Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '09

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Ağaç hareketi devrimleri-Kültür ve sanat devrimi- Müzik

Ağaç hareketi devrimleri-Kültür ve sanat devrimi- Müzik
 

İsterse tef çalsın. Her ülkenin müziği değerlidir. Sadece Tarzan gibi bağıran bir Afrika yerlisine bile saygı duymak zorundayız. Kötü yapılmış müzik parçası olabilir ancak kötü müzik yoktur. Bütünüyle müzik Tanrının insanlara bahşettiği olağanüstü bir yaşam güzelliğidir.

Ülkemizin müziği çok hoşumuza giden kalitesiz tatlılara benziyor. Bir Örövizyon yarışmasında Ajda Pekkan “Petrol” isimli bir şarkı yaptı. Bütün ülke bayıldık şarkıya. Aylarca gece gündüz dinledik. Kesin birinciydi. En sonuncu oldu.

Bizim yorum, değerlendirme, kulak, enstüruman, güfte, muzik bilgisi ve daha birçok müziğin alanına giren konularda beğeni standardımız maalesef düşük.

Keşke doğayı taklit etseydik. Otursaydı çamların dibine Tamburi Cemil Beyimiz. Sonra ormanın derin uğultusunu vermeye çalışsaydı enstürumanında. Belki bir Mozart çıkardı torunları arasından. Ama tamburi hazretleri Fuzuli mi, gereksiz mi ne o şairin açıklamak için dört dil bilmen gereken şiirinden güfte yapmaya kalkarsa elbette bugün Türk sanat muziği repertuarımızın neredeyse yarısı cenaze marşı gibi inleyen şarkılardan oluşur. Sonra da Tuzsuz Deli Bekir kılıklı herifler dalga geçerler Safiye Ayla ablamızla:”Aceme şiran, dinleyici kaçiran, nefredi makamında, bıktiri bir şarkı söyle” diye.

Kime sorsan ”Şarkılarımız, türkülerimiz güzel” diyor. Hint filimi seyrettiyseniz bilirsiniz. Saatlerce süren filmde kız kaçar. Oğlan kovalar. Oğlan kızı yakalar sarılır. Birlikte ağlarlar. O kadar sahicidir ki gözyaşları, siz de dayanamaz ağlarsınız. Film çok hoşunuza gider. Oscar ödülü veresiniz gelir. Oysa güzel olan hiçbir şey yoktur. Oyuncuların içtenliğinden başka.

İşte bizim şarkılarımız, türkülerimiz de böyledir. Melodinin tatlı ahengi kulaklarımızda yankılandıktan sonra şarkının kalitesini düşünmeyiz bile. Bir müzik eleştirmeni olarak ele almadığınız sürece çok tatlıdır bizim şarkılarımız, türkülerimiz.

Türkü, şarkı güzellik, coşku, mutluluk, neşe ifade eder. Ama ne hikmetse özellikle türkülerimizde cenaze marşı gibi bir hava hakimdir. Dinlerken insanın içi kararır. İşin ilginç yanı Anadolu insanı hep sanki acılı türküler söyler. Aslında bu, türkü değil başka bir şey, derdini anlatmanın bir başka şeklidir. İnsanlarımız zaten dertlidir, yaralıdır. Neşeli şarkılar söylesen belki kederini unutacak. Ama işin içinde para var. Reyting lazım. Dünyada kaybedildiği zaman tekrar bulunamayan tek şey şöhrettir. Çaresiz çivi çiviyi söker hesabı Müslüm babanız dokunur arabeskin kanayan yarasına düşünmeden sonunu. Sonra gelsin göğsü bağrı açmalar. Yakayı paçayı yırtmalar. Jiletle doğramalar orasını burasını. Bunlar kurtulurlar bir iki ufak sıyrıkla. Ama bunu yapamayanlar Haliç’in dibinden seyrederler babalarını!

Hep düşünmüşümdür. Tarkanımızın muhteşem konserlerinde “Tarkan, Tarkan”diye kendini parçalayan genç kızlarımız Tarkan için mi yoksa şarkıları için mi böyle bağırıyorlar? Çoğu kişi gençlerimizin davranışını abartılı bulsa da ben müziğin bu anlarını çok önemsiyorum. Usul ve nota meraklısı muhteşem salon hanımefendisi ve beylerinin emeğine saygı duymakla beraber müzik dalga dalga insan yığınlarına hitap etmeli, ekranlara sığmayan dev kalabalıklarda genç kızlar”Tarkan! Tarkan!”şeklinde bağırmalı diyorum.

Hep melodinin güzelliğinden, konserlerin coşkusundan bahsediyoruz ya tuhaf ya da can sıkıcı şeyler de oluyor bu âlemde. Şarkı, türkü ve diğer müzik parçalarının yorumu mesela. Bir türkücü var. ”Ay akşamdan ışıktır” türküsünü öyle güzel okuyor ki. Bu durum bilindiği, görüldüğü halde bazı sanatçıların kendilerine uygun olmayan, ses tonları ve diğer özellikleri nedeniyle iyi yorumlayamadıkları eserleri okumaları gerçekten çok yanlış; üstelik dinleyiciye karşı saygısızlık. Bu konuda her eserin en iyi okuyanı neredeyse bellidir. Değişik bir yorum olacağını düşünen kişi ancak bundan emin olursa okumalıdır. Sevgili İbrahim Tatlıses ülkemizin en büyük sanatçılarından biridir. Sayısız eseri başarıyla okumuştur. Lakin sesiniz ne kadar güzel olursa olsun bazı türküleri iyi okuyamayabilirsiniz. Sizi alkışlamaya hazırlanan dinleyicileriniz hayal kırıklığına uğrar. Hem canım bütün türküleri okuyacaksınız diye bir şart mı var? Sesiniz hangisine giderse onu okursunuz.

Başka bir şey. Bin bir zorlukla sevdiğiniz sanatçının konserine gittiniz. Coşkulu bir ortam var. Başlangıçta her şey güzel. Sanatçının güzel türkü veya şarkılarını dinlemeye hazırlanıyorsunuz. Ancak o, eserin bir sırasını okuyor mikrofonu size tutup ”Şimdi hep beraber okuyoruz” diyor. Sonra meydandaki on binlerce izleyiciden yükselen garip bir uğultu. Sanatçı bunu bir değişiklik, bir renk olsun diye bir iki kez yapsa yine neyse. Konser boyunca ikide bir türküyü, şarkıyı kesiyor”Haydi hep beraber… ”Parayı sen alıyorsun şarkıyı bize söyletiyorsun. Biz kendimiz söylesek seni izlemeye niye gelelim? Bir gürültü, bir tantana, şamata…3–5 saatlik konserde bir türkü ya da şarkıyı olsun doğru dürüst dinlemeden evinize geliyorsunuz.

Buradan ülkemizdeki bütün müzik sanatçılarına sesleniyorum. Bir müzik parçasını hakkını vererek en iyi şekilde yorumlayabiliyorsanız tamam. Ama sağlığınız, sesiniz, görüntünüz bozulan sağlığınız veya ilerleyen yaşınız nedeniyle eski durumunda değilse insanların alkışlarına kanarak işinizi sürdürmeyiniz. İnsanlar sizi eski günlerinizin hatırına alkışlıyor olabilir ki zaten öyledir.

En güzel şarkılarımızın çoğunun yabancı eserlerden Türkçeye uyarlandığını gerçekten bilmiyordum. Üzüldüm tabi. Keşke bunları biz yapmış olsaydık.

Gözlerini kapatarak özellikle türkü okuyan sanatçıları sevmiyorum. İtici geliyorlar bana. Onların gözlerindeki pırıltıyı da görmeliyim. Sevgili Arif Sağ da bu nedenle düşük puan alıyor hep benden. Ama buna rağmen “sazın atası” diye heykelini dikmeliyiz. Bir yarışma programında Sinan Çetin’le tartışması vardı. Sağ “eserler özgün halleriyle kalmalı, Çetin “Eklenebilir, değiştirilebilir, yeni şekiller verilebilir” diyordu. Bence orijinali mutlaka kalmalı, korunmalı ama istenirse değişik yorumlar ve düzenlemeler şeklinde ancak yeni isimle ortaya konmalı. Aslına zarar verilmemeli.

Sibel Can hanımefendi şarkısını oynamadan söylemeli. Ne o dansöz gibi? Kıvırtarak hiç “O ağacın altı”şarkısı okunur mu? Burası Alidüldül köyünün çeşme başı mı?

Bu sözlerin sahibi ben değilim. Ben Türkiye’de benim yaşımdakilerin ve daha yaşlıların sopayla kovalayacağı nüfus kâğıdı eski fakat kendisi bir türlü büyümemiş yaramaz, çocuk ruhlu bir adamcağızım. Yine de ben diyorum ki herkes kendine yakışanı yapmalıdır. Sevgili sanatçımız şarkılarını köylerde kına damındaki yaşlı kadınlar gibi okusaydı şimdi ondan bahsetmiyorduk bile.

Onca yazdım. Asıl yazmak istediğim konuya bir türlü sıra gelmedi.

Ülkemin sevgili insanları. Şarkılarımız, türkülerimiz güzel. İyi ki müzik güçlü geliyor da sözlerini anlamıyoruz. Çünkü müziğimizin alt yapısı yok. Şarkı ve türkülerimizin sözleri berbat. Sezen hanım, Aysel Gürel hanımefendi ve bunlar gibi birkaç müstesna müzik değerimizi elbette ayrı tutuyorum. Ben söz yazarı değilim. Yine de dinlediğimiz şarkı türkülerin sözlerinden daha iyisini yazabilirim. O zaman demek ki önüne gelen şarkı türkü sözü yazıyor. Sonra bir de diyorlar ki güftemize telif hakkı ödenmedi. ”Seni seviyorum. Yolunu bekliyorum. Sen gelmeyince kaderime küsüyorum.” Şarkılarımızın çoğu bu şekilde basit ve derinliği olmayan sözlerden oluşuyor. Türkülerimiz de pek masum değil. ”Dereye indim. Tepeye çıktım. Elimde gül var. Ağzımda dil var.” şeklinde abuk sabuk sözler. .

Bir de”baklava Yunan mı Türk mü” tartışması.”Sarı gelin” adlı türkü Ermenilerinmiş. Olsun. Söyleyenin, derleyenin eline diline sağlık.

Arabesk müziğin Türk müziği sayılamayacağı yıllardır gündeme getirilmiştir. Olumsuz mesaj verdiği, insanların içini kararttığı, ümitsiz yaptığı şeklindeki eleştiriler biraz doğru. Acı biber ülser yapıyor, mide kanamasına neden oluyor. Niye yiyorsun? Burası tekke mi yau? Her şeyin doğrusunu uyguladığınız bir yaşam şekli asla yoktur.

Müzeyyen Senar hanımefendi TV’ye çıkmıştı. O kendine özgü yorumuyla eski meşhur şarkılardan birini canlı olarak okuyordu. Tabiki sesi eski günlerdeki gibi değildi. Yanımda oturan bizden daha genç birisi ”Kim bu kocakarı yahu?” dedi. O anki üzüntümü anlatamam. Kaldı ki bazı sanatçılar inanılmaz bir şekilde sahneye yapışıp kalıyorlar. Bir türlü bırakmak istemiyorlar. Kusura bakmayın ve Kerim Korkut’ da kızmayın. Bu yaşlı halinizle kimse size katlanmak zorunda değil. Gençliğimizde çoğumuzun âşık olduğu Ayşecik, Zeynep Değirmencioğlu’nu nasıl hatırlıyorsunuz? Şu anda altmışında kocakarı bile olsa biz bu halini görmedik ve bilmiyoruz. Biz onu bir bakışıyla insanın yüreğini oynatan bizden ayrıldığı gençlik haliyle hatırlıyoruz. Bence bütün sanatçılar böyle yapmalı. Yıldızların en parlak anlarında kayıp gidişleri muhteşem olur.

Pazarda patates nasıl satılıyorsa ülkemizde müzik ürünleri de öyle satılıyor. Yerlerde, merdiven başlarında, köprü altlarında, şehir meydanlarında… Çok az da dükkânlarda. Kim satıyor? İşportacılar. Adam sanatçının adını bile duymamış CD’sini satıyor. Korsan CD diyorlar. Gerçeği beş lira sahtesi bir lira. Sanatçılar”Emeğimiz çalınıyor” diyorlar. Haklılar. Bu işi yapanlar”Ekmek parası mecburuz “diyorlar. Biraz dalavere kokuyor ama idam da edemeyiz. Ve insanlar”Orijinali çok pahalı alamıyoruz” diyorlar. Bunlar zaten haklılar.

Ama şimdi bunlar da kalkıyor yavaş yavaş. İnternetten istediğin müzik ürününü indirebiliyorsun. Bulamadığını da zaten radyolar bangır bangır çalıyor. Adam bir şarkı yapıyor büyük umutlarla. Anası ağlıyor. Bu işten ekmek yiyen insanlar var. Paralarını yatırıyorlar. Gece gündüz stüdyodan çıkmayıp bir albüm yapıyorlar. Tanıtım için dünya para harcıyorlar. Albümleri çok az satıyor. Çünkü herkes nasılsa internetten indiriyor. Sanatçının da organizatörün de emeği yok oluyor.

Devrimden bahsettik ama hala Unkapanı plakçılar çarşısında dolanıyoruz.

Yeniçağda Sanat Ana Birimi’ne bağlı “Müzik” başlığı adı altında yepyeni bir örgütlenme gerçekleştirilecektir. Bunun aşamaları şöyledir:

*Aşağıda yapılacak işleri yürütmek üzere 100 il merkezinde(daha önceki yazılarımızda il sayısının 100’e çıkarılıp sabitleneceğini yazmıştık) o yerin nüfusu da göz önüne alınarak geçici çalışma gurupları oluşturulacak.

*Gerçek müzik mesleği mensuplarını tespit için bir belirleme seçimi yapılacaktır. Benim mesleğim halen müziktir veya gelecekte müzik olacaktır; olmasını istiyorum diyen herkes bu çalışma guruplarına bulundukları yerden sadece TC no’larını bildirerek çok basit kayıt yaptıracaklar.

*Seçim tarihi belirlenecek. Ve kişilere (sadece şarkı türküleri okuyacak olanlar için. Söz yazarı, düzenleyen vs müzik yapım kadrosunu okuyan belirleyecek)en iyi okuyabilecekleri eserle hazırlanmaları söylenecek.

*100 ilde birden aynı tarihte seçim yarışmaları başlayacak. Kişi daha önce Türkiye’de bir numara bile olsa bu yarışmaya girmek zorunda. Burada ilginç bir ayrıntı var. Seçimi yine her ilde, seçime katılan kimseler yapacak. Kişi çıkıp eserini okuyacak. Diğer adaylar hem şarkı ya da türküye hem de söyleyene”olur” ya da “olmaz” şeklinde oy kullanacaklar.”Olur” oyları katılanların %76’sının altında ise kişi elenecek ve müzik hayatı bitecek. Başka bir mesleğe yönlendirilecek. Elbette okunan eser de aynı şekilde oylanacak ve eğer “olur” almazsa çöpe atılacak. Belirlenen oranın üzerinde oy alınması halinde kişinin müzik mensubu olması onaylanacak. Yani birisi çıkıp iki şarkı söyleyip ben şarkıcıyım, türkücüyüm diyemeyecek.

*Kazanan kişi bundan sonra okuyacağı her yeni şarkıda aynı şekilde olur almak zorunda. Görüldüğü gibi kötü şarkı türkünün okunması ya da kişinin şarkı ve türküyü kötü okuma şansı yok.

*Her sanatçının en iyi okuduğu eser aldığı puanlara göre belli edilecek ve o şarkı ya da türküyü artık o kişi okuyacak. Daha iyi okurum ve yüksek puan alırım diyenler olabilir. Bunlara bir defalığına şans verilecek. İyi okuyan kişinin puanını geçmeleri gerekir.

*Eserlere verilen puanlar aynı zamanda onların fiyatını da belirleyecek. Standart şarkı türkü dinleme birim fiyatı olan (10 kuruş)76’nın üzerindeki her bir puan için kendisi kadar artarak 100 tam puanda(34 kuruş) olmaktadır. Burada gösterilen çaba, yakalanan kalite objektif kriterler dikkate alınarak karşılığını bulmuş oluyor.

*sanatçı okuduğu eserle para kazanacak. Ve belirli oranlarda kendisi, söz yazarı, düzenleyen paylarına düşen miktarı alacaklar. Mantıklı bölüşüm eseri meydana getiren ve okuyanların eşit para alması şeklindedir.

*Okuyucularımız hangi paradan bahsediyorsun? Müzik çalışanları hangi parayı alacaklar? Diyebilirler. Kişilerin sanatçılığı okuyacakları her yeni eserde sona erebilir. Bu nedenle kötü okuma şansları olamaz. Pazarda domates alırken beğenmeden almıyorsunuz. Beğenmeden niye bir sanatçıyı veya eserini dinleyeceksiniz ki? İşte bütün bu uğraşların bir karşılığı olmalı. Yani kişiler para kazanmalı.

*Bu nasıl olacak? Şarkı türkü başına 10 ile 34 kuruş arasında dinleme ücreti var. Onay almış, merkezi bilgisayara kayıtlı her şarkıyı dinleyen kimse nasıl, nerede ve ne şekilde dinlerse dinlesin bunun için yukarıda yazılı ücreti ödeyecek. Ödemeden dinleyemeyecek. Kurumlar, TV’ler vs satın aldıkları şarkıları reklam için müşterilerine ücretsiz dinletebilirler. Ama müzik birimine parasını ödemek zorundalar.

*Denebilir ki 10 kuruşlarla ne para toplanır ki? Bir kişi ayda 100 şarkı dinlese ortalama 20 kuruştan 20 lira eder. Elli milyon yetişkinin müzik dinlediğini varsayarsak ayda bir milyar lira. Yaklaşık 750 milyon dolar. Yılda 9 milyar dolar. Ülkemizde bugün müzikten insanlar bu kadar para kazanıyorlar mıdır?

*Emek verilerek elde edilmiş müzik ürünleri bedelsiz dinlenemez.

* Halktan ve meraklılardan isteyenler boylarının ölçüsünü her zaman alabilirler. Ancak bu şans kendilerine bir defa verilir. En rahat olacakları ortamda söyleme haklarına sahiptirler. Böylece kimsenin işte bende yetenek vardı da elimden tutan olmadı şeklinde yakınması söz konusu olamaz. Kayıt olurlar. Yarışmaya girerler. Seçilirlerse şarkı türkü okuma hakkını elde ederler. Kazanamazlarsa bir daha asla bu iş için müracaat edemezler. Türkiye’de müzik sanatçısı olmanın tek yolu budur.

*Eserler, müzik parçaları sahipleri adına onay alarak kaydedilir. Şarkı okuyanın kendi bestesi değilse şarkı ayrı şarkıcı ayrıdır. Her şarkının bir yapanı edeni oluşturanı vardır. Eserin her okunuşunda veya dinlenişinde kazandığı paradan besteye, güfteye ve düzenleyene düşen hisse ilgililerinin banka hesaplarına aktarılır.

* Şarkı türkü eski olabilir. Dinlenebilir onayını almışsa diğerleri gibi işlem görür ve belirlenen sahibi hakkını alır.

*Türkiye’de müzikle uğraşan kaç kişi vardır bilmiyorum.1000 kişiyi geçmeyecek sanatçı sayısı, belki 5–10 bin diğer çalışanlar. Hadi olsun 20 bin kişi. Aile olarak geçimini sağlayan 100 bin kişi.

Biz elbette müzik konusunda uzman değiliz.Bugüne kadar müzik hakkındaki yazıları hep konunun uzmanları yazdılar.Nereye geldiğimiz ortada.Biz burada sadece bir yaklaşımı vermeye çalıştık.Umuyorum ülkemizde müzik sektöründe çalışan değerli sanatçılarımız, ilgili, bilgili kişiler bu yazıyı değerlendireceklerdir.

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..