Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Ağaç işlerinin beyaz faresi "mobidik"

Ağaç işlerinin beyaz faresi "mobidik"
 

OKULA BAŞLARKEN;

Okulda birinci yılımız. Okul kontenjanının yoğunluğundan dolayı açılan “gececi” bölümüne kaydolduk. Bütün yıl 17:00 – 21:15 arası gördüğümüz teorik ve lise müfredatı derslerinden sonra, bir aylık zorunlu atölye eğitimimizi okul kapandıktan 15 gün sonra almaya başladık.

Yaz aylarında, okulda bizim gibi 2-3 değişik bölümden sınıflarla birlikte, koskoca okul bomboş. Düşünsenize kavurucu yaz sıcağında tüm yaşıtlarınız dışarda sefa sürerken, siz krem rengi önlükle atölyede. Budağı, dişe denk gelmiş temrin parçasına el işçiliği ile ıstavroz birleştirme veya diş açmaya  çalışıyorsunuz. Hocalarda bunun farkındalar ki, pek zorlamıyorlar bizleri. İki tık tık, bir pık pık sonra arazi mafyası elemanı olarak, okulun ağaç altı çayır çimenine arazi !..

Sınıfımız yaklaşık 50 – 60 kişi ama aynı anda atölyenin içinde 10 kişi görene aşk olsun.

Atölye eğitiminin başında, hocalarımızdan nasihat niteliğinde bir konuşma geliyor. “ Aman çocuklar, makine dairesine girmek yok. Alet edavat kullanırken aklınız başınızda olmalı, eğer bir sıkıntısı olan varsa gelsin durumunu anlatsın izin verelim. İş başında gravat vs. üzerinizden salkım saçak sarkacak şeyler yasak. Teorik derste kaza yaparsanız en fazla ayağınız takılır yere düşersiniz. Atölyede kaza yaparsanız parmak, el, kol gider.”

 MOBİDİK’İN DOĞUŞU;    

Sıcak bir yaz günü, atölye içinde dolaşan 3-4 çalışkan arkadaşımız haricinde herkes, çayır çimene yayılmış sohbet ediyor. Atölyeden bağıra bağıra Kadir isimli arkadaşımız dışarı fırlıyor. Feryat figan bağırarak el kol işaretleriyle bizi çağırıyor. Tabi insanın aklına ilk gelen hocalarımızın ilk gün tembihledikleri bir iş kazası !..

Orada bulunan herkes fırlayıp koşa koşa atölyeye doğru yöneliyor. Ne olduğunu sorgulayan yok. Atölyenin içindekiler dışarı, dışardakiler içeri hummalı bir koşuşturma, ilginç bir kaos var. Herkes birşeyler arıyor ama, kimse ne aradığını bilmiyor. Ben dahil herkesin aradığı görüntü, yaralanmış bir arkadaşımız. Ama yok öyle bir görüntü. Kadir’i yakalayıp soruyoruz;

-          Ne oldu oğlum, ne var?

-          Fare!..

-          Fare mi?

-          Evet fare.

-          Oğlum ne faresi, ne geveliyorsun?

-          Oğlum fare dedim ya, fare var içerde.

-          Kanka sen manyak mısın, içerde heryerde fare var. Burası atölye.

-          Yok oğlum öyle değil, biliyorum her yerde fare var ama, biri benim ayakkabıma çıkmıştı !..

-          Eeeee?

-          Elimde tutkal kovası vardı.

-          Eeeee?

-          Eeee si bu oğlum işte, kortum ulan, aklım gitti bir anda.

-          Ya oğlum hastamısın sen, bütün milleti ayağa kaldırdı., Bizde birinin eli kolu kesildi zannettik.

-          Yok ya, öyle bir şey yok, ama bu arada elimdeki tutkalı farenin üstüne attım, fare hala orda. Ayrıca ben fareden fena tiksinirim, giremem şimdi içeri. Alın onu ordan, bana yardım edin. Elimdeki işi bitirmem lazım bugün, yarın için atölye şefinden izin aldım. Giremem valla içeri.

İçeri giriyoruz, tezgahların arasında fare bakınıyoruz ama yok. Olay yerine varıyoruz !.. Yere dağılmış beyaz tutkal ve yanı başında kovası, ama fare yine yok. Arkadaşlardan biri dedektif edasıyla bizi yanına çağırıyor.

-          Gelin oğlum, işte burda!..

-          Hani nerde?

-          Bakın ayak izleri burda, şu tarafa doğru gitmiş ve kırmış atölyeyi. Ulan bir fare kadar olamıyoruz anasını satıyım, kaçmış şerefsiz. Bizde bu yaz sıcağında burda askeriz anasını satıyim.

Gülüşüyoruz aramızda. Biri söyleniyor “Dağalın lan manyak zevatı kiram, biri fareden korkar. Biri dedektif havalarında, işiniz gücünüz yokmu diyecem, sizde evet yok diyeceksiniz diye korkuyorum.” Bu arada bunca hengame arasında, öğretmenler odasındaki 1-2 hoca yerinden kalkıp ne oldu diye sormak zahmetinde bile bulunmuyor. Hani sonra öğreniyoruz, bu sahne her yıl 1. sınıflar arasında mutlaka yaşanırmış.

Dağalıyoruz atölye içerisine. O yıl atölyeyi gördüğümüz en kalabalık görüntüsünüde hafızamıza kaydetmeyi unutmuyoruz. Aradan yarım saat geçmeden herkes, çayır çimendeki görev yerini alıyor!..

Bir süre sonra, atölyenin kapısından yine bir alarm!...

-          Beyler, koşun koşun. Fareyi buldum.

Bir iki meraklı kalkıp gidiyor, her gidende el kol işaretiyle diğerlerini çağırıyor. Meraktan, sonunda hep beraber kalkıp gidiyoruz atölyeye. İçersi ana baba günü. Kalabalığın ortasında tam işaret parmağı büyüklüğünde ufacık bir fare. Dahada ilginç olanı, fare beyaz !.. Ama bu genetik bir özellik değil, Kadir’in üzerine attığı beyaz tutkaldan bulaşmış beyazlık. Hayvan eziyet çekiyor. Tutkal donmaya yüz tutmuş, hareketlerini ağarlaştırıyor. Her kafadan bir ses. Biri öldürelim eziyet çekiyor derken, diğeri günaha girersiniz oğlum bırakın kendi kendine ölsün diyor. Bir başkası oğlum yemekhanenin kedisi halleder bu işi, hadi dağalın diyor. Bu arada tutkal o kadar donuyor ki, hayvan artık hareket edemez hale geliyor.

Sonradan kendi kendime öyle yorumladığım, çocukluğumdan kalma bir güvercini sapanla vurma başarısı elde ettikten sonra, arkadaşlarımın cehennemde yanacaksın, keyif için bir canlı öldürdün kızdırmaları aklıma gelip, fırsat bu fırsat belki Allah bu yaptığımı görür de affeder duygusu ile bir tutam istübüyü alıp tutuyorum katılaşmaya başlamış kazık gibi farenin kuyruğundan, feryat figan kaçışmalar arasında atölye girişindeki su dolu yangın kovalarına kadar hızlı adımlarla ilerleyip daldırıyorum fareyi kovaya. Bir, iki, üç, dört hayvanı daldırıp çıkartıyorum suyun içine. Tutkal etkisini kaybedip fare oynaşmaya başlayıncada, atıyorum elimden yere doğru.

Fare deyimdeki gibi tam bir “sudan çıkmış sıçan”. Zaten bir tutamdı, birde su ıslatınca iyice küçüldü. Nefes alışları hızlandı. Hepimiz başına toplanmış merakla ne olacağını izlerken, bir iki adım ileri, bir iki adım geri geliyor. Kaçışmalar, çığlıklar arasında birden canlanıp giriveriyor talaşların arasına ve gözden kayboluyor.

Gülüşmeler, birbirimize takılmalar, yorumlar ardından dağalıyoruz.

Akşam ders bitip evlere dağılma öncesi yapılan sınıf yoklamasının ana gündem maddesi bizim küçük fare. Ama öyle abartılı öyle komik yorumlar var ki demeyin gitsin. Günün sonunda o fındık faresi oluyor bir balina. Hemde rengi, beyaz. Herman Melville’in devasa beyaz balinası Moby Dick, oluveriyor bizim küçük fare Mobidik!..

O yaz birkaç kere bizim mobidik ortaya çıkıveriyor, her çıktığında üzerinde kalan tutkal ve bulaşmış talaştan onu tanımamak mümkün değil. Görenler birbirlerini dürteliyor, çıktı bizim mobidik.

Artık bizden biriydi atölyede sanki. Bir ayrıcalık, bir iltimas sormayın gitsin. Yol verme önceliğinden tutun da, geçeceği yolda beklemek ve kapıyı açıp mevki değiştirmeye kadar her türlü yardım, saygı hürmet diz boyuydu. Diyebilirim ki atölye hocalarına o kadar saygı göstermiyorduk. Karşılıklı kapıya yaklaşan hocadan önce davranıp iki yönlü kapıyı açıp geçen o zıpır öğrenciler, Mobidik’i görünce kapıyı tutup ona yol veriyorlardı.

Yılı öyle tamamladık, ertesi sene ve ondan sonraki sene hiç göremedik Mobidik’i.

( Mobidik’in kısa yaşamı, ölümü ve yıllardır dillere destan olan cenaze töreni birdahaki yazımda gelecek )

 

3 / G – 2484 İhsan Esat ERULUTEKİN

1981 Maçka Endüstri Meslek Lisesi Ağaç İşleri Bölümü anıları.

 

 
Toplam blog
: 8
: 595
Kayıt tarihi
: 16.02.11
 
 

Ayşegül ERULUTEKİN'in eşi. Eren ve Engin ERULUTEKİN'in babası. GHSİM İstanbul Hentbol İl Tems..