Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '07

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Affetmenin dayanılmaz hafifliği

Affetmenin dayanılmaz hafifliği
 

İnsanoğluvar olduğundan bu yana affetme hep gündemdedir. Ancak Dünyanın gidişatına baktığımızda affetmeme olgusunu daha çok duyumsuyoruz gibi geliyor bana. Kızgınlıklarımız, kavgalarımız, öfkelerimiz, kıskançlıklarımız elbette var olacaktır yaşamımızda. Ama bunların temelinde yatanın kendi egomuz olduğunun farkına varmamızla birlikte yok olduklarını göreceğiz. Aslında kişileri, olayları olduğu gibi kabullenmekten geçiyor affetmenin getireceği mutluluk ve huzur. Kabullenmek aynı zamanda şikayetleri yok edecektir. Şikayetler olmayınca hep aranıp duran mutluluğun aslında içimizde olduğunu göreceğiz.

Şimdi bir çoğunuzun "hadi canım, o kadar da değil, benim başıma gelenleri sen yaşasaydın affedebilir miydin? acaba" dediğini duyar gibi oluyorum. Haklısınız tabii. Herkes kendi penceresinden baktığında affetmemek için bir sürü neden bulabilir. Düşünsenize böyle bir toplumu. Ne çok birbirine düşman ve sevgisiz insan olurdu o toplumda.

Sevincin, sevginin, korkunun, öfkenin bastırılıp yok sayılması değil midir bizleri kin dolu, affedemeyen bireyler yapan. Duymuşsunuzdur bir zamanlar babalar çocuklarını büyüklerin yanında kucaklarına alıp, öpüp sevemezlermiş. Ayıp sayılırmış. O çocuklar babadan alamadıkları sevgiyi nasıl besleyip, öğrenip çevrelerine verebilecekler. Veya tam tersi namus uğruna adam öldürmek, hatta evladını öldürmek marifet sayılırmış. Bunu gören çocuklar sevginin ne olduğunu bile tasavvur edemezler değil mi? Sevgiyi hissedemeyenler ise affetmeyi hiç ama hiç bilemeyeceklerdir. Affetmeye kendilerinden başlamayı ise akıllarına bile getiremeyeceklerdir.

İşte insanoğlunun bilinçlendikçe, iç huzurunun affetmekten geçtiğini görüyoruz. Kişi yada olaylara kızdığımızı kabul edebilirsek, bunu içimizde biriktirmez veya aşırı tepki vermezsek nefreti ortadan kaldırmış oluruz. Nefret, kin olmayınca affedilecek bir durum olmadığını da görürüz. Böylece "affetmeliyim" dürtüsüne bile gerek kalmaz. Ancak yaşamımız satırlara dökülen kelimeler gibi düzgün gitmeyebiliyor. Eşimize, çocuğumuza, arkadaşımıza, patronumuza vs. vs. hemen hergün bir şekilde kızıp bağırabiliyoruz. Bunların kimi anlık öfke dolayısıyla unutulabiliyor. Bir kısmı ise bazen karşımızdakine öfkemizii gösteremediğimiz için, bazen göstersek bile tatmin edici bir cevap alamadığımız için veya ayıp olmasın diye susup bir şey olmamış gibi davrandığımız için içimizde çöreklenir öfkemiz nefrete dönüşür. İşte bunları tutup yakaladığımızda farkına varabildiğimizde nereye gittiğimizin kendimize dönüp bakmalıyız. Affetmenin bize ne getireceğini bilmemiz gerekiyor. Affetmek öncelikle egoyu kaldıracaktır. Egomuz kalkınca sevgi, hoşgörü ortaya çıkacaktır. Bu da bizi kuş gibi hafif hissettirecektir.

Öfke duymayalım mı? Hiç mi kızmaycağız? Tabii ki yaşadığımız ortamlarda bizi kızdıran olaylar çoğunlukla başımıza geliyor. Özellikle kişilere kızgınlıklar... Öncelikle öfkelendiğimizi kabul edelim. Derin nefes alalım. Karşımızdakinin bizden ayrı bir kişi olduğunu kabul edelim. Huyunun, suyunun çok farklı olduğunu kabul edelim. Göreceksiniz ki artık öfkenizin şiddeti azalmış, durgun göle dönmüş. Bundan sonrasını akışa bırakmak gerekiyor. İçinizdeki ses, enerji sizi gereken yere götürecektir. Unutulmaması gereken en önemli unsur, affetmekle beraber o kişiyi illa ki sevmek gerektiğidir. Hayır arkadaşlar, böyle bir şey yok. İşte bunuda kabullenmek gerekiyor. Affetmek ayrı bir unsur, sevmek ise çok başka....
Hemen hemen hepimiz gün içinde özellikle trafikte çileden çıkacak şekilde öfkelenebiliyoruz değil mi? Bu bizi es geçip haksız yere kırmızı ışıkta durmayıp geçen bir şöför olabileceği gibi, bir türlü size yol vermeyen bir şöför de olabilir. Şimdi bu durumlarda veya benzerlerinde öfkemizi kabul edip, tamam ama geçti o kendi cahilliğiyle kalsın elimden bir şey gelirse yaparım (154'ü aramak gibi) değilse ne yapabilirim ki kendimi üzmeye hakkım yok diye düşünmek var bir de bu olayı önce kafamın içinde devamlı konuşarak, sonra her gördüğüme anlatarak tekrar ve tekrar yaşayarak öfkemi biriktirerek fizyolojik ve ruhsal bir çok sıkıntıya düşmek var. Fiziksel sıkıntıya düşeriz zira sinirlendiğimizde kan basıncımız artar, düşünme yetimiz azalır, kalbimizin ritmi artar, hatta öylesine olaylar olur ki nefes alıp vermekte bile zorluk çekebiliriz. Ruhsal olarak ise her anlattığınızda sanki yeniden yaşıyormuş gibi sinirlenirsiniz ve bu öfkenizle ne yaşadığnız anın güzelliğini, ne karşınızdaki kişinin hangi ruh halinde olduğunu, ne havanın, çiçeğin, güneşin nasıl olduğunu bilebilirsiniz. Bu da anı yaşayamamanız demek olur. Artık elinizde yaşayamamış olduğunuz bir zaman diliminiz var demektir. Oysa ki bu gibi durumlarda öfkenizi sözcüklerle bir iki dakika içinde anlatıp, içinizi boşalttığınızda öfkenizi bloke etmediğinizde siz siz olarak kendinize ve etrafınıza sevgi verebilecek mutluluğun tadına varabileceksiniz.

Neferet, kin, kızgınlık, öfke gibi duygularımızı zihnimizin yardımıyla yok edebiliriz. Enerjimizin akışının daim olması başkalarının hayatını yaşamayı bıraktığımızda gerçekleşecektir. Yani onların dedikleri, yaptıkları bizim hayatımızın sadece yolunun üzerindeki ağaçları olmalıdır, yolun kendisi değil. Unutmayın ki öfkemizi bloke ettiğimizde sevgimizide bloke etmiş oluruz. Onun için öfkemizi kabul edip, sonra bırakacağız akıp gitsin. O gittikçe yerini sevgi ve mutluluk alacaktır.

 
Toplam blog
: 18
: 1220
Kayıt tarihi
: 08.11.07
 
 

1957 yılının Kasım ayında dünyaya gelmişim. Neşeli, hayatı seven dolayısı ile insanları seven biriyi..