Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '08

 
Kategori
Spor
 

Afrika Afrika duy sesimizi

Afrika Afrika duy sesimizi
 

“Davulla zurnayla yola çıkmış, bandoyla karşılanmıştık” demiş ya hani eski bir şarkıda üstat, rahmetli Cem Karaca. İşte bizde benzer bir şekilde uğurlamıştık Milli Takımımızı Euro 2008’in bağrına.

Davulun ve zurnanın görevi; özel bestelenen marşlara ve Milli Annelerin rol aldıkları, “Benim oğlum” özneli cümlelerin tatlı atışmalarından oluşan reklam filmine bırakmıştı. Kronikleşen ülke rahatsızlıkları geçici olarak fişten çekilmişti.


Turnuva öncesindeki yeni ürünlerin tanıtıldığı gecede, Beyazla Türkuazın flörtünden doğan formalara gönül koyanları; “Hollanda bayrak renginden bağımsız portakal giyerken. İtalyanlar keza yine aynı, bayraklarında yeri olmayan gök mavisi formaları tercih ederken, suçu ne ola ki masum Türkuazın” tebessümlü cümlelerimizle hoşgörüye davet etmiştik.

Altı yıl önce kazanılan Dünya üçüncülüğümüzü hovardaca bir ayda yememizin faturasını Euro 2004’ü ve 2006 Dünya Kupası’nı es geçerek, ülke topraklarından beyaz mendil sallayarak ağır ödemiştik. Bu kez hataya yer yoktu. Her şey mükemmel olmalıydı.

Üvey evlat muamelesi gören Türkuaz formalarımız sırtlarımızda, çıkılan Portekiz sınavında bütünlemeye kaldık. Sergilenen kısır ötesi futbolumuz karşısında, baykuş kalemlerin zehirleri oluşturdu o gün tüm görsel medya sütunlarını. Tüm suç formalara atılmıştı.

Takıma uğursuz geldiği ciddi şekilde tartışılır hale gelen formalar, kurtarma sınavı niteliği taşıyan İsviçre maçında da yer buldular kendilerine sırtlarda. Tuanaların kaprislerine evlat Hakan Yakın’ın kurşunu yarenlik edince, tökezleyen umutlara Semih ve Arda omuz verdiler. Biz yola devam derken, elemelerde Köln zindanlarında üç maç seyircisiz oynamamıza neden olan İsviçre, sonraki maçları evlerden izlemeye mahkum edildi tarafımızca.

Portekiz, beklentilere erken cevap verdi. Liderlik garanti altına alınınca bazı as oyuncular dinlendirildi İsviçre maçında. Kim bilir, beklide gönüller el vermemişti ev sahibinin turnuvayı puansız tamamlamasına.

Çek Cumhuriyeti mi yoksa biz çılgın Türkler mi düşecektik Portekiz’in ardı sıra? Bu sorunun cevabını öğrenmenin tek yolu Çek’lerle maç yapmaktan geçiyordu. Bizde geçtik o yoldan. Bu sefer kalede Avrupa’nın en iyi kalecisi Petr Chech vardı. Zordu ona gol atmak. 75 dakika boyunca attığımız tüm şutları ahtapot misali topluyordu. 2-0 geriye düşmemizde cabası. Ama her güzelin bir kusuru olmalıydı, tabi Petr Chec’inde. Kariyerine yakışmayacak tam 3 gol yedi Petr Chech. Küfürlere çok duyarlı olan Kalecimiz Volkan’ın yediği küfür sonrası, yapmış olduğu eylem engelleyemedi çıkışımızı. Çeyrek finale çıkan yine biz olurken gökyüzüne uçurduk Çek’lerin balonunu.

Çapraz eşleşme sonucunda kravat mucitleri Hırvatistan’la yarı final için mücadele zamanıydı şimdi. Başlarına geleceklerden habersiz sağlı sollu ataklarla yokluyorlardı kalemizi. Berabere biten maç yarım saat daha oynanacaktı. Kurallar böyle emir buyuruyordu. Bitime 30 saniye kala gol yemek ve santrası kılınmayan gol atmak biz çılgın Türk’lere mahsus bir olaydı. Penaltılara taşıdığımız maçı 4-2 kazanıp panzerlere rakip olduk.

Son anlarda attığımız gollerle maçları lehimize çevirmemiz oldukça endişe yaratmıştı Alman’larda. Sergiledikleri futbolla bunu iyice kanıtlamışlardı. İstatistiki tüm verilerle ezmiştik panzerleri, Üstelik onca eksiğimize rağmen. Şu açıkça görülüyordu ki yürek oyunuydu futbol. Tecrübeyi de yabana atmamak lazım. Deneyimsizliğimizden kaybettik Almanya’ya.

İspanya-Almanya finaline şahit olduk. Panzerlerin hocası eski teknik direktörümüz Löw, matadorların başındaki ise yeni hocamız Aragones olunca daha bir keyifle izledik maçı. Yanan ne şiş oldu ne de kebap. Aragones’in öğrencileri attıkları tek golle 24 yıl aradan sonra şampiyon tamamladılar 13’üncüsü düzenlenen Avrupa şampiyonasını.

Yarı final oynama başarımızdan dolayı bandoyla karşıladık takımımızı hava limanında tabiri caizse. Oynadıkları futbolla bizleri sokaklara döken tüm oyuncularımız böyle karşılanmayı ve yürklerinden öpülmeyi hak ettiler doğrusu. Fakat Taksim’de üstü açık otobüsle tur atmak ne kadar doğru bilinmez. Açıkçası kupasız o otobüs turu yakışmadı bize. Beceremedik yine sevinmesini.

Her galibiyette serseri namlulardan çıkan ahlaksız kurşunlar masum canları yaktılar yine. Unutulmasın ki hiçbir galibiyet, insanların canlarının yanmasından daha değerli değildir.

2010 Afrika Dünya Kupası’nda şampiyonluk dileğiyle…

 
Toplam blog
: 130
: 740
Kayıt tarihi
: 05.12.07
 
 

İlk önce şunu belirteyim; yürüme engelliyim fakat hayata pamuk ipliği ile değil, LACİVERT YÜREĞİM..