Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mayıs '14

 
Kategori
Siyaset
 

Ağız tadıyla doya doya AK Parti'yi ve Tayyip Erdoğan'ı eleştirememek!

Ağız tadıyla doya doya AK Parti'yi ve Tayyip Erdoğan'ı eleştirememek!
 

AK Parti iktidarını eleştirmiyoruz diye hep eleştiriliyoruz.

Türkiye'nin siyasi manzarasında bir tarafta iktidarın akına kara, karasına ak diyerek her icraatını eleştirenler, diğer tarafta ise iktidarı hep destekleyenler var.

Birinciler için "Yahu bu iktidarın 12 yıl boyunca hiç mi doğru yaptığı bir şey yok?" sözü ne kadar doğru ise, ikinciler için de "Yahu bu iktidar bunca yıl hiç mi yanlış bir şey yapmadı" sözü o kadar haklıdır.

Bu çifte haklılık içerisinde her grup kendini haklı gösterme adına; ikinciler birincileri 'muhalif' olmakla, birinciler de ikincileri 'körü körüne biat' etmekle ya da 'çıkar' karşılığı düşüncelerini satma ile suçluyorlar.

Zaman içerisinde ağır eleştiriler içeren bir kaç yazı yazmış olsam da, bu az sayıdaki yazım destek içeren çoğunluk yazılarım içerisinde kaybolup gittiğinden, ben de ikinci grupta yer alıyor olmalıyım. 

Onun için bu yazımda ikinci grubu anlatacağım ve bir bakıma kendimi savunacağım.

Gerçekten de 12 yıl gibi uzun bir sürede bu iktidar hep doğruları mı yaptı, hiç mi yanlışları olmadı? 

Bunu iddia etmek her şeyden önce insan doğasına aykırıdır. Ne demiş atalarımız: "İnsan beşer, şaşar". Aynı manada başka bir örnek olarak "Hatasız kul olmaz" sözümüz vardır. İnancımıza göre peygamberlerin bile ufak hataları olduğuna göre hatasızlık mükemmel bir varlığa ait olmalı. İnsan da mükemmel bir varlık değildir.

Ama geçmiş iktidarların bir dönemden sonra normal seçimle ya da normal sürelerini bile tamamlayamadan erken seçimle görevlerine son verilmelerine karşılık, her seçimde oy oranını artırarak 3. dönemini tamamlamakta olmasından yola çıkarak, bu iktidarın doğrularının yanlışlarından fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yanlışları doğrularından az da olsa neden doğruları yazdığımız gibi bu yanlışları da yazmadık?

Başkalarının neden yazmadıklarını tabii ki bilemem. Ben kendi adıma söylüyorum: Yazamadım.

Neden yazamadım?

Birinci gruptakilerin yüzünden.

Çarpıcı üç örnek vermekle yetineceğim...

Gezi olayları başladı. Haklı ya da haksız, doğa hassasiyeti olan az sayıda bir grup Gezi Parkı'nda çadır kurmuşlar ve ağaçların sökülmesini engellemeye çalışıyorlar. Sabahın kör karanlığında çadırların basılarak ateşe verilmesi görüntüleri herkes gibi benim de vicdanımı sızlattı. İşin aslını, bu despotça saldırının nedenini, mantıklı açıklamasını öğrenmek için yazacağım eleştiri yazısını bir süre beklettim ve haber kanallarını izlemeye koyuldum.

Çok geçmeden olay, masum bir doğayı koruma direnişinden bu masum olayı kullanarak iktidarı değiştirme olayına dönüştü. Düğmeye basılmış gibi olayların bir anda yurt çapına yayılması, caddelerin işgal edilmesi, belediye otobüslerinin yakılması, dükkanların  tahrip edilmesi, İstanbul'da Başbakan'ın Dolmabahçe ofisinin, Anakara'da ise Başbakanlık ve Bakanlık binalarının işgal edilmeye çalışılması bir sivil darbe girişimiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyordu.

Mehmet Ali Alabora'nın "Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel" tweet'i her şeyi özetliyordu.

CNN İnternational'ın canlı yayına geçip olayı daha da ajite ederek yansıtması, olayın dış boyutunu ortaya koyuyordu.

Benzer filmi, başta Soros vakfı olmak üzere, bazı uluslar arası kuruluşların destekleriyle dünyanın bir çok yerinde izlemiştik.

Bu olayın Türk ekonomisinin zirvede olduğu Mayıs 2013'den hemen sonra olması ise çok düşündürücü idi.

İç destekli bir uluslar arası komployla karşı karşıya olduğumuz çok açıktı.

Bu şartlarda AK Parti'yi ve Erdoğan'ı eleştir bakalım nasıl eleştireceksin?

Tam aksine, savunmaya geçtik.

Bu kapsamda yazmayı düşündüğüm eleştiri yazısı aklıma bile gelmedi.

İkinci çarpıcı olay 17 Aralık olayıdır...

17 Aralık sabahı haber kanallarını izlediğimde herkes gibi ben de şok olmuştum. Büyük bir kızgınlık içerisindeydim. 

90'lı yıllardaki gibi ekomiyi krizlerde süründüren yaygın yolsuzluklar olmasa bile, yolsuzlukla mücadele edeceğim diyerek iktidara gelmiş bir iktidarın bu konuda çok daha hassas olması ve böyle bir manzaraya sebebiyet vermemesi gerekirdi.

Haberleri izlemeye devam ettiğimde ayrıntılar da ortaya çıkmaya başladı. Soruşturmanın arkasında Savcı Zekeriya Öz'ün olduğunu öğrendim.

Zekeriya Öz'ü de yüceltecek ağır bir eleştiri yazısı yazmayı planladım. Çünkü Türkiye'nin geri kalmışlığının iki temel sebebi vardı. Birincisi darbeler, ikincisi de yolsuzluklardı. Öz, Ergenekon soruşturmalarında gösterdiği cesaretle askeri vesayeti bitirmişti. Daha önce bu konuda girişimde bulunan savcıların başlarına neler geldiğini görmüştük. O, bunlara aldırmadan, her şeyi göze alarak hiç dokunulamayacak kişilere dokunmuş ve başarılı olmuştu. Şimdi ise ikinci temel sorunumuz yolsuzluğu bitirmek için güçlü iktidarı karşısına almıştı.

Bu şekliyle Öz benim gözümde bir hukuk kahramanıydı.

Sonra haber kanallarında konuyla ilgili açık oturumlar yapılmaya başladı. Konuyu daha iyi anlayabilmek için bu programları da ilgiyle izledim. Muhalif yazarlar da dahil olmak üzere neredeyse bütün yorumcular olayın Gülen cemaatiyle AK Parti arasında geçen bir iktidar mücadesi olduğunu söylüyorlardı.

Bir hukukçu olarak Ergenekon davalarından sonra; hukuku katleden darbelerin sonlandırıldığını, gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi ülkemde de hukuk üstünlüğünün sağlandığını düşündüğüm için çok umutlanmış ve gururlanmıştım.

Meğer bütün bunlar ham hayalden ibaretmiş!

Bu defa da hukukun bir silah, bir hukuksuzluk aracı olarak kullanılması söz konusuydu.

Oysa hukuk sadece hukuk için olmalıydı, hukuku uygulayan yargı kurumu anayasa ve kanunlar dışında kimseden emir almamalıydı.

Ergenekon davaları sırasında iddia edilen ve bizim inanmak istemediğimiz ilişkilerin gerçek olması, hayal kırıklılığımı daha da arttırmıştı.

Öz'ün defalarca yaptığı yurt dışı lüks seyahatlarının ortaya çıkması, bir dini cemaatin bir siyasi figür gibi iktidarı cephe alması; olayın bir hukuk uygulaması olmadığı noktasında kuşkuları iyice arttırmıştı.

Olaya bir de İsrail - Amerika eksenli yurt dışı bağlantılar eklenince yine bir darbe operasyonuyla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkmıştı. 

Bu şartlarda 17 Aralık sabahı gördüklerimizi nasıl eleştirebilirdik?

Yazmayı düşündüğüm eleştiri yazısını yine unutmuştum.

Bırakın yazacağım eleştiri yazısının başlığına Zekeriya Öz'ü taşıyarak onu yüceltmeyi, görev değişikliğinden sonra onun hakkında yazmış olduğum övgü yazısını yayından kaldırdım.

Ve hep 17 Aralık'ı ve onun perde arkası aktörlerini eleştiren yazılar yazdım.

Ve şimdi de Soma maden faciası...

Böyle bir dramı bile arzuladıkları iktidar değişimi için bir fırsat olarak görenler, bu kapsamda çeşitli ayak oyunlarına girenler, her zamanki nefret söylemlerini  ortaya koyanlar karşısında yine iktidarı eleştirmede pasif durumda kaldım.

Oysa eleştiri, her zaman için övgüden daha çok prim yapar.

Çünkü toplumda yönetimin her icraatinden olumsuz etkilenen bir kesim mutlaka bulunur. Siz yapacağınız eleştirilerle onların duygularına tercüman olursunuz. Onlar içinse sizin yazılarınız bir deşarj aracıdır. İlgiyle ve mutlaka takip ederler. Muhalif yazıların daha çok okunması bu yüzdendir.

Ama ne yazık ki birileri bizim bu hakkımızı durmadan gasp ediyorlar.

Ağız tadıyla doya doya iktidarı bir türlü eleştiremiyoruz.

Her defasında karşımıza, uğruna mücadele verdiğimiz ve önemli kazanımlar sağladığımız, olmazsa olmazımız hukukun ve demokrasinin katli girişimi çıkıyor.

Ne yazık ki hukukumuz ve demokrasimiz henüz daha rüştünü ispat edemedi ve hâlâ korunmaya muhtaç.

Atatürk'ün meşhur bir sözü vardır; "Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır" diye.

Bugünkü şartlar içerisinde bizim için de "Söz konusu demokrasi ise gerisi teferruattır".

Yani iktidarı eleştirmememiz; Gezi'de yakılan yıkılan çadırları, 17 Aralık sabahı manzarasını ve Soma'daki idarenin ihmallerini onayladığımız anlamına gelmemektedir...

Yurt dışı destekli darbe girişimlerine karşılık bunlar teferruat olarak görüldüğü içindir.

Olay bu kadar basit ve anlamlıdır.

21 Mayıs 2014

Hasan Basri Özgen

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..