Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

14 Eylül '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Ağıt..

Ağıt..
 

"Kalktık Horasandan sökün eyledik. Parlar omuzumuzda uzun şelfeler. Kurt sürüleri gibi dağıldık dünyaya, yayıldık mığraptan mışraka dek. Kırmızı yakut gözlü, uzun boyunlu atlarımızı Sind suyuna, Nil suyuna sürdük. Memleketler, kaleler, şehirler aldık, devletler kurduk. Harran ovasına, Mezopotamyaya, Arabistan çölüne, Anadoluya, Kafkas dağlarına, geniş Rus bozkırlarına, on bin, yüz bin kara çadırla kartallar gibi indik. Uzun, yedi direkli, keçi kılından kara çadırlarımız... Her birinin içi insan hünerinin en büyük, en güzel, en ince renkleri, nakışlarıyla işlenmişti. Ya şelfelerimiz, ya klıçlarımız, hançerlerimiz, fildişi sapları altın işleme tüfeklerimiz, dibeklerimiz, hırızma, gerdanlık, tepeliklerimiz, kilim, keçe, çullarımız... Harran ovasında binlerce kişi ceylanlara karışıp semah döndük. Ulu şahinler gibi. Şölenler tuttuk, kutsal cemler büyüttük... Ulu denizlerden ulu denizlere dalgalarca çalkalandık. O kıyıdan bu kıyıya vurduk. Kaleler, şehirler, memleketler, ırklar, soylar karşımızda boyun eğdi. Tutsak kıldık bir çağı. Çok şey yaptık insanoğluna. Ama onları hiç bir zaman aşağılamadık, insanları aşağılamak geleneğimizde yoktu. Yoksula, yetime, düşmüşe, kadına, hangi soydan, hengi dinden, hangi ülkeden olursa olsun dokunmadık, saygıda kusur etmedik. Dost olun, düşman olsun onları bizim düşkünümüzden, yaşlımızdan, çocuğumuzdan, kadınımızdan ayırt etmedik. Elaman demişin kılına dokunmadık. Kalın, işlemeli, türlü damgalı yurtlar yaptık keçelerden, sıcak sağlam. Hiç bir saray böylesine bu yurtlar gibi görkemli olamazdı. Dünyanın üstünde konduk kalktık, özgürü, tutsak, yenilmiş, yenmiş... Yüzyıllar geçti, parça parça bölündük, küçüldük, kara çadırlar soldu. Ulu dağlara, sulara, topraklara, ovalara, ülkelere ad verip, damgamızı bastık. Anadoluda karşımıza çıktı Kayseri dağı, Ağrı, Süphan, Nemrut, Binboğa, Cilo dağı... Vardık, Anadoluda da karşımıza çıktı Kzılırmak, Yeşilırmak, Sakarya, Seyhan, Ceyhan suyu... Anadolu ovası, Tuz gölü, kehribar sarısı üzümleriyle Ege ovaları... Ve adlarımızı verdik sulara, ovalara, dağlara. Anadolunun her karış toprağına damgamızı bastık. Her karış toprağına bir ad bulduk, obamızın adını koyduk. Unutulmasın, bir ulu toprakta, suyumuz boy versin diye... Düşürdüler bizi tozlu yollara, aşırdılar bizi karlı dağlardan. Düşürdüler bizi halden hallere... Anadolunun taşıyla toprağıyla akan suyu, esen yeliyle, binlerce yıldan bu yana işlenmiş, gelişmiş yeşermiş, boy atmış kervansarayları, sarayları, tapınakları, ulu şehirleri, türküleri, gelenekleri, görgüsü, bilgisiyle bir olduk kaynaştık. Etle kemik gibi... Yağmurla toprak gibi... Her bölüğümüz bir ilde, bir ülkede, bir toprak parçasında kaldı... Çadırımızın her bir parçası bir yerde unutuldu, bir toprakta çürüdü. Gür, sonsuz, ulu, kaynayan bir su gibi bir kökten çıktık. Göz göz olduk... Dağıldık, ufaldık, azala azala tükendik, bittik. Yanık türkülerimiz belki de hiç söylenmeyecek, semahlarımız dönülmeyecek, dostlar, canlar, erenler bir yürek olamayacak. Ay gün bizim baktığımız gibi doğmayacak batmayacak. Usumuz, geleneğimiz, göreneğimiz, ağacın tomurcuklanması, yelin esmesi, insanın doğması, büyümesi, ölmesi üstüne düşüncelerimiz, duygularımız bilinmeyecek, anılmayak. Çiçeğin açması, kaplanın heykirmesi, yağmurun yağması üstüne, toprağın yeşermesi, bir kartalın yumurtlaması, bir tor şahinin, uzun boyunlu tor atların alıştırılması, dünyaya, her yaratığa sevgimiz, dostluğumuz, onlardan bir parça olma gücünün harikulade sağlamlığı hiç bilinmeyecek, namımız insan soylanınca söylenmeyecek. Birdenbire değil, binlerce yıldan bu yana azala azala, ufalana, küçüle, her toprakta bir parçamızı bırakarak tükendik... Bir aydınlık su gibi bu toprağın üstünden aktık. Geldik Anadoluda da karşımıza Kayseri dağı. Ulu, temiz, alımlı, yakışıklı, ışığa batmış. Kırmızı yakup gözlü, uzun boyunlu atlarımız... Harran ovasında, Mezopotamyada yüz bin ulu kartal konmuş gibi kıl kara çadırlarımız. Binlerce kişi, binlerce ceylanla birlikte semah tuttuk üç gün üç gece, kırk gün kırk gece..." (Sayın Yaşar Kemal'e sayıgıyla. Alnımda taşırım ellerini..).

Ağıtlar bu toprakların nemidir, suyudur, bereketidir;

kadınır, erkeğidir, dağıdır, suyudur, otudur, böceğidir,

acısıdır, rengarengidir, yürüyüşüdür, duruşudur, gidişidir,

çocuğudur, atıdır, havasıdır, koyunudur, keçisidir, sesidir,

ölüsüdür, yeşil sinekleridir, üşüşenidir, yalnızıdır, yağmurudur,

kalabalığıdır, hiçliğidir, çokluğudur, varlığıdır, toprağıdır, kuşudur, usudur,

'yandığıdır, kandığıdır, sandığıdır', yüklüğüdür,

yüküdür, yüksünlüğüdür, yükümüdür, hükmüdür,

yanmayan yalınıdır, olmayan çadırıdır, yalgısıdır...

Ağıtlar;

ağıtlar bu toprakların ağrısıdır, ağıda yakılanıdır, ulananıdır, acıacı eklenenidir, yel yel söndürenidir.

ağıt,

tek başına yakanıdır,

yakanı tek başına duyanıdır,

ince ince dokunmuş kilimin ciğere serilmişidir

yanan ciğere bağdaş kurmuşudur, tanrısız misafiridir.

ağıt ağıt, nazlı nazlı, derin derin gözbakamaz hüznüdür,

ağıt ağıt ağıtlar olur, gözlerden pınarlar sel olur, acının temiz yüzüdür...

ağıd,
acının en temiz, en yürekli, en samimi, ılık yüzüdür.

anadolu'nun susan ezgimiz yüreğinin kulağıdır, gözdamlası yüzüdür.


devam edeceğim...

***

not: seçkim:
http://www.youtube.com/watch?v=3DUqxi6oKug

not: blogseçkim:
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=50405

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..