Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Adı konmayan sefer

Adı konmayan sefer
 

Erkek melek


Kalemi yeniden eline alıp bişeyler yazmak gerçekten zordu. Gerçekten bu, bir yolculuktu ve yolculukta nelerle karşımıza çıkar bilinmezdi. Çünkü hayat bize ummadığımız süprizler yapıyor ve evet belki de züğürt tesellisi tadında umutlar vaad ediyor, bin bir türlü oyunlarını yutturuyordu. İşte bu nedenle yeniden yazmak zordu.

Yola çıkmak, varmaktan daha önemliydi artık. Zira varılmayacak çok yarımada, çok büyükada hatta ve hatta limanlar keşfetmiştik bu yolculukta. Çok hikaye vardı anlatılması gereken. Çok cümle vardı boğazımızdan düğümlenen de gözümüzün içinden sevdiğimizin adı gibi okunan. Çok sorular vardı aklımızı fena halde kurcalayan. Ama elimiz bir türlü gitmiyordu yazmaya. Kalbimizden milyon kere aynı cümleler geçiyor, kelimeler birbirini kovalıyordu da bir türlü birleşip, bir şeye benzemeyi başaramıyorlardı. Belki korkudan, belki hayal kırıklığından, belki de kaçtğımızdan.

Korku deyince de aşklar geçiyor aklımdan. Aşklaştırmadan sevmeyi başarabildiğimizde aynadaki gördüğümüz suret değişecekti. İşte bundan korkuyorduk hepimiz. Hiçbirimiz yüzümüzdeki ifade değişsin istemedik. Neye benzediğini bilemediğimiz o şeyi görmek istemedik. Birimiz hariç.

O, sevdi. Öyle çok sevdi ki, her sabah uyanıp aynada her gün kendine daha da benzettiği başka birini görmeyi sevdi. Sevmeyi öğrendi. İçinde büyüterek, sabrederek sevdi. Belki oyalanarak sevdi. Görmezden gelerek sıklıkla. Bir sürpriz, sadece kalbinin teline değip geçecek o umudu bekleyerek sevdi. Sevmeyi gerçekten öğrendi. Kendini bu kadar korkusuzca ve savunmasızca ateşe atabilmek bir cesaret miydi bilemedi , kimilerine göre aptallıktı, kimilerine göre saçmalık ama yine de akranları arasında onun aşkı konuşuldu.

“Dudaklar sussa da kalbin yüz dili vardı “anlatacak. Kalbinin diline güvenip sevdi. Öyle çok sevdi ki, belki de bu yüzden aşkı nedensizdi. Suya bakar gibi sevdi.

Gel gelelim suyu gibi ellerinden kayıp gittiği günleri de gördü. Önce üzgündü.. Kaybettiğini düşündü.. ama belki de sevilen, hiç kazanmak istemedi..

Ve aklında mıh gibi tuttuğu sözü düşündü en çok “ sevmek , karşındakini değil; seni değerli kılar “ sadece bu sözle avundu bir zaman.. Olması istenen olmuyorsa, isyan etmek neydi, ne demekti ?

İçimizden biri sevdi. Biri birini sevdiğinde hep güzellikler olmuyordu . Kendi içimizde de bunu öğrendik. Avuçlarımızı kanatırcasına kenetledik tırnaklarımızı birbirimize.. İçimizden biri çok sevdi, bizde onun içindekini sevdik. Başımızda bir sürü sorun, aklımızda bir sürü soru, yönümüz bile belli değilken sevmeyi başardı. Galiba en çok bunu sevdik işte.

Bundan sonra başka yolculuklar için açacaktık yelkenleri.. belki karanlık koylar belki de, güneşli tepeler düşecekti önümüze. Bir sürü yol arkadaşları dahil olacaktı bu seylü seferde. Aşkı kaçırsak ta dostlara kavuşacaktık. Tek yanlışlık kavuşamamak mıydı oysa aşka ? Her seven kavuşur muydu acaba ?

“Seversin alırsın karın olur,

Seversin alamazsın kara sevdan olur.”

Aşık Veysel.

Şimdi içimizden aynı dua , kalemimizden aynı dilekler geçer içimizden her birinin.

İşte bir de bu cümleler..

Sevmek, sevdiğini bir beyaz güvercin gibi avuçlarına alıp okşamak ve yüreğine bastırıp korumaktır; ama sevdiğini daha güzel ufuklar bekliyorsa onu salıvermektir. Onun, uçsuz bucaksız gökyüzünde kanat çırpışlarından sonsuz haz duymaktır, onu gittiği her yerde özleyeceğini de bilmektir. Onun kendisinden uzaklaşmasına üzülmek değil, gerçeğe uçmasına, hakikate yaklaşmasına sevinmektir...

"Beni bırakıp nereye gidiyorsun?" demek değil, "gittiğin yerlerde dualarımla seni koruyacağım" diyebilmektir.

Sevmek; acı çekmektir, paylaşmaktır...

 
Toplam blog
: 10
: 561
Kayıt tarihi
: 18.11.06
 
 

Çok şey söylemek mi önemli olan yahut az şey söyleyip dolu dolu şeyler anlatmak mı? Ama ben sade..