Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '09

 
Kategori
Yolculuk
 

Adana Otogarı'ndan insan manzaraları

Adana Otogarı'ndan insan manzaraları
 

Donuyorum adeta. Paltomun kürklü yakası içinde iyice büzüşüp kayboluyorum. Kırklı derecelerin altına inmeyen yazlar yaşayan Adana'nın böyle soğuk kışlar geçirdiğine inanamıyorum. Gökyüzü parlak, yıldızlar gülümsüyor; belki de burada ne aradığımı soruyorlar.

Binlerce insanın geçtiği otogarda insanları izliyorum. Adım atışlarına, ellerindeki çatlaklara, yüzlerindeki mânâlara, yaşamı seyredişlerine bakıyorum.

Saklanacak bir bulut buluyorlar. Eminim gülüyorlar da.

Bir köşede ağlaşıp el sallayanlar, diğer köşede gözyaşları içinde kucaklaşanlar.

Ankara'dan beklenmekte olan otobüsümüz terminalimize girmiştir.

Annesinin elinde zıp zıplayan bir iki çocuk. Sevinç ve heyecan içinde otobüse bakış, özlenenleri görmeye çalışma teranesi.

"Oğlum, babanı sakın üzme tamam mı? Beni sorarsa da annem iyi dersin. Al şu 50 lirayı da idare etmeye çalış e mi yavrum!"

"N'olur sen de gelsen anne, barışsanız! Ben ikinizi de çok seviyorum."

Bunu söylerken yaşarıyor kara gözler. Sarılıyor ana oğul. Burnumu çekiyorum. Gözyaşlarım üşüyor! Elleri titriyor genç adamın. Kim bilir ne hayalleri var, içinde bir baba olmayan! Neresinden tutunuyorsa hayata! Ya bulamazsa diye korkuyorum.

Bey amcamla hanım teyzem de koca hurçların üzerine çökmüş. Belli ki kıymetli, korku büyük. Bey amca başında puşusu, paltosunun içinden gözüken yakasız gömleği, nohut düğmeli yeleği, belinde şalı, kahverengi şalvarı, yemenisi ve elinde tespihiyle pek ihtişamlı duruyor. Benim Cemal Amca'ma benziyor. Teyzem de başı tülbentli, kat kat, rengârenk entariler içinde; kınalı elleriyle de amcamın koluna yapışmış.

"Hüsam Aga, babatyali zaten yorgani Ayşe gıza verek diirem. Yoksam Gezban gıskanıverir. Oanda garanfillisini verirek."

"Sen bilin hanım. Hele bir varak da."

Hurçların içeriği belli oldu. Nakışlı saten yorganlar kıymetli. Amcamın tarlada çalışmaktan nasırlaşmış, soğuk karası elleri kocaman, parmakları belli bir açıdan fazla kıvrılamıyor. Teyzemin elleri de benimkinden büyük, parmakları küt, tırnakları kınalı. Bir eliyle hurcu, diğeriyle de erkeğinin kolunu tutuyor. İkisi de pek kıymetli. French manikürlü ellerin metroseksüel ellerle Bebek Parkı'nda birleşmesi gibi bir şey değil bu! Bir an her ikisinin de gözleri benimkiyle birleşiyor. Cemal Amca'mla Zühre Ana'm bakıyor sanıyorum. Burnumu çekmemin bir faydası olmuyor. Oturmamla nispeten ısınmış banktan kalkıyorum, onlara doğru yürüyorum. Gözlerini benden ayırmıyorlar. Teyzem hurcu biraz daha sıkı tutmaya başlıyor. Kezban'la Ayşe'nin yorganlarını koruyor. Beni Yorgan Avcısı sanıyor!

"Selamün aleyküm bey amca."

"Ve aleyküme selam ogul."

"Nereye yolculuk amca?"

"Diyarbakır'a ogul. Bizim gızlar orada oturiyler. 6 dane de dorunumuz var, çoh özlemişek. Sen nireye gidirsen?"

"Ben gelenle geliyor, gidenle gidiyorum bey amca. Seni Cemal Amca'ma, teyzeyi de Zühre Ana'ma benzettim. Verin ellerinizi öpeyim."

Birbirlerine bakıyor iki yaşlı insan! Teyzem elini amcamın kolundan çekerek öptürmeye hazırlanıyor. Amcam sağ elini bana uzatıyor. Kıvrılmayan parmaklar elimi saramıyor. Öpüp başıma koyuyorum. O hissetmese de eline bulaşan gözyaşlarımı siliyorum. Teyzem de bey amcaya kıkırdayarak elini bana uzatıyor. Hurçlarını otobüslerine kadar taşımalarına yardım ediyorum. El sallıyorum otobüs hareket ederken. Onlar da sallıyor. Gözlerimdeki neme bir anlam veremiyorlar!

Oturduğum yer gecenin ayazında yine soğumuş. Şimdi kim bilir kaç dakika alacak tekrar ılınması. Koşan bir genç cebinden 50 kuruş ya da 1 lira düşürüyor. Farkında değil. Gözden kayboluyor. Karşımda duran çocuk bana bir iki çekimser bakış attıktan sonra parayı yerden alıyor. Tekrar bana bakıyor. O gözler suçuna ortak olmamı istiyor. O'na ait olmayan parayı almasına göz yummamı bekliyor. Bakışlarım sert, gözlerim kırpılmıyor. Bana doğru geliyor yavaşça, küçücük avucunda duran parayı bana uzatıyor.

"Sen ne arıyorsun bu saatte dışarıda evlat?"

"Babam burda temizlikçi amca. Okuldan sonra buraya babamin yanina geliyom. Saat 10'da bitiyor işi."

"Niye eve gitmiyorsun da buraya geliyorsun? Ne zaman ders çalışıyorsun sen?"

"Başka kardaşım yok amca. Annem de beni dogurirken ölmiş. Dersimi burda yapiyom. Babam karnımi de doyuriyor. Akişam da beraber gidiyoz."

Ne hüzün!

"Başkasına ait parayı aldığının farkındasın, değil mi? Bu doğru değil."

"Amca ben o parayi çalmadim ki! Yere duşmüş. Ben almasam, başkasi alcak."

"Kim alırsa o yanlış yapmış olur. O neden sen olasın?"

Başı öne düşüyor. Parayı tutan eli de.

"Al bakalım şu 5 lirayı. Bu bulduğun parayla da yarın okulda -durumu iyi olmayan- bir arkadaşına simit al, tamam mı?"

"Sag olasin amca." derken kapkara gözler gecede ışıldıyor.

"Benim böyle bir büyüğüm olmadı." diyen sese doğru dönüyorum. Yanıma ne zaman oturduğunu fark etmediğim ellili yaşlarda, saçları kısmen seyrek ve ağarmış, epeydir sakal tıraşı olmadığı anlaşılan bir adam bana bakıyor.

"Saatlerdir buradayım. Terminalde oturmadığım yer kalmadı. Seni izliyorum gardaş. Sen de etrafı izliyorsun. Önce seni yolcu sandım; ama bir yere gittiğin yok. Galiba birini bekliyor dedim; ama karşıladığın kimse de yok. Sonra bir baktım iki yaşlı insanın ellerini öptün, yüklerini taşıyıp uğurladın. Kafam karıştı. Sonra yine geldin buraya oturdun. Gelip sana sorayım dedim; ama çocukla konuşuyordun."

"İnsanları izlemeyi, hikayelerini hayal etmeyi, dertlerini öğrenmeyi, elimden gelirse onları sevindirmeyi severim. Bu bir gün sokak olur, diğer gün havaalanı, işte bugün de otogar. Bir yere gitmiyorum. Beklediğim kimse de yok. İnsanları seyrediyorum."

"Buralı mısın?"

"Yok değilim. İş için İstanbul'dan geldim, yarın döneceğim. Yemekten sonra buraya gelmek ve otogar yaşamını izlemek istedim. Peki ya siz?"

Başını önüne eğiyor. Arkalarına bastığı sivri burunlu, yüksek ökçeli ayakkabılarını o an fark ediyorum ve de küçük çantasını.

"Bu sabah tahliye oldum."

O'na dönüyor, bana bakmasını bekliyorum.

"İyi halden 18 yıl, 7 ay, 18 gün sonra tahliye oldum." diyor, koltukta dikleşip gözlerini bana çevirirken.

"Geçmiş olsun arkadaşım."

"Neden girdin diye sormuyorsun!"

"Anlatmak istersen dinlerim."

"Kız kardeşimle sevgilisini vurdum."

Nasıl yani, kaldı mı bu devirde böyle cahil abiler diye düşünürken,

"Kız kardeşim evli ve 2 çocuk annesiydi. Eniştem de dünya iyisi; ama benim ahlâksız kardeşim evli bir adamı ayarttı, adamı karısından da ayırdı, iki yuvayı darmadağın etti. Böyle bir namussuzluğu bizim ailemize layık gördü. Ya ben ölecektim ya da onlar." diyor.

"Çok üzüldüm! Neden cezalarını sen verdin de hukuka bırakmadın? Bak senin de 18 yılın içeride geçmiş. Senin ailen yok mu? Herkes ne kadar perişan olmuştur!"

"Bugün olsa yapmazdım. O ahlâksızlar için yıllarımı vermezdim, onlarsa kurtuldular. İki oğlum var. Biri askerliğini bitirdi, diğeri ise İstanbul'da, Tıp Fakültesi'nde okuyor. Onların geleceğine leke olacağım, babalarının halalarını öldürdüğünü duyacak çevreleri diye ödüm kopuyor. Nasıl evlendireceğim oğullarımı, hangi aile kızını verir bize, nasıl iş bulacaklar, kim anlar namus cinayetini? Allah'tan eniştemin durumu iyi de yeğenlerimi merak etmiyorum. Anneleri onlar küçükken öldüğü için bir şeyin farkında değiller; ama bir gün onlar da gerçeği öğrenecekler ve dayılarından nefret edecekler."

"Çok zor bir durum arkadaşım. Allah yardımcın olsun."

"Az önce o çocuğa verdiğin öğüdü dinledim gardaş. Benim böyle yol-yordam, kanun bilen bir büyüğüm olmadı. Keşke anamla babam da bana namusumuzu temizle demeselerdi. Benim oğullarım bu memlekete lâyık, kanun-nizam bilir insanlar olarak yetişiyorlar."

"Ee, yolculuk nereye?"

"Erzurum'a. Cepte beş kuruş para yok. Sabah tahliye oldum. Geldim yazıhaneye direkt söyledim. Benim param yok; ama bir güzellik yapın, beni memleketime kavuşturun dedim. Ben tahliye oldum deyince insanlar korkuyor. Sanki hastalıklıyım! Sana da helal olsun gardaş. İstanbul beyefendisisin; ama beni dinledin, değer verdin."

"Ben insanları seviyorum. Dünyevi kimlikleriyle işim yok. Kaçta otobüsün?"

"Kıyak çekip bedava gönderecekler ya, sadece 01:30 otobüsünde yer varmış bana. Daha doğrusu, o saatte aileler seyahat etmezmiş. Hapis yatmışım ya! Ne yapacaksam ailelere! Sanki alnımda katil yazıyor anasını satayım."

"Bunlara alıştır kendini. Bu kaderi sen çizmişsin kendine. İnsanları suçlamamalı ve seni tekrar kabul etmeleri için onlara zaman vermelisin. Namus cinayeti seni hapishanede kral yapabilir; ama dışarısı bunu kabullenmez. Suçlunun cezasını sadece kanunlar verir. Neyse, daha 5 saat var! Gel senin şu yolculuk işini erkene almaya çalışalım birader."

İsmini dahi sormayı unuttuğum bu insanı 22:00 otobüsüyle yeni umutlarına yolcu ettim. Yanında oturan adama beni gösterdi; ama ne dedi bilmiyorum. Belki de kardeşim demiştir. Bana salladığı el bir süre sonra cama yapışık kaldı. Çok şey yaşayan gözlerini hiç kırpmıyordu. Yeni yaşamının ilk gününde yer almanın değerine paha biçilemezdi.

Bulduğu parayı hâlâ yumruk yaptığı avucunda tutan, diğer eliyle de babasının elini tutan ufaklığın uzaktan beni izlediğini fark ettim. Gözlerimiz birleşti, yumruk yaptığı elini arkasına götürdü. Yolcularımı uğurlamıştım. Ufaklık da babasıyla eve gidiyordu. Paltomun yakasını kaldırdım, yavaş adımlarla otelime doğru yola düştüm. Yıldızlar da daha bir parlaktı sanki.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..