Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ağustos '07

 
Kategori
Blog
 

Ağlamaktan konuşamadı "Alamancı" Teyzem

Ağlamaktan konuşamadı "Alamancı" Teyzem
 

Birkaç gün önce yazdığım yazımın ortaya çıkardığı tartışma ortamı hala devam ediyor. Ben de ibretle ve düşünerek ama çokça da üzülerek gelişmeleri takip ediyorum. Görüş beyanları artık benim sayfalarımdan, bloglara taşınmış durumda. Çok değerli blog yazarları; Pirmete, Ümit Çulduz ve S.Aydın fikirlerini ortaya koydukları yazılar yayınladılar, her birini tek tek okudum.


Sayın Aydın, yazımda bir ard niyet olmadığını ve bana destek olmak için bu blogu yazdığını ifade etmişler, eksik olmasınlar. “Alaman’da böyle mi yaparsın?” başlıklı yazım, gezi notlarımın içerisinden çekip çıkardığım, bizzat birkaç hafta önce yaşamış olduğum olaylardan orijin alan, hayatın içinden bir yazı idi. Zira ülkemiz trafiğini değerlendirdiğim ve ülkemizdeki vatandaşlarımızın yani bizlerin aymazlıklarını irdelediğim, acımasızca eleştirdiğim yazılarımı da isteyenler kolaylıkla bulabilirler, sayfalarımda. Mesele; gurbetçilerimizin bir kısmı “maganda”, bizlerin çok önemli bir bölümü değil meselesi değil yani? Bilemiyorum bu durum, daha fazla açık nasıl ifade edilebilir?


Sevgili Pirmete ise son derece doyurucu ve ayrıntılı yazısında kendince çok önemli tespitlerde bulunmuş. Görüşlerinin doğruluğu-yanlışlığı pek tabi ki tartışılır ama yazısına ve konuya çok değer verdiği gün gibi ortada. Her şeyden önce emeğine saygı göstermek gerekli diye düşünüyorum. Ayrıca sebep olduğu durumdan dolayı da özür dilemiş. Ben de buradan duyurmuş olayım.


Ümit Bey ise kısa yazısını, mesaj ve yorumlarında olduğu gibi yine bizlere birtakım yönlendirmeler yapma çizgisinde işlemiş. Eklememiz, çıkarmamız, yayına sokmamız, sansürlememiz gereken ya da gerekmeyen konularla ilgili, sağolsunlar yine bizleri aydınlatmışlar. Kendisine ve tüm okurlara söylemek istediğim, bu konudaki son diyeceğim şudur: Gurbetçi vatandaşlarımız, bizim yaralı ve yarım yüreklerimizin diğer yarılarıdır. Orda bir kan aksa bizim içimiz kanar. Nokta.


Sevgili Çulduz, sakın ola ki beni, oradaki canlarımızı aşağılamakla itham etmeyiniz. Yorumlarınızı, her şeye rağmen ve toleranslarımı zorlayarak prensibim gereği sayfamda yayınlamaktayım. Ancak mesajlarınızı okur okumaz, maalesef siliyorum. Son mesajınızın, son cümlesi, “konsolosluk” konusu ve son yorumunuzun “parsa” meselesi, ne yazık ki son derece yakışıksız ve size de yakışmayan bir değerlendirmedir. Ne olur biraz hoşgörü...


* * *


Dedim ya, benim de öz teyzem, canım-ciğerim bir gurbetçi. Eşi ve iki yetişkin çocuğu ile 1979 yılından beri Almanya’da yaşıyor. Dortmund yakınlarındaki çok şirin ve yemyeşil bir kasabada oturmaktalar.


İzinlerini ayarlayamadıkları için Eniştem ve erkek kuzenim üç haftadır Türkiye’de tatildeler; Teyzem ve kuzinim ise Almanya’da kalmak zorunda kaldılar. İşin acı ve garip tarafı ise kuzenime, bu izin döneminde, Eniştemin memleketinde kız istendi, kız verildi, söz kesildi. Ve kız tarafının yoğun baskısı nedeniyle, Almanya’ya dönmeden nişan da yapılmak zorunda kalındı. Almanya’da kalan Teyzem ve kuzinim ise biricik oğullarının ve ağabeyinin nişan töreninde yanlarında olamadılar.


Dün gece, geç saatlerde Teyzemi aradım telefonla. Ve koskoca kadın ağlamaktan konuşamıyordu benimle. Kaç tane oğlu vardı ve kaç kere nişanlanacaktı? Lanet olsundu gurbete de, ayrılığa da.


Çok direndiğini, kendisinin de orada olmak istediğini, nişanı ertelemeleri gerektiğini ama kız tarafının malum geleneksel nedenler sebebiyle “Nuh deyip peygamber demediğini” anlatmaya çalıştı ağlayarak.


Bir hafta süresince kendisine misafir olduğumuz tatil dönüşünde, Köln-Bonn Havaalanında bizleri uğurlarken, biz son kontrolden geçip de arkama baktığımda el sallamak için, Teyzemin koskoca bir soğuk ve taş sütuna yaslanıp, küçük bir kedi yavrusu gibi büzüşüp, küçülüp, hıçkırıklara boğulduğu sahne gözlerimin önüne geldi. Küçük bir sabiyi sokağa terk ediyormuş hissine kapılmış ve bir daha dönüp bakamamıştım ardıma. Ve İstanbul’a inip, Havaş servisine bindiğimizde hala gözlerim yaşlıydı. Hatırladıkça, gözlerimin önüne geldikçe tutamıyordu göz pınarlarım, her daim akmaya hazır kaynak sularını.


İki gündür ağlıyor, tansiyon haplarıyla ayakta durmaya çalışıyormuş. Bir taraftan da tel fabrikasında tel çekmeye tabi. Kilometrelerce uzaktan teselli etmeye çalıştık eşimle, telefonun bu ucundan.


* * *


Kapatınca telefonu, ahizeye uzun uzun bakıp bu sayfalarda tartıştıklarımızı düşündüm. Ümit Bey’in ağır ithamlarını, Sevgili Pirmete’nin -kendisince- masum olan “deyim”lerini ve hatta benim yazımda vurguladığım görüşlerimi. Akdenizli’nin hatırlattığı, Fazıl Hüsnü’nün o muhteşem şiirini.


Ne kadar boş geldi...


Nokta ve vesselam efendim, nokta ve vesselam. Sevgili Pirmete’nin söylemiyle “dükkan kapandı”. Kim bilir, belki de Ümit Bey’i haklı çıkarır “küser giderim”, belli mi olur?


Not: Konuyla ilgili, tüm samimiyetim ve iyi niyetimle kaleme aldığım bu üç yazımdan ve yazılarıma gelen yorumlara verdiğim cevaplarımdan; her şeye rağmen gücenmiş, rahatsızlığından dolayı sadece tek bir kaşı dahi çatılmış bir tek -ard niyet taşımayan- gurbetçi kardeşim, büyüğüm, canım varsa, özür dilerim gurbet kokan yüreklerinden.

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..