünübilme yetisine bağlı gibi. Yanlış anlaşılmasın zihin depo değildir. Öğüten bir depo olabilir ama. Depoya girenler sınıflanır, kavramlar halinde paketlenir, zip gibi bir şey yapılır, diğer işlemlerin yakıtı olarak kullanılır, ama yok olmaz, özü karışır, böylelikle, daha çok şeyin daha çok birbiriyle nasıl bağlara sahip oldukları görülür. Bu bağlar keşiftir. Bunu tek tek insanlar yapıyor, ama insanlar da adına insanoğlu denilen ağ ile birbirlerine bağlanıyorlar.

Biraz da yaşa bakalım..

Yine aynı adadayız..

Bu lanetli bir ada olsun..

Ordasınız, ve daha diyelim bin yıl ne ordan ayrılabileceksiniz, ne de oraya kimse gelecek..

Bu bin yıl tek başınıza yaşamak ister miydiniz?

Peki, diyelim, insan ömrü o adada 300 yıl olsun, ve bir süre sonra oraya pek çok insan paraşütle insin. Tam Sineklerin Tanrısı'nda olduğunun tersine bir hayat olsun orda. Bari örneğimizde mutlu bir dünya olsun diye dedim.
Yoksa önemi yok bunun. Hani şimdi üzülüyoruz ya, hayat ne kadar kısa diye. Bu adada, 250 yaşında birisi ölürse, yine genç öldü demez miydik? Ya da yine 300 yıl için hayat ne kısa demez miydik? Bence derdik. Çünkü, 70 ile 300 yıl arasındaki fark psikolojik bir farktır. O da, başkası psikolojisi. Evet 70lik bir dünyadan bakarsak 300 yıl uzun. Ama 300 yıllık bir dünyada doğmuşsak bu farkı göremezdik. Hayatımızı başkasıyla kıyaslardık ve yine daha uzun yaşamak isterdik. Öyle de böyle de daha uzun yaşam isteğimiz olurdu. Bu değişmiyecekse, 70 yıla neden kısa diyelim ki? Gelelim Robinson Crusoe'ya, bin yıllık hayatı ister miydi? Niye istesin ki? Daha büyük bir armağan verelim. Ölümsüz olsun! Üfff!! İster mi? Akıllıysa istemez. Sıkılma meselesi değil konu. Uzun yaşamanın anlamsızlığı ve saçmalığı. Uzun zaman diye bir varlık yok, o bizim başka insanlarla anlamlı olan, ama aynı zamanda başka insanlarla ızdırabımız olan bir koyutumuz. Erdal İnönü kafamdaki bir soruya güzel bir cevap vermiş ölürken. Ölümü düşünürken çok zorlanıyorum çok geriliyorum diyor. Ama, insan gençken, ölüm korkusuyla, gençliğin verdiği ruh gücüyle başediyor, yaşlıyken ise artık yorulmuş bedeninin dinlenmesi gerektiği düşüncesiyle. Beden taşıyamıyor artık, ölüm dostlaşıyor insana. Evet ölümden korkuyoruz, hem de nasıl! Ama işte gördük uzun yaşamak denilen şey anlamsız ve saçma. Daha uzun yaşam isteğinin sonu yok. Ha kelebek olmuşsun, ha kaplumbağa. İkisi de olmıyayım tanrılar gibi ölümsüz olayım derseniz, bu saçma, yaşayacaksın yaşayacaksın yaşayacaksın yaşayacaksın da ne olacak? Yaşamak, ölümlü olduğumuz için anlamlı. Ölümsüz olduğumuz zaman anlamsız. İyi düşünün! Sisyphos gibi olmayın.

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..