Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '09

 
Kategori
Eğitim
 

Adem Tatlı

ADEM TATLI

Yazarı: Adem N. Çağıl

Eserin Özeti:

Kahramanlar, her zaman şaşa ve büyük gürültülerle ortaya çıkmazlar. Bazen kahramanın eseri derin bir sessizlikte gerçekleşir, bazen çok az insan bilir bu kahramanlığı. Çünkü onun kahramanlığı, güvercin kanatlarıyla gelmektedir, büyük haykırışlarla değil.

Sıradan insanı kahraman yapan, “hedefiyle bütünleşmesi”, soluk aldığı her anı “Ne yapabilirim?” sorusuyla yaşamasıdır.

Adem Tatlı, işte o kahraman insanlardan birisidir.

Onu kahraman yapan otuz dokuz yıllık ömrünü bir kutsal emanet gibi eline alıp rızayı ilahi adına insanoğlunun hizmetine sunma imanıdır.

Adana’da hayata merhaba deyip Moğolistan’da bir stepte toprakla buluşan bu hayat çizgisi, “sıradan bir insan” olarak nasıl kahraman olduğunun anlatımıdır.

Adem Tatlı, 1967 yılının bahar aylarının başında, 10 Mart’ta Adana’da dünyaya geldi. Beş kardeşin en küçüğüydü. Dokuz yaşında, babasının vefat etmesiyle Adana’da kalmaları mümkün gözükmüyordu. Annesi Rahime Hanım ne var ne yok alıp bütün çocuklarıyla Maraş’a taşındı. Adem Tatlı öğrenimini Maraş’ta yaptı. Eğitim gördüğü okulda Adem Tatlı denildiğinde, sayılan vasıflar şunlardı; iyilik sever, yardım sever, dost canlısı, herkese karşı iyi niyetli, yüzünden tebessüm eksik olmayan.

Lisede okurken aynı zamanda Maraş’ta bir mühendisin yanında iş bulmuş, harçlığını çıkarmaya, hatta eve yardım etmeye başlamıştı.

Yaşıtları sokakta oyun oynar, keyiflerince gezip dolaşırken o hem çalışmak hem okumak zorundaydı.

Liseyi bitirip üniversite sınavlarına girdiğinde, Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Meslek Yüksek Okulu Makine Resim Konstrüksiyonu Bölümünü kazandı. Burada okurken aynı zamanda mühendis Suat Bey’in yanında çalışmaya başlamıştı. Adem Tatlı arkadaşlarıyla evde kalıyor ve bazı günler ortaokul-lise talebelerine ağabeylik yapıyordu.

Bir kış günü anacığı ziyaretine geldi. Anacığı ona bir miktar harçlık getirmişti. Ola ki altı yırtık ayakkabısını değiştirir, sırtına bir kazak alır.

Ama o bu parayı sorumlu olduğu talebelerin karnını doyurmak, onlara sıcak bir aş yedirmek için harcadı. O sorumlu olduğu öğrencilere bir şey kattığında ne ayağındaki ıslak çorapları ne de üşümeyi hissediyordu.

İzmir Meslek Yüksek Okulu’nu bitirdiği yıl, üniversite sınavına yeniden girerek daha önceden planladığı gibi, Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Makine Öğretmenliği bölümünü kazandı.

İzmir’de olduğu gibi Ankara’da da kendilerinden mesul olduğu talebeleri vardı. Talebelerden mesul olmak, talebe kelimesinin köken anlamında olduğu gibi, talep edene neyin var neyin yoksa vermek, aktarmak demektir.

Adem Tatlı’ da böyleydi. Yaz aylarında talebelerini Maraş’ta ki evine getirir, kitap okuma-ders çalışma programları yapardı.

Teknik Eğitim Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Ankara’daki Tunca öğrenci yurdunda idareci olarak bir yıl vazife yaptı. Bu vazifenin ardından Ankara’daki günleri de son buldu.

O artık eğitime, insanlığa hizmet için uzak diyarlara açılacak, dilini dişini bilmediği insanların hayatı için kendi hayatını vakfedecekti.

Gideceği yeri ilk defa duyduğunda hangi ülkededir, haritanın neresindedir, hiçbir fikri yoktu. Darhan dediler, nihayet bu şehrin ait olduğu ülkenin adı telaffuz edildi: Moğolistan.

Kimdi bu Moğollar, nasıl yaşarlar, ne yer ne içerler, yabancılara karşı nasıl davranırlardı?

Henüz hiç kimsenin doğru dürüst bilgisi yoktu, bilinen yegane husus, oraya gidileceği ve eğitim hizmetinin verileceğiydi.

Moğolistan’a gitmeye hazırlandığı bu zamanlarda bütün Asya karışıklıklar yaşıyor, siyasi kargaşa kadar kültürel altüst oluş, bırakın dışardan gelenleri o ülkenin sakinleri için dahi hayatı zorlaştırıyordu.

MOĞALİSTAN'A YOLCULUK

Moğolistan bir Orta Asya ülkesi… Uçsuz bucaksız stepler, iki buçuk milyon insan. Ekonomisi tamamen dışa bağımlı durumda.1990 yılında bağımsızlığını ilan etmişti ve ortada yoksul ve bağımsız bir ülke vardı. Orada bir ekmek alabilmek için saatlerce insanlar kuyrukta beklemekteydi. Birçok gıda maddesini bulmak, meyve ve sebze ile karşılaşmak mümkün değildi.

İşte bu zamanda, Darhan şehrinde açılan ilk okula müdür olarak tayin edildi Adem Tatlı. Yurt dışı denildiğinde akla Avrupa’nın geldiği, doğu denildiğinde Türkiye’nin doğu illerine bile gitmenin meşakkatli bir iş sayıldığı ortamda, Adem Tatlı, doğunun daha doğusuna Moğolistan gibi uzak bir diyara gitmişti.

Moğolları tanımıyordu. Onların kültürlerini, dillerini bilmiyordu. Neyi severler neye kızarlar, hassasiyetleri hangi konuların üstündedir, bunlar hakkında hiçbir fikri yoktu. Fakat hepsinin yerine geçecek gönül dilini biliyordu Adem Tatlı ve cesaretini de tam buradan alıyordu.

Tıpkı dünyanın dört bir yanına aynı şekilde dağılan arkadaşlarında olduğu gibi, kalbin dilinin her türlü bilgisizliğin zaman içinde telafi edilmesine yol açacağını biliyordu Adem Tatlı.

Adem Tatlı’dan önce Moğolistan’a ilk yolculuk; Sadettin Bey ve yanındaki dört öğretmen arkadaşıyla birlikte Ocak 1994’te gerçekleşmişti.

Beş kişi yanlarına yaklaşık bir ton ihtiyaç malzemeleri de alarak Moğolistan’a geldiklerinde, gazeteler “Beş maceracı, Türk okulu açmak için gelmişler. Yakında neye teşebbüs ettiklerini anlarlar ve geriye dönerler, ” şeklinde haberler yapmışlardı.

Bu beş arkadaş altı aylık çaba ve girişimlerinin neticesinde Moğol yetkililerinin güvenini kazandılar ve Ulanbatu, Darhan ile Bayanölgi şehirlerinde Türk okulu açma iznini aldılar. Adem Tatlı işte bu okullardan Darhan’da olanına müdür olarak tayin edilmişti ve 1994 yılının Ağustos ayında Darhan’a geldi.

Moğolistan’da 1 Eylül tarihi hafta sonuna gelse dahi okulların açıldığı, derslerin başladığı bir tarihtir. Darhan Türk okulunun değil 1 Eylül’de kapılarını eğitim-öğretime açması, o yıl dahi ders başı yapması mucizeydi ama tevafuklarla bu mucize yaşanmıştı.

Dönemin Darhan İl Milli Eğitim Müdürü, açılacak Türk okulunun bu bölgenin kaderi üzerinde ne kadar etkili olacağını öngörmüş, okulun açılması için çok gayret etmişti.

Adem Bey Darhan’a geldiğinde, gerçekte “okul” diye bir yer olmadığını, ortada sadece bir “fikir” ve “söz” bulunduğunu gördü. Ama biliyordu ki büyük işler de “bir fikir” ve “söz” ile başlardı.

Milli Eğitim Müdürü’nün desteğiyle onlara bir okul binası verildi ama bina virane halindeydi. İşte şimdi söz ve fikrin yanı sıra yıkık dökük de olsa somut bir başlangıç noktası vardı.

Mekanı gezen Adem Bey ve arkadaşları tabir caizse nereye el atsalar ellerinde kalan bir yapıyla karşılaştılar. Hem eski hem de hantal olan bu binada çok kapsamlı bir tamirat gerekiyordu. Piyasada malzeme yoktu. Sokak sokak dolaşıp oradan bir tahta, buradan çivi, bir başka yerden boya bularak malzemeleri bir araya getirmeye çalışıyorlardı. Onlar hem malzemeleri parça parça toparladılar hem de inşaatta çalıştılar, kum taşıdılar, sıva yaptılar, harç kardılar.

Kalem tutan, kitap tutan eller nasırlaştı.

Hepsi çok acele ediyor, biran önce okulu açmaya çalışıyorlardı. Çünkü 1 Eylül gelmiş, Moğolistan’daki okullar açılmış, ancak Türk okulu henüz ders başı yapmamıştı. İki kat olarak düzenlenen okulun birinci katı sınıflar ve idare bölümü, son katı ise yurt olarak düzenlendi.

Ekim ayında öğrenci alımı için yapılan sınava yaklaşık iki yüz öğrenci katıldı. Kırk sekiz kişi okula kaydedildi, yirmi dörder kişilik iki sınıf yapıldı. Kasım 1994 geldiğinde, Darhan’daki öğretmenlere büyük mutluluk ve coşku veren o mucize gerçekleşti… Okul kapılarını öğretime açtı, öğrenciler ders başı yaptı.

Herkesin gözü okulun, öğrencilerin ve öğretmenlerin üzerindeydi. Okulu güzel yapmışlardı, fakat eğitimde başarılı olabilecekler miydi? Kimdi bu Türkler? Niçin burada Moğol gençleri yetiştirmek gibi bir işe kalkışmışlardı?

Okul açıldıktan bir ay sonra ilk veli toplantısı yapıldı. Öğrenciler henüz yeterli seviyede Türkçe ve İngilizce bilmiyorlardı. Adem Bey, başarılı kız öğrencilerinden birine toplantıda tercümanlık yaptırdı. Öğrendiği 150-200 kelime ile tercümanlık yapan öğrenci bütün velilerin hayranlığını kazandı, Türk öğretmenlere güvenme konusunda ilk ve sağlam adımın atılmasına vesile oldu.

Türk okullarının eğitim ve öğretime bakışları sadece okulla sınırlı olmayan, öğrencileri aileleriyle birlikte düşünen, onların tüm hayatları ve gelecekleriyle ilgilenen bir anlayışa dayanıyordu.

Öğrencileri daha iyi tanımak, aileleriyle yakın ilişkiler kurmak için öğrenci evlerine ziyaretler gerçekleştirilirdi. Bu Moğol okullarında görülmemiş bir uygulamaydı ve öğretimin insani bir süreç olarak değerlendirilişi, ailelerin çok hoşuna gitmişti.

Öğretim yılı sonuna geldiğinde, öğrenciler hem İngilizce hem de Türkçe biliyorlardı. Veliler çocuklarının Avrupa standartlarında bir eğitim aldığını fark etmişlerdi. Ayrıca aile içi ilişkilerde çocuklarında ciddi davranış değişiklikleri görmüşlerdi. Onlar anne ve babalarına karşı daha çok saygılı davranıyorlar, ev işlerine yardım ediyorlar, odalarını düzenli tutuyorlardı. Artık Türk Okulu dendiğinde her evde söylenen sadece övgüydü.

Öğretim yılı sonunda başarılı üç öğrenci Türkiye gezisiyle ödüllendirildi. Gezi için Türkiye’ye gelen Adem Bey bu dönemde tanıştığı Aysel Hanımla evlendi. Aysel Hanım’ın Moğolistan’a ilişkin ilk bilgisi “Hiçbir şeyi olmayan bir yerdi.” Adem Bey onun hayal kırıklığı yaşamasını istemiyordu.

- Orada insanlar var mıydı?

- Evet!

- Eğer onlar yaşıyorsa biz de yaşarız, diyordu ve eşine güç veriyordu.

Aysel Hanım sadece Adem Bey’in eşi değildi. O aynı zamanda okuldaki kız öğrencilerin belletmen ablasıydı. Onların buradaki varlıklarının nedeni Moğol çocuklarını yetiştirmek, bu ülkenin makus talihini değiştirmek için elini taşın altına sokmak, eğitim yoluyla dünyayı kucaklamak olduğundan, insan her şeye katlanabilirdi.

Aysel Hanım bütün öğrencileri birkaç kez evinde konuk etti. Evin bahçesinde tohumlarını Türkiye’den getirip ektiği sebzelerden yemekler yaptı. Onların Anadolu kültürüyle tanışmalarına yardımcı oldu, Türkiye hakkında bilgiler verdi, onların gönül dünyalarına girdi.

Okullar tatil olduğunda, hem yurdu beklemek, hem de tamirat işlerini yakından takip etmek için evlerini yurda taşıdılar. İşler dolayısıyla da o yaz Türkiye’ye gidemediler. Okulların açılmasına az bir zaman kala Adem Bey, Ulanbatur’daki okula müdür olarak atandı ve orada ki vazifesine 2000 yılına kadar devam etti.

2000 yılında Moğolistan Türk Okullarının Genel Müdürlüğü görevine atandı. Adem Tatlı lider vasıflarına sahip bir idareciydi. O kader birliği ettiği arkadaşlarıyla kardeş olmasını da onları sevk ve idare edecek idarecilik sanatına uygun şekilde davranmasını da gayet iyi biliyordu.

Yeri geliyor onlara elleriyle çay sunuyor, yeri geliyor, hiç o insanla ilgisi yokmuş gibi bir eksiklik gördüğünde sorumlulardan hesap soruyordu. Onun en önemli özelliği ise; yüzünden tebessümün eksik olmamasıydı. O hafta sonları dahi özel hayatına ancak ihtiyacı olduğu kadar vakit ayırır, yine okullara koşar, çalışanların sorunlarıyla ilgilenirdi. Çünkü ona göre bir genel müdürün görevi hiçbir zaman mesai saatleriyle sınırlı olamazdı. O kişi günü yirmi dört saati hizmete hazır ve amade bulunmalıydı.

SATILAN EV

Yaz yaklaşmaktaydı… Yaz yaklaştıkça ortalık daha güneşlenir, aydınlanırken Adem Bey’in hayatı kararmakta, geceleri uyuyamaz olmaktaydı. Çünkü yaz tatili gelmekteydi. Öğretmenler vatan hasretiyle yanmakta, bir an önce Türkiye’ye gidip orada eşlerini dostlarını görmek için heyecanlanmaktaydılar… Fakat okulun kasasında öğretmenlerin maaşlarını verecek, temel ihtiyaçları giderecek para yoktu.

Adem Bey’in, düğündeki takıları bozdurarak, Ankara’dan satın aldığı bir evi vardı. Ve onun düşüncesi şuydu: Hizmetin bunca maddi sıkıntı içinde yaşadığı bir zamanda Ankara’da benim evim olabilir mi? Meseleyi eşine açtı. Aysel Hanım tereddütsüz “evet” dedi. Ankara’dan bir arkadaşına vekalet verdi ve evi çok kısa bir sürede sattı. Gelen para ile öğretmenlerin maaşını ödedi, okulun ihtiyaçlarını karşıladı ve bir kısmıyla Ankara’da bir yayınevi kurdu. “Eğitim”, “insani ilişkiler” üzerine Türkçe kitapları Moğolcaya çevirtti. Öğretmenlere yönelik bir kitabı da yine Moğolcaya çevirtip bütün öğretmenlere ücretsiz olarak dağıttı. Adem Bey’in eğitim için evini sattığı bilgisini eşi ve vekalet verilen kişi dışında kimse bilmiyordu...

VASİYET

Dünyanın dört bir yanına birer eğitim meşalesi olarak gidenler, kandildeki yağın son damlasına kadar oralarda kalmak, yurtla dünyayı birbirine bağlamak iman ve kararıyla davranıyorlardı.

Muhacirlik; başka ülkeler, başka bayraklar, başka öğrenciler için gitmek, bir daha geri dönmemek üzerine kurulu bir anlayışta hayat buluyor. Adem Bey de aynı şekilde Moğolistan’a gitmiş, buradaki yabancı dünyayı kendi aklında ve kalbinde yerliliğe çevirmeye başlamıştı.

Yaşadığı zorluklar, acılar kararından bir santim dahi sapmasına sebep olmamıştı. Üç çocuğunun daha doğmadan ölümü, annesinin vefatı Adem Bey’i çok sarsmıştı.

Bir defasında ölüm üzerine konuşurlarken, birden heyecanla Aysel Hanım’ın ellerine sarılmış, “Eğer burada ölecek olursam, sakın ha beni götürmeye kalkmayın, sadece dirimle değil ölümle de buraya ait olmak için geldim. Bizde bir inanç için çıkılan yolda bir daha geri dönmek olmaz, ” demişti.


SON GELİŞ

2006 yazında ilk defa yaz tatili için Türkiye’ye gitti. Eniştesi, ablası ve yeğeniyle uzun uzun sohbet etti. Onlara Moğolistan’ı, orada okulun kuruluş şartlarını, gelişmeleri, Moğol yöneticilerin baştan kuşkuyla bakarken sonradan öğrencilerin, evlatlarının başarılarını gördükçe nasıl destek verdiklerini, yeni yatırımlar istediklerini anlattı.

Maraş’ta arkadaşlarını, dostlarını da ziyaret etti. Adem Bey’in üzerinde başka zaman görülmeyen bir durgunluk vardı. Maraş’tan ayrılırken sanki bir daha hiç gelemeyeceğini hissediyordu. Eşi ve çocuğu Ömer’le Maraş’ta bir hafta geçirdikten sonra kendisi Ankara’da onlardan ayrılarak İstanbul’a oradan da Moğolistan’a geçti… Aysel Hanım da Ömer ile birlikte memleketi Kastamonu’ya gitti. Adem Bey ailesinden ilk defa ayrılıyor değildi ama Ankara’da onlardan ayrılırken içinde nedenini bilmediği bir hüzün vardı. Kendini yokladı, yutkundu, sevdikleriyle kucaklaştı. Adem Bey onların ardından otobüs görünmez oluncaya kadar el salladı.

Moğolistan’a gelir gelmez kolları sıvadı, Ulanbatur’daki ve çevredeki tüm okulların eksiklerinin giderilmesi, tam kadro, en iyi imkanlarla eğitime başlanması için neler yapacağını planladı. İlk aşamada Ulanbatur’daki Moğol-Türk Lisesi’nde tüm öğretmenleri seminer ve zümre çalışmaları için topladı. Adem Bey öğretmenlere uzun bir konuşma yaptı ve onlara yeni hedefler verdi. Bugüne kadar işin maddi ve teknik boyutunu tamamlamayı ilk plana almışlar, yüksek standartta okullar, eğitim öğretim, imkanları oluşturmuşlardı. Ülke çapında bir başarı vardı, ama artık “başarı”nın standardı Moğolistan değil tüm dünyaydı.

Adem Bey buradan mezun olacak öğrencilerin istedikleri her yerde okumaya devam edebilecekleri bir düzeyde yetiştirilmeleri için var güçleriyle çalışacaklarını ifade etti. Amaç, tüm alanlarda en iyiyi yakalamaktı.

O GÜN

O gün Aysel Hanım müthiş bir iç sıkıntısı ve huzursuzlukla uyandı. Adem Bey’de sıkıntılıydı. Adem Bey o gün Darhan’a gitti. Oradaki okulu dolaştı, tamirat ve tadilat ihtiyaçlarıyla ilgilendi. Arkadaşlarıyla saat 19: 00’da dönüş için yola çıktılar. Arabada dört kişiydiler ve yol boyunca; okulların durumu, eğitim öğretimin sosyal çevre ile nasıl bir bütün olduğu konularını konuştular.

Arabayı Adem Tatlı kullanıyordu. Bozuk yolda sola doğru savrulan arabayı toparlamak istedi, direksiyonu sağa kıvırdığı anda araba devrilip sürüklenmeye başladı. Adem Bey ön camdan dışarı fırladı. Minibüsün ön kısmı Adem Bey’in kafasına ve göğsüne gelmişti. Yan koltuktaki Moğol arkadaş bir yandan ağlıyor, bir yandan da durmadan “özür dilerim” diyordu. Çünkü arabanın savrulduğunu gördüğü anda, el frenini çekmiş, bu yüzden Adem Bey arabayı toparlayamamıştı.

Ortada tam bir dram başlamıştı. Moğolistan zaten ıssız bir ülkeydi ve yoldan geçen fazla olmazdı. Ayrıca Moğol yasalarına göre yolda yaralı birisini arabasına alan kişi onun ölümü halinde tüm sorumluluğu üstlenmiş sayılırdı. Geçen arabaların şoförleri özür diliyor ve hemen ambülans gönderecekleri sözünü verip uzaklaşıyorlardı. Adem Bey yaklaşık kırk beş dakika acılar içinde kıvrandı.

Yoldan geçen bir kişi daha durduğunda, onun okuldan bir öğrencinin velisi olduğu anlaşıldı. Veli hiç tereddüt etmeden yaralıyı arabaya almayı kabul etti. Tam o sırada ambülans geldi ve ambülanstaki Doktor Adem Bey’e yaklaştı, o anda yaralıda bir hareket olmadığını gördü, nabzını kontrol etti ve yanındakilere onu kaybettiklerini belirtti.

Güneş ufukta batarken, Moğolistan steplerini aydınlatan bir başka güneş, tam da bu anda tepelerin ardında kayboldu. O, çocuklarına hayat vermek için yıllarca didinip uğraştığı Moğol topraklarında hayata veda etti.

Takvimler 24 Ağustos 2006 Perşembe’yi gösteriyordu…

Adem Bey’in, Moğol steplerindeki kabri, orada bir sevgi bayrağı olarak inancın, iradenin abidesi olarak durmaktdır…

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..