Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '08

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Ağla sevgili yurdum ağla...Sağlık sistemine ağla...

Ağla sevgili yurdum ağla...Sağlık sistemine ağla...
 

Sabah ezanıyla çıktım sokağa. İstanbul'un en soğuk günlerinden biri. Sağlık ocağının önünde küçük bir kalabalık. Camiden çıkan yaşlı bastonlu dedeler, yaşlı teyzeler, daha saat sabahın yedisi bile olmadan listeye 20 kişinin adı yazılı. Ben de katılıyorum hastalar kervanına. Hasta dediysem yaşlı bir yakınım için geldim oraya.

Saat 8'e kadar liste doldu taştı. Bizler de soğuk sokakta buz kestik. Yaşlı teyzem söyleniyor. "Neden daha erken açmıyorlar?"diye. Biraz daha insaflı olan muhtemelen kendi çocuklarını sabahın köründe iş için sıcacık yataklarından uyandırmanın acısını unutmamış bir başka teyzecik de titreyerek "Çalışanların da canı var ama!" diye konuda taraf oluyor.

Tam da 8' de ufukta yani dört yol ağzında beliren sağlık ocağı görevlisi gelip kapıları açtı. Önce içeri sırayla mı girsek diye düşündü kalabalık. İçeri girip ezan vakti başlanan listenin okunması ile kuyruğu oluşturmak daha mantıklı geldi. Ne kuyruğu diyeceksiniz? Bu da doktorlara muayene olmak için sıra numarası alma kuyruğu. Biraz daha geç gidene numara kalmıyor.

Belli bir düzen oluşturulunca çetrefilli işlere kafa yormaktan hoşlanmayan insanımız da hemencecik benimsiyor.

Şöyle bir bakındım. Sıradakilerden çoğu elinde sağlık raporu olan ve ilaç yazdırmak için bekleyen yaşlı insanlardan oluşuyor. Sabah ve öğleden sonra seanslarında bir doktor kaç kişiye bakıyor? Sanırım 60 ila 80 arasında. Bir hastaya harcayabilecekleri en fazla 5 dakikalık sürenin yarısı da evrakların doldurulması ile geçecek. Ellerinde 6 aylık ya da 1 yıllık sağlık raporu ile ilaç yazdırmak için bekleşen insanlara acıyorum, doktorlara da, kendime de. Burada en şanslı gibi görünen, acınmayacak durumda olan annem oluyor diye düşünüyorum tuhaf bir ironi ile. İronik olan artık yürüyememesi. Yürüyemediği için şanslı annem. Zaten o ayazda dışarı çıkması da, gerçekçi olmak gerekirse ölüme davetiye olurdu. Yaşlı insanlara bakıyorum içim sızlayarak. Şimdi burada, bu kuyrukta ellerinde sağlık raporu ile doktor kuyruklarında beklemelerinin anlamsızlığı canımı sıkıyor. Acaba içlerinden kaçı üşütecek ve ciğerlerine inen bronşit daha sonra onları yatağa serecek? Ya da başka hastalıklara neden olacak. Arkadaşımı, geçen mayıs ayında kaybettiğim ablayı anımsıyorum. Işıklar içinde yatsın. O da bu sıkıntıları yaşıyordu.Numara kuyruğuna gireceği geceler uyumamayı yeğliyordu. Sabahın ayazında sokaklarda beklerken zatüre olmuştu geçen baharda. Üstelik eli ayağı da tuttuğu için ille de kendisinin gitmesi gerekiyordu ilaç yazdırmak için.

Belki de bilinçli bir seçimdir bu. Öyle ya emeklilerden biri daha gidince devletin giderlerinden sırtından bir yük daha kalkmış olmayacak mı?

Madem ki sağlık raporu o ilacın yazılmasını gerektiriyor, bu olayı daha standart bir hale dökmek çok mu zor?

Sağlık raporu- hasta- eczane üçgeni hem bu insanları sabahın ayazında kapılarda, kuyruklarda beklemekten , hem de doktorları gerkesiz ve hantallaştıran bürokratik yükten kurtarmaz mı? Belki önerimin, benim göremediğim sakıncaları da olabilir tabii.

Kuyrukta beklerken bir arkadaşıma rastladım. Epeycedir görüşmemiştik. Küçük bebeği var. Kendi çalışıyor ama ekonomik kriz eşini vurmuş. Bilgisayar işi yapıyorlardı program vs. İş ısmarlayan fabrikalar kapanmış. Adlarını sayınca şaşırdım. Anlı şanlı tanınmış fabrikalar. İçime öylesine derin bir hüzün tortusu çöktü ki anlatmam mümkün değil. Arkadaşım namına üzülürken bir yandan da bu krizin siyasilerin önemsizleştirmeye çalıştıklarının aksine çok derin olduğunun çoğalan örnekleri kara kara düşündürüyor beni. Bir kısmını peşin verdikleri ve gerisini de banka kredisi ile aldıkları vasat bir dairenin taksitlerini ödemekte zorlanmaya başladıklarını duyunca da çok üzüldüm. 50 milyonluk kredi için 5 yıl ödeme yapacaklarmış. Evi satmaya çalışıyoruz diyor.

Benzer haberi de Detroit için okumuştum. Detroit'teki işçi evleri banka borcu ödenemediği için 1200 dolara satılıyormuş bankalarca. Çünkü o evi boş olarak tutmanın ya da yıktırmanın maliyeti daha fazla imiş banka için. Burası Amerika'da otomativ sektörünün kalbi olan kent değil mi? Kapitalizm böyle çelişkili bir sistem işte! Kazanırken kredi kartları ile harcamalar yaparken pek de olanaklı gelir ya , hikayenin sonu hiç de peri masalı gibi bitmiyor. Belki evin satış bedeli onu kredi ile alan ve krediyi ödeyemeyen işçinin 2 aylık borcuna karşı gelir. Ama işçide para yok iş de yok çünkü. Buraya mı yuvarlanıyoruz bize vurmaz, dokunmaz diye diye....

Zaten şunu hiç bir zaman mantığım almadı: Küçülmek, ev den iş yapmak,müthiş otomasyon nedeniyle daha az emek gücü , daha az işçi, daha az sayıda çalışan, yarı zamanlı iş...Bunlar bence ön artçı depremlerdi. İşletmeler bir tahtrevallinin bir ucunda ise diğer ucunda da yaşamını ücretle devam ettiren insan yığınları var. Herkes mirasyedi ya da karapara basarak geçinmiyor ki. Ücretli yok olursa, sen malını neye, kime satacaksın? Şu anda bu krizi en az hasarla geçirmenin yolu, işverenlerin biraz kârdan fedakarlık edip, bir iki yıl dayanabilecekleri en düşük kârla çalışarak işçisini aç bilaç sokaklara bırakmamasıdır gibi geliyor. Ekonomist değilim elbette.

Kim söylemişti bi zamanlar, sakal paraları yani yasal olmayan yollarla alınan gizli komisyonların dünyada enflasyonu arttıran en önemli neden olduğunu, bu milyon dollarlarla ifade edilen komisyonların ortadan kakması durumunda dünyanın ferah ve refaha kavuşacağını, kim söylemişti? Ünlü ekonomist ve yıllarca Dünya Bankasında çalıştıktan sonra IMF'e ateş püsküren ve bu günleri çok önceden haber veren Joseph Stiglitz mi yoksa " farklı bir dünya düzeni için Manifesto" yu yazan George Monbiot'tan mı okudum? O parayı havadan veriyormuş gibi görünen işletme, bunu bir şekilde maliyetlere yansıtıyor. Sanırım Avrupa'da böyle bir skandal yaşandı yakın zamanda ama ismini bilmediğim o firmanın bizdeki şubesi için hiç ses seda çıkmıyor.

Numaram 9 olduğundan saat 10.00 dolaylarında sıram geliyor. İlaçları yazdırıyorum. İçlerinde bir de antibiyotik var. Sabah akşam 500 er miligram , yani günde 2 tane içilecek.

Şaşırtcı olay eczanede başlıyor. "Eski antibiyotik bitmemiş şimdi vermezler bu yeni antibiyotiği "diyor eczacımız. Yarından sonra bitecek görünüyormuş.. Bu durumda alabileceğiz. Üç günlük süresi var reçetenin. Sağlık karnesinin sayfaları bittiği ve yeni sağlık karnesi de verilmediği için artık, yazılan reçeteleri de aklımızda tutmamız ya da fotokopi almamız gerekiyor diye düşünüyorum. Ama sorun olan aklımızda tutmamak değil. Sorun sağlık hizmetlerinde yapılan uygulamaların sürekli değiştirilmesi.

Bol bürokrasi ve zorluk! Yine de "Ne vardı o güzelim karneleri gereksiz ilan edecek?" diyorum. En azından sağlık raporu olan kişilerde doktor eski reçetelere bakarak hızlıca yazabiliyordu. Raporda da kullanılacak maddeler yazıyor ama hangisini verir devlet vs, ve ayda kaç kutu... bunlara kafa yorarken doktorun zamanını daha etkin kullanması gerçekleşemiyor. Bir zaman sonra doktorlar hastanın sağlık karnesini bilgisayardan görebileceklermiş ama şimdi göremiyorlar. Kimse alınmasın ama doktorlarımızın durumu da bir noter katibinden farksız bu bağlamda. Vaatlerden bıktık artık. Olana bakalım.

Ayrıca hastanın da kendisi ile ilgili sağlık bilgilerine ulaşması en doğal hakkı değil mi? Ya da elinde vesika yerine geçen sağlık karnesi bulundurması kime zaradı ki?

İlacı alalı 1 haftayı çoktan geçti diyorum. nasıl olur da bitmemiş görünür. İşte burada sağlık sistemimizde her gün biraz daha hasta haklarının nasıl yok edilmekte olduğunun canlı bir uygulamasına TANIK oluyorum:

Eczacı üzülerek "antibiyotikte artık günde tek dozu veriyor devlet "diyor. Bu durumda 14 tane antibiyotik 14 gün demek. Başka antibiyotik yazdıramıyorum hastama, hakkı olduğu halde. Yazdırsak bile eczanedeki İnternet'ten hastanın sağlık kaydına bakılınca o ilaç verilemiyor.

Bir kere, böylesi bir hastalıkta tedavi dozu günde en az 2 tane ilaç ( 1gr) ise bunu teke indirmek, hasta hakkının ihlali ve tedavi edilmesinin engellenmesi ve sağlık sisteminin çaktırmadan yavaş yavaş özelleştirilmesi demek oluyor mu? Düşünün 80 kiloluk bir kişi için minimum tedavi dozu günde 2 hap ise, bunu günde tek hapa indirmek ne demek? Hastanın tedavi hakkını bu yolla engellemeye hangi kurum karar veriyor ve neden ?

Yani biz sana tedavi dozu kadar veremiyoruz, üzerini kendi paranla alacaksın. Paran yoksa tedavi de yok! O zaman ne oldu benim hastamın 40 yıl çalışmış hastamın ödediği primlere, sağlık kesintilerine.

Bir de şöyle bir kural koymuşlar. Hastansine göre 4 liradan 10 liraya kadar bir muayene ücreti ödeniyor. Bir de sağlık ocakları haricinde hastanelerden yazdırılan reçete için ayrıca 10 YTL para kesiliyor. Bu para eczaneler yolu ile tahsil ediliyor.

Eczaneler bu parayı devlete aktarmak durumunda olan vergi tahsildarları konumuna düşürülmüş.
Bunu anlamayan ya da anlamak istemeyen insanlar, hastalar ya da yakınları, eczacılarla atışıyor, gereksiz gerginlik yaşanırken, bazıları da hastanede yazdırılan ilaçları almamak ya da sağlık ocağına yeniden yazdırmak gibi kurnazlıklar peşinde koşuyor. Bu da sağlık ocağı kuyruklarının artmasının bir diğer nedeni.

Öyle ya sağlık ocağında yazılan reçete için devlet 10 YTL almayacak. Oysa hastanede yazılan reçete hastanın sağlık siciline işlendiği için ilacı almayarak ya da sağlık ocağında yazdırarak , o 10 YTL vergiden kurtulduğunu sanırken, gerçekte bir daha ki eczane alış verişinde kendisinden kesileceğini bilmiyor kurnaz hastalar.

Şimdi, hükümet neden bu düzenlemeyi yani reçetelerden 10 YTL vergi kesme işini eczaneleri kullanarak yapıyor? Neden eczanelerle halkı birbirine düşüren bu uygulamaları yapıyor? Hükümetin aldığı bu kararın, eczaneleri eriterek kurulacak yeni eczane market zincirine doğru kaynak aktarma zemini hazırlamak gibi bir işlevi olabilir mi?

Ayrıca İnternet uygulamaları ve kullanımını her zaman destekleyen bir kişi olmama rağmen yine de hastanın elinde bir belge niteliğinde işlevi olan SAĞLIK karnesi uygulamasına NEDEN son verildiğini anlamakta zorlanıyorum.

Milyarlarca liralık sahte reçete yolsuzlukları ne oldu acaba?

Oysa gelecek için daha güzel umutlar, hayaller kurmak isterdim. Örneğin evden çıkamayacak durumdaki engelli hastalara, yaşlı insanlara, ya da kimsesiz hastalara devletin doktorlarını gönderip tedavi ve kontrolleri ile ilgilendiği bir ülke hayal etmek çok mu lüks? Bu ülkenin insanı bunu hak etmedi mi?


Bazı beldiyelerin bu tarz uygulaması olduğunu biliyorum. Genellikle çok yoksul ve kimsesi olmayanla ilgilenen bir iki belediye var. Ama aslında yıllarca çalışmış ve prim ödemiş vatandaşın kazanılmış hakkı olan ve devletin sosyal sorumluluğu nedeni ile yapması gerekli olan bu hizmet devlet tarafından yapılmamakta, belediyeler ya da sözde sivil kuruluşlar kanalı ile yapılan parti ianelarine dönüştürülerek devletin sosyalliği iyice yok edilmektedir.

Geçenlerde bloglarda çok güzel bir yazı gördüm. Bizim AB ye girmeye çalışan bir ülke olmamıza karşın AB deki ücretsiz sağlık politikaları yerine ABD deki her adım başı para basmamıza gerek olan Özelleştirilmiş sağlık politikalarına dönüşmekte olduğumuzu anlatan güzel bir yazı idi. Yazanın eline sağlık. Onun da okunması iyi olur kanısındayım.

AB ye girme çabası veriyor görünümündeki bir hükümet kriter olarak AB'nin sağlık politikalarını benimsememişse , bu durumda AB ye girme gibi bir niyetlerinin olmadığını çıkarsayabilir miyiz?

Ağla sevgili yurdum ağla...daha neler var gelecek sırada...


ezgiumut 2008 Aralık 30



Okuma önerlerim:

George Monbiot çeviren Pınar Şengözer Şiraz "MANİFESTO" planb 2003


Joseph Stiglitz çeviren Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural "KÜRESELLEŞME BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞI" plan b

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..