Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Adalet

Adalet
 

Kendi kanaatleri doğrultusunda değerlendirip davranış biçiminde bulunan ve hareketlerini kontrol edemeyen karşılığını mutlaka alır...


Gerçek adalet anlayışında büyük çoğunluğun  içinde “ bir imge bütünleşmesinin” bulunup bulunmadığı akla gelebilen bir sorudur.

Yani insanlar Adalet/Kader anlayışını nasıl değerlendirebiliyorlar bireysel mi?, yoksa gerçekçi mi?
Önemli olan bu.

Kendi kanaatleri doğrultusunda değerlendirip davranış biçiminde bulunan ve  hareketlerini kontrol edemeyen karşılığını mutlaka alır.

Evrensel değil, kendine göre bir düşünceye sahip olan, bakış açılarını pek genişletemez. Onlar, veri tabanındaki oluşların insanıdır. Ve ancak kendine kendi frekansında yandaşlar bulur ve bu yöndeki düşüncelerini paylaşır.

Kendi anlayışına uygun  adalet bekleyen de, umduğu adilliği asla bulamayacaktır!..

Evet toplumda böyle bir adalet sezinlemesini talep eden fikir birliği mevcutsa (konsensus) bu tartışılmalıdır. Çünkü, özden açığa çıkan gerçekler, ne yazık ki bireylerin veya toplumların istediği şekilde tecelli etmemektedir.

Burada biraz duralım. Aslında bakarsanız nsan kendine göre bir adalet mekanizmasının işlemesini istiyor. Arzusu bu!.. Doğru mu, yanlış mı, yapıyor bilmiyor.

Buna pek aldıranın olduğu da söylenemez. Şayet varsayımsal nedenlerle doğru olduğu kabul edilse bile, sırf duygulara, isteklere yansıması nedeniyle doğru olarak nitelendiriliyor. 
Birey burada haksızlığını örtmek, yanlışını perdelemek için bir sürü mazeret öne sürüyor.
Ve ortaya, gerçekçi olmayan, isteklere uygun bir adalet anlayışı çıkıyor. 

İnsanlar, söylenilenlerle, mistik verilerden bir şeyler çıkarmaktan ziyade, isteklerine mahkum oluyor. Hatası söylenen insan da, doğrusu bu ya, sahip olduğu kültürün etkisi, genetik kodlamaya istinaden, hakikaten gerçek olanı pek kabullenemiyor.

Adalet kavramı bu haliyle bireyin kendi isteğine göre şekil alıyor.
Bu husustaki  toplumsal değer yargısı, sınıf farklarını ortaya koyabilecek bir kültüre yaygınlık kazandırmaktadır.

Bireyi bu tür değerlendirmeye iten faktörlerin, bütünlükle alakalı olmayan, kimilerin bir bunaltı, öfke, korku, ekonomik koşullar, can sıkıntısı, suçluluk duygusu, çaresizlik, varoluş gayesini algılayamama, karamsarlık, kimileyin aşırı coşku, memnuniyet, bireysel şükran olma, karşılıksız sevgiler, tedirginlik edici, beklenen şeylerin olmaması gibi duygulardan kaynaklandığı söylenebilir.

Maalesef, bu faktörler iğreti yaşayan bir insanda, içinde inanç faktörü taşıyamayan bir din olgusunu ve adalet anlayışını ortaya koyar. 

Bu nedenle insanlar dengesiz, haksız, orantısız ve  büyük eşitsizliklerin varlığını hissederek bu teoriyi kabul edemiyor.

Böyle bir adalet anlayışı oldukça, birey yaşantısı boyunca adaletin sadece ismini duyabilir lâkin varlığını hissedemez.

Ve sonunda tahripkâr bir anlayışın peşinden koşar durur.

Örneğin;                                                                                                                                                  

Gerçeği söylemek gerekirse onlarla aramızda mükemmel bir arkadaşlık vardı” ve sınıf farklılıkları pek düşünülmüyordu, kesinlikle belli değildi. Yemeklerimiz onların yemekleriydi. Kıyafetlerimiz arasındaki farklar gözümden kaçmıyordu. Ama ben bu eşitsizliği, adaletsizliği asla  içime sindiremiyorum...” düşüncelerinde olduğu gibi!

Dikkatinizi çekiyor mu bilemiyorum. Farkında varmadan toplum kendi üyeleriyle çekişiyor.

Toplum arasında yaratılıştan gelen eşitlikten çok, eşitsizlik olduğuna ama bu eşitsizliklerin çoğunun sonradan kaldırılması gerektiğine ve bu gücün kendisinde mevcut oluşuna inanan evrensellikten nasibini almamış bir yığın insan var.
Bunu yapmak isterken eşitlikle eşitsizlik arasında gerçeğe dayalı bir dengenin bulunduğunun  farkında mıdır?

Acaba bu konuda değerlendirebildiğimiz bilimsel/sosyal görüşler yeterli olabilir mi?..

Şayet eşitlik söz konusuysa:

Bazı kimselerde kendi anlayışınca adalet isteme  yolunda hezeyanları bulunsa da bunlar sadece kendi kendilerini heyecanlandırmaktan başka işe yaramayan ve gerçeklikle pek fazla ilişkisi bulunmayan fikirler olarak kalacaktır diye düşünüyorum.

Bu algılama, bence, adalet’in geleceği açısından çok önemli!..

Ve birey ancak bu gerçeklerle yüzyüze kaldığında gerçek adalete, yani, mutlak yaratıcının adaletine ulaşmış olur...

Onun adaleti ise;

“ Dilediğini yapmaktır.”

Aslında biz onu yaşıyoruz.

Ahmed F. Yüksel

 

 https://twitter.com/sufafy

https://twitter.com/AhmedHulusi

http://www.ahmedhulusi.org/

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..