Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

perihan reyhan ALKAN

http://blog.milliyet.com.tr/pra

07 Ocak '10

 
Kategori
Bilim
 

Ağzı olan konuşuyor!!!

Ağzı olan konuşuyor!!!
 

Böylesi şirin bir söylem vardı bir aralar hepimizin dilinde pelesenk olmuş. Pek bir kullanırdık bilir bilmez konuşanlar için. Aynen öyle yine, her zaman her konuda olduğu gibi. Ama bu kadarı da fazla ve ayıp, üstelik saygısızlık bence.

En sinirlendiğim şey bilgi sahibi olmaksızın fikir sahibi olunmasıdır. Bir ortamdasınızdır, biri rahatsızlığından söz eder, bir bakarsınız herkes uzman doktor; hem de son derece emin ve de yaptırımcı, ısrarlı bir tutumla. Ya da hukuki bir konuda herkes avukat, tüm yasalar da ezberinde. Henüz evli bile değil, hayatında kucağına küçük bir çocuk almamış, çocuk bakımı, gelişimi uzmanı, ekonomist, iktisatçı, siyasetçi, din adamı, bilim adamı. Konu neyse, gündemde ne varsa onun uzmanı. Hele bir de sizin çok iyi bildiğiniz bir konuda, çok emin olduğunuzda sizi yalancı çıkartmaya, ya da hatalı olduğunuza inandırmaya ısrarcı bir tutum izlerse, hele de bilmiş bilmiş sizi küçümser, azımsar tavır sergilerse çıldırırsınız. Ben çıldırıyorum şahsen. Üstelik de epey çoğunlukta böyleleri.

Hele son zamanlarda, herkes din âlimi kesildi başımıza. Meğer herkes uzmanmış, herkes Kur’an’ı yemiş yutmuş, şakır şakır tefsir edip, hatta mealen fetva veriyor, son derece emin, doğrusu benim dediğim, tek gerçek bu dercesine. Ne sıfatla, hangi bilgilerine dayanarak? Eli Kur’an’a deymemişler bile uzman! El insaf yahu. Biraz saygı işin erbabına lütfen.

İşin erbabı dedim de aklıma geldi. Bu iş bir kişiyle olacak şey değil. Bir tek kişi olamaz erbabı, mümkün değil bir kişinin o denli donanımlı ve yetkin olması. Kur’an öyle sadece din adamı olanın, sadece Arapça bilenin çözüp yorumlayacağı kadar basit bir kitap değil. İşin dini boyutu ve ibadete yönelik önerilerden ibaret değil sadece. İçinde bilim, içinde sosyal yaşama yönelik söylemler de çoklukta. Tek bir cümleyle de özetlemiyor mu Allah hangi boyutun ağırlıklı olduğunu? “Bana olan borcunu affedebilirim, ama kul hakkıyla gelme, onu affetmeye benim yetkim yok, kimin hakkıysa yediğin ondan af dile, bana gelme o affetmedikçe” demiyor mu? Oku diye başlamıyor mu kutsal kitabını yazdırmaya. Her halde anlamadan oku geç, ya da mezarlıklarda sadece ölü ardından oku demek istemiyor. Üstelik niye bu güne dek Kur’an’ı tefsir ya da daha önemlisi mealen ele alan bir tek kadın yok? Niye erkeklerin tekelinde sadece?!!

Niye sadece erkekler der demez de, bizzat yaşadığım bir olay geldi aklıma ki ilk o gün başlamıştı zaten bu konudaki endişelerim. O zamanlar İmam Hatip Liselerine kız öğrenci alınmıyordu, misyonerlik sevdasına tutulmuştum, Kur’an’daki İslam’la, yaşanan İslam arasındaki fark, okuyup araştırdıkça artıyordu. Bunu anlatmalıydım, kapı kapı gezerek. Ama ne sıfatla dendiğinde ve ciddiye alınabilmem için de o konuda diplomaya gereksinimim vardı. Bakanlıktan özel izin alındı ısrarlarım üzerine, ama sadece dışarıdan sınavlara girme hakkı alabildim. Türkçe Hitabet diye bir ders var, Cuma hutbesi verip not alacağım. İslam’da kadın hakları konusuna hazırlandım. Hutbeye çıktım, başladım vaazımı vermeye, lakin her görüşüm reddediliyor, her söylediğime karşı çıkılıyor, nerden uyduruyorsun, yok öyle bir şey Kur’an’da deniliyor kurulca. Allahtan iyi hazırlanmışım, her itiraza bir ayetle yanıt veriyorum, bu defa da sen yanlış anlamışsın, o ayette söylenmek istenen o değil deniliyor. “Olur mu hocam, bu kelimenin buradaki anlamı budur” diye itiraz ediyorum, “Hayır değil” diye başka anlamını dile getiriyorlar, epeyce tartışıyoruz sözcüklerin anlamları üzerinde, vaazı falan bir yana bırakıp. Yine de hakkımı yemeğe gönülleri razı olmamış olacak ki, kadınlara pay çıkarışımdan sadece 3 not kırmışlar sanırım, 7 notuyla geçmiştim o sınavı. Bu olayla kafama dank etti ki, 15 yaşımdaydım da henüz. Bu güne dek, Kur’an’ın meali de, tefsiri de hep erkeklerce yapılmıştı. Erkek kafası, erkek bakış açısı ve çıkarı doğrultusunda değerlendirilmişti demek ki diye düşündüm. Ayrıca dil bilim konusunda ne denli yetkindiler ki, o kelimenin, o ayet içinde hangi anlamda kullanıldığını tam olarak bilebilsinler, ya da başka bir bilim dalına atıfta bulunduğunu nereden bileceklerdi o bilim dalıyla ilgileri olmayışıyla?!

Yıllardır düşünüp söylediğim, yıllardır düşleyip özlediğim bir şey var bu konuda. Diyaneti de defalarca aradım, bizzat gidip görüştüm de “Niye böyle bir şey düşünülmüyor, en doğrusu böylesi olacaktır, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda” diye. Düşündüklerini, bu konuda çalışmakta olduklarını, ama çok zor olacağını söylediler. Sonra da açıkladılar öylesi bir çalışma yapılacağını. Zaman zaman telefon açıp soruyorum; ne oldu o çalışma, ne zaman kavuşacağız o kurulun mealine diye, ama aldığım yanıt hep aynı ve henüz ortada bir şey yok.

Aslında öylesi bir kurul oluşturmak, yani benim düşündüğüm gibi mümkün değil, ama olabildiğince niye olmasın?

Diyorum ki: Bilimin her dalından ikişer yetkin kişi olacak, ama bu kişiler Arapçayı, dil bilim kurallarını, Vahyin geldiği dönemdeki ve geldiği yöredeki, dil bilim kurallarını da, aksanını, lehçesini de çok iyi bilecek. Bilecek ki bunları, hangi söylemin hangi anlamda kullanıldığını da bilsin. Malumunuz Arapça çok zengin bir dil, bir kelime pek çok anlam içeriyor ve bu anlamları, içinde geçtiği, her bir cümleye farklı bir anlam yüklüyor.

Ve bu bilim adamları sadece erkeklerden müteşekkil olmayacak, hepsinden bir erkek bir kadın olacak kurulda. Günler, aylar belki de yıllarca kafa yoracaklar, tartışacaklar ve ortak bir bulunçla Kur’an’ı açıklayacaklar. Açıklayacaklar ki, öyle herkes kendi kafasına göre, kendi anladığı gibi, aklına estiği, işine geldiği gibi, ya da ondan bundan duyduğu gibi yorumlamayı, ahkâm kesmeyi bırakacak artık.

Biliyorum mümkün değil böylesi bir kurul oluşturmak. Bu denli olmasa da, yine de her bilim dalından birileri yanı sıra, yetkin dil bilimciler de olmalı ki bilgilerini ortaya koyup birbirlerine aktararak, ortak bir noktada buluşabilsinler, tam gerçeğince olamasa da, gerçeğe çok yakın hiç değilse bir meal çıkartabilsinler ortaya.

Bu düşüncem de yıllar öncesine götürdü beni, bu düşüncemi daha bir pekiştiren olaya, 1982 yılına. Nisan ya da Mayıs ayı, Hürriyet Gazetesinde bir haber: AMERİKALI BİLİM ADAMLARI KUR’AN’DA SÖZÜ EDİLEN KARA NOKTAYI BULDU. (Zaten hep böyle olmamış mıdır, Amerikalılar bir şey bulur ya da yapar; aa bu Kur’anda vardı diyerek pay çıkarırız ardından. Severiz çünkü hazıra konmayı, tembelizdir de üstelik)

Din âlimleri yıllarca çocuğun anne karnındaki oluşum evresinde adı geçen kara noktanın ne olduğunu bulamamışlardı. Çünkü sadece kara nokta anlamından hareketle araştırıyorlardı söz konusu ayetteki o sözcüğün, anne karnında hangi bölgeye tekabül ettiğini ve çocuğun gelişim sürecinin hangi evresi olduğunu. Oysa bir diğer anlamı da; su dolu bir kovadan suyun taşma noktasındaki bir su damlasının, büyük oranının dış yüzeyde, düşmediği, ama düşmek üzere olduğu an anlamına da geliyordu. Tıp adamları da Kur’an’da adı geçen o kara noktanın, ana rahmindeki, ya da yumurtalıklar veya fallop borusundaki hangi bölge olduğunu bulamamıştı bir türlü, kara nokta aradıklarından. Ama Amerikalı bilim adamları, kendi dinlerinin kitabı olmamasına rağmen, okumuş, araştırmış, üstelik bir tıp adamı oldukları halde, tüm anlamlarını kelimenin değerlendirip o taşma noktasındaki damlacıktan hareketle bulmuşlardı o bölgeyi. Bu haberi okuyunca bir kez daha inandım ki Kur’an’ın sırrına vakıf olmak, gereğince anlayıp anlamlandırmak o kadar da kolay değil. Bir tek kişinin, hele ki sadece bir din adamının yapacağı iş değil.

Kaldı ki biz sıradan, sokaktaki insanın yapacağı iş hiç değil.

Bence ağzımızı bile açmaya hakkımız yok bu konuda, biraz olsun haddimizin bilincindeysek, biraz olsun bilime ve de bu işlerin uzmanlarına saygımız varsa!..

 
Toplam blog
: 290
: 553
Kayıt tarihi
: 11.03.08
 
 

İlk ve orta öğrenimimi Gölcük/ Kocaeli, lise ve üniversite öğrenimimi Ankarada gördüm. İlk okuldan..