Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '09

 
Kategori
Kitap
 

Ağıtsız kadınlar- Rıfat Mertoğlu

Ağıtsız kadınlar- Rıfat Mertoğlu
 

Kitabın kapağı.


Ağıtsız Kadınlar adlı romanı 2007 yılında İlya Yayınlarından çıkan ve kitabı kısa sürede 2. baskı yapan, edebiyat çevresinde ilgiyle karşılanan Rıfat MERTOĞLU’nu biraz daha yakından tanımak, edebiyatla ilgili görüşlerini öğrenmek üzere yazarımızla kısa bir söyleşi yaptık. Biz sorduk o yanıt verdi. Umutsuzluğun içinde umudu yeşerten cümlelerin sahibi aynı umudunu koruyarak yanıt verdi bize.

Soru: Rıfat Mertoğlu kimdir? Sizi yazmaya iten sebepler nelerdir kısaca anlatır mısınız.?Sayın üstadım,

<ı>Öncelikle Ağıtsız Kadınlar isimli romanımı okumanıza, beğenmenize çok sevindim. <ı>Ben 1970 Urfa Siverek doğumluyum. Küçük yaştan itibaren oradaki aşiretsel yapıyı, töreleri, gelenekleri, bu geleneklerin toplumsal cinsiyete bakış açısını, kadının toplumdaki yerini gözlemledim. Çelişkileri kendi içimde de olsa eleştirdim. Çocukluğum Çukurova’da geçti. Yaşar Kemal’ın Sarı Sıcak isimli kitabında anlattığı pamuk tarlalarında, sivrisineklerle boğuşarak büyüdüm.

<ı>Ortaokul sıralarında şiirler yazmaya, bunları yerel gazetelerde yayınlamaya başladım. Sonra bir baktım, yazmak benim yaşamıma iyice yerleşmeye başlamış. Bir an geliyor, insan tutamıyor kendini, yazmak, içinde yıllardır biriktirdiklerini başkalarıyla paylaşmak istiyor. İşte yazı ondan sonra devreye giriyor.

Soru: Sanırım yayınlanmış bir araştırma, bir şiir ve iki de roman türü kitabınız var. Ağıtsız Kadınlar Doğu ve Güney Anadolu kadınının dramını anlatıyor. Genelde kitaplarınızda işlediğiniz konular doğuya has. Neden? Halbuki siz İzmir’de yaşıyorsunuz.?

<ı>Her yazar aslında kendini anlatır. Ben doğunun, güneydoğunun toplumsal yapısını çok iyi biliyorum. Köylerle ilgili sağlam gözlemlerim var… Örneğin zikir odalarında bulundum. Ağaların yanında oturup kalktım. Kadınların durumunu, töreleri, berdeli, beşik kertmesini iyi bilirim. Kan davalarını da. Dolayısıyla bildiğim, yaşadığım konularda yazmak daha kolaydır, daha gerçekçidir. Hayal ürünü eserler de yazılabilir, ama yaşanmış olaylar kadar etki bırakmaz okuyucuda. Batıda, İzmir’de yaşıyor olmam da bir şans… Buradaki yaşamı doğudaki yaşamla kıyaslayabiliyorum. O zaman daha net görüyorum o coğrafyadaki yaşam koşullarını.

Soru: Ağıtsız kadınları tek cümle ile anlat deseler ne dersiniz?

<ı>Ağıtları bile olmayan kadınlarımız var…

Soru: Öncelikle söyleyeyim Ağıtsız Kadınları çok beğendim. Kitapta küçük küçük hikayeler var. Örneğin beni çok etkileyen mum hikayesi var. Bu hikayeler de size mi ait yoksa başka bir yerden faydalandınız mı?

<ı>Ağıtsız Kadınlarda kullandığım iki kısa öykü bana ait değil, evrensel öyküler… Biri dediğiniz gibi mum öyküsü, diğeri kırık su testisi öyküsü. Baktım romanda çok şık duracak, yani tam yerine oturacak alıp kullandım. <ı>Anlatıyı güçlendirecekse böyle öykülerden yararlanılabilir diye düşünüyorum. Yine romanda bazı halk öyküleri de vardı. Örneğin kral ile kızının öyküsü böyle bir öyküdür. Namus cinayetleriyle birebir örtüşmektedir.

Soru: Kitabınızı okuyup bitirdiğimde acaba finali Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk” kitabında olduğu gibi Hiva’yı öldürmese miydi diye düşündüm. Final konusunda hiç tereddüt yaşadınız mı? Aslında Hiva’nın sonlara doğru hastaneye kaldırılması bende sonu iyi bitecek duygusu uyandırmıştı. Ne dersiniz?

<ı>Evet üstad, Hiva’nın ölmesini ben de istemiyordum aslında. Hatta yazdığım ilk taslakta Hiva iyileşiyordu, şeyh tarafından onları hastaneye götüren dolmuş şoförüyle evlendiriliyordu. Çünkü, umut hep olsun istiyorum kitaplarımda. Fakat, romanı taslak haliyle okuyan birkaç dostumla konuyu tartıştık. Gerçek yaşamın acımasız olduğu, birçok olayda kadınların yaşamlarını yitirdiği dolayısıyla Hiva’nın ölmesinin de daha gerçekçi olacağı sonucuna vardık. Ve sonucu değiştirdim. Mutlu bir final olsaydı daha iyi olurdu tabi. Sana katılıyorum.

Soru: Ağıtsız kadınların dramının sona ereceğine dair umut taşıyor musunuz.? Ya da umutsuzluğu anlattığınız kitabınızda anlattığınız küçük mum hikayesi gibi umutsuzluğun içinde umudu nasıl yaşatacağız.?

<ı>Toplumsal cinsiyet, toplumdan topluma, kültürden kültüre değişiyor. Yani kadının toplumdaki yeri toplumun gelişmişliğiyle orantılıdır. Eğitimli, çağdaş toplumlarda kadınların ve erkeklerin kaynaklardan ve fırsatlardan yararlanma oranı eşittir. Bu hem ekonomik hayatta, hem de zihinlerde gerçekleşmiştir. Umutluyum… Bu toplum gelişecek ve kadınlar da hak ettikleri yere gelecektir. Erkek ve kadın eşitliği sağlanırsa dünyamız daha güzel olur düşüncesindeyim. Kısa dönemde olmasa da, uzun dönemde umutluyum…

Son soru: Yeni kitabınız hakkında biraz ipucu verir misiniz?

<ı>Yeni romanımda da yine kadın sorununu işliyorum. Küçük yaşta evlendirilen, tanımadığı, kültürüne, diline, geleneklerine yabancı olduğu bir memlekete gelin giden küçük bir kadının dramı var. Ağıtsız Kadınlar’ı beğenen okuyucularımın aynı tadı alacağı bir roman olduğunu düşünüyorum.

<ı>

<ı>Bu küçük sohbet için çok teşekkür ediyorum. Selam ve saygılarımla.

<ı>

<ı>Bizde teşekür ederiz.

Kadınlar, kadınlarımız şişman, zayıf kadınlar. Yeşil gözlü, kara gözlü sevdalı, sevdasız kadınlarımız. Çilekeş anamız, gönül telimizi titreten yarimiz, fabrikadaki işçi kız kardeşimiz, karanlık sokaklarda üç otuz paraya vücudunu satanlar, kesilen , öldürülen yok edilen, hiç yaşayamadıkları sevdaları ile bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız. Doğu ve Güney Anadolu’nun acının her türlüsünü yaşayan kadınlarımızın destansı öyküsünü anlatıyor AĞITSIZ KADINLAR. Ben kitabın öyküsünü değerlendirmeyi okurlara bırakıyorum.

Yukarıda soru-yanıt bölümünde bahsi geçen mum hikayesi benim açımdan en çarpıcı bölüm. O yüzden sizlere bu hikayeyi anlatmakla yetineceğim yalnızca.

Küçük bir odanın içinde dört mum usul usul yanıyormuş.Bir süre sonra mumlar kendi aralarında konuşmaya başlamışlar. Birinci mum demiş ki “ Ben barışım!Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor. Sanırım yakında söneceğim”.Alevi hızla azalmış ve sonunda tamamen sönmüş. İkinci mum “Ben vefayım” demiş. “Ama ne yazık ki artık vazgeçilmez değilim. Onun için bundan sonra yanıp durmanın bir anlamı kalmadı artık” demiş ve hafif esen bir rüzgâr bile onu söndürmeye yetmiş. Sırası geldiğinde üçüncü mum demiş ki “Ben sevgiyim! Yanacak gücüm kalmadı artık, insanlar beni unuttu değerimi anlamıyorlar. En yakınlarını bile sevmeyi unuttular”. Daha fazla beklemeden o da sönüp gitmiş.

Ansızın odaya bir çocuk girmiş ve üç mumunda yanmadığını görmüş ve “Neden yanmıyorsunuz, sizin sonsuza dek yanmanız gerekmiyor mu?” demiş. Ardından içli bir sesle ağlamaya başlamış.O zaman dördüncü mum demiş ki “Korkma! Ben var olduğum ve yaşadığım sürece öteki mumları yeniden yakabiliriz. Çünkü ben umudum!” Çocuk parıldayan gözleri ile umut mumunu almış ve öteki mumları birer birer yakmış.

Bu kitabı yıllar sonra bir gün bir yerde veya tozlu raflarımın arasında gördüğüm zaman aklıma hep bu öykü gelecek.

Saygılarımla.

Ali İhsan UĞUZ
01.05.2009

 
Toplam blog
: 72
: 2174
Kayıt tarihi
: 11.04.08
 
 

3 Ocak 1958 doğumluyum. S.Muhasebeci Mali Müşavir olarak çalışmaktayım. Edebiyat ve sinema ilgim ..