Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '21

 
Kategori
Beslenme
 

Ağzımızın Tadı

 

Bir yaştan sonra, benim gibi çocukluğunu özleyen çoktur diye düşünüyorum. O günlerde çoğunlukla kendimiz üretir, kendimiz tüketirdik. “Azıcık aşım, dertsiz başım” derdi büyüklerimiz. Dert-tasa çok yoktu, olsa da konu komşu ortak olurdu, derman olurdu, bölüşürdü derdi-tasayı da çabuk unutulurdu. Dayanışma ve olanı bölüşme bu yokluk günlerini, ağır yaşam koşullarını aza indirirdi.

                Bu günlerde konu komşu ile birlikte kışlık bulgur kaynatılır, kuruduktan sonra bunlar, bulgur makinelerinde çektirilirdi. İnce olarak çektirilirse buna, yerel söyleyişle “sümit” derdik. Kalın olarak çektirilen pilavlık bulgur olarak kullanılırdı. Hazırlanan bu bulgurlar, “bulgur çuvalı”na doldurulur, maskanda(kiler) saklanırdı. Ayrıca “un çuvallarımız” da olurdu. Unluk buğday bu çuvala doldurulur, azar azar o günlerde var olan su değirmenlerinde un yapılırdı. Böylece sürekli taze un elde edilirdi. Ekmek(yufka) yapılacak günlerde, yine komşular bir araya gelerek, neredeyse bir ay yetecek değin yufka açar ve pişirirlerdi. Ekmek selesi denen, çapı bir metreye yakın sele içinde maskanda saklanırdı. Bayatlamazdı, ıslatılarak taze taze tüketilirdi. Fırınlardan ekmek alma derdi yoktu. Sonradan ekmek fırınları çoğaldı, un fabrikalarda üretilmeye başladı. Su değirmenleri iş yapamaz hale geldi, birer birer kapandı. Hatta şöyle bir söz duyar olduk büyüklerimizden: “Ekmek satın, avrat hatın.”  Kadınlar ekmek yapmaz oldu.

                Günümüzde bunun gibi daha çok şey bozuldu. O günlerde bir evde pişen ekmeğin kokusu nerdeyse tüm mahalleyi sarardı. Şimdilerde bu kokuya hasret kaldık. Çünkü buğdaylarımız da bozuldu. On bin yıldan buyana Güneydoğu Anadolu’da yetişen buğday çeşitlerini terk ettik. Bu bölge “Bereketli Hilal” olarak anılan bir bölgeydi. Türkiye, İran, İrak, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin bu bölge içindedir. Buğday oluşumu ve işlenişi bu bölgede ortaya çıktı. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgemizde bulunan buğday çeşitleri on binlerce yıl işlenerek, hatta tohumlar ıslah edilerek günümüze dek gelmiştir.  Buğday çeşitlerinin temel kökeni “Siyez”(Kavlıca, Einkorn) ve “Gernik”(Çatal Kavlıca, Çatal Siyez) olarak bilinir. Yine buğday ve arpanın dışında, mercimek, bezelye gibi bakliyat çeşitleri ile keten yetiştirildiği de bilinmektedir.

                Cumhuriyet döneminde tohum ıslah çalışmalarına ağırlık verilmiş, “Tahıl Ambarı” olan Anadolu’da binlerce yıldan buyana üretilen buğday çeşitleri kurulan merkezlerde, özellikle Atatürk’ün direktifleri ile Eskişehir’de ve Diyarbakır’da kurulan Diyarbakır Tarımsal Araştırma Enstitüsü tohum ıslah çalışmaları yaptı. Buna ek olarak Ankara’da Tarımsal Araştırma Enstitüsü kuruldu. Özellikle Diyarbakır 81, Dicle 74, Akbaşak, Topbaş ıslah edilenler arasında yer aldı. Bunlarla yetinilmedi Yeşilköy Tarımsal Araştırmalar Enstitüsünde de Köse Melez, Ekmeklik 69082, Makarnalık 68722 ıslah edilerek geliştirildi. Ege’de Ege Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü kurularak; Cumhuriyet 75, Gediz 75, Ata 81, Ege 88 tohumları ıslah çalışmaları yapıldı.  “Sadece buğday değil; mısır, arpa, çeltik, yulaf, patates, baklagil çeşitleri üretildi.”(1)

                Günümüze geldiğimizde, rahmetli Oktay Akbal’ın dediği gibi “önce ekmekler bozuldu.”  Çünkü Cumhuriyet döneminde onca yokluk içinde çırpına çırpına oluşturulan, araştırma kurumlarınca geliştirilen güzelim tohumlara sırt çevirdik. Atalarımızın ürettiklerini, yediklerini unuttuk. Ekmek kokuları öncelerde olduğu gibi kokmuyor. Verimi azdı, ne var ki, bizim Anadolu’nun buğdayı idi. Genleri ile oynanmamıştı. Zirai ilaçlara bağımlı değildi. Doğal gübre ile sağlıklı yetişiyordu. Şimdi zirai gübre atmadan yetişmiyor. Bu nedenledir ki üretilenlerin önceki tatları bozuldu, kısır ürünler haline geldiler, onlardan tohum alınamaz oldu. Tohuma bağımlı hale getirildik. Onları yedikçe ağzımızın tadı bozuldu, eski tatları bulamaz hale geldik.

                Bu nedenle sokakta, caddede gördüğümüz insanlar artık çok mutsuz. Yüzler gülmez oldu. Dokunsan bin ah işitecek duruma geldik. Herkes barut fıçısı oldu. Dokunsan patlayacaklar. İnsanlarımızın psikolojileri de bozuldu. İnsanlar birbirinden uzaklaşır oldu. Dostluklar aza indi.

                Ne diyelim; “önce ekmeklerin, sonra her şeyin tadı bozuldu.”

                Şöyle bir çevremize bakınsak, yeniden toprağımıza ve de yerel tohumlarımıza dönsek daha doğrusu kendi kişiliğimize dönsek çok iyi olur diye düşünüyorum.

                Ne dersiniz?

                Mehmet Erbil   16 Ocak 2019 Çarşamba

                www.mehmet-erbil.tr.gg

  1. Soner Yalçın, Saklı Seçilmişler, Kırmızı Kedi Yayınları 2017. s.58.

 

 
Toplam blog
: 63
: 729
Kayıt tarihi
: 29.09.11
 
 

Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi-Yüksek Lisans Resim-19 kişisel Resim Sergisi Yazı..