Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ah, üç dakika öncesine bir dönebilsem!

Ah, üç dakika öncesine bir dönebilsem!
 

Rutinin değeri ne zaman anlaşılır? Elbette rutine yeniden dönebildiğin zaman... Herşey yolunda giderken gündelik yaşamın alışılmış temposu, tekdüzeliği ya da iniş çıkışları insanı bıktırır. Sahip olduğumuz değerleri hafiften küçümseyerek yakınmaktan hoşlanırız. Bu anlamdaki favori konularımızdan biridir rutin. “Bugünü de aynı şeyleri yaparak geçirdik” deriz sık sık. “Dün de yine burada aynı şeyleri konuşmuş, aynı yazıları okumuş, aynı çayları içmiştik…”

Bir felaketle yüz yüze geldiğimizde bir saniye önce her şeyin normal seyrinde gittiği ana geri dönebilmek için şiddetli bir istek duyarız. Daha bir göz açıp kapama süresi kadar önce herşey ne güzeldi. Felaket, bir yakınımızı kaybetmekten ağır bir kaza geçirmemize, aslında söylemek istemediğimiz bir lafın ağzımızdan kaçmasından fermuarımızı açık unutmamıza, aldatıldığımızı öğrenmekten kentimizin yıkıldığı bir depreme kadar birçok farklı görüntü, şiddet ve biçimde gerçekleşebilir. Felaket haberini aldığımız ya da onu bizzat yaşadığımızda ilk hissettiğimiz şey yoğun bir inanma güçlüğüdür. Gözümüzün gördüğü, derimizin hissettiği, kulağımızın duyduğu şeye inanmayı ısrarla reddederiz. “Olamaz, benim başıma böyle bir şey gelemez!” diye düşünürüz. “Felaketler hep başkalarının başına gelir; ben ancak bunları duyan, gören bir tanık olabilirim...”

Ancak zaman geçer, yara soğur ve acısını derinden hissetmeye başlarız. Çevremizde olan biten her şey yüz yüze geldiğimiz felaketin cisimleştiğine işaret etmektedir. Bu defa sonuçsuz kalacağı daha en başından belli olan bir işe girişiriz: Zamanı geriye doğru sarma... “Daha birkaç dakika önce ne kadar da bütündüm; ne kadar iyiydim; yaralanmamıştım; özgürlüğümü kaybetmemiştim; şimdi utanç duyduğum şeyi henüz yapmamıştım; kaybettiğim yakınım daha bir gün önce sapasağlam yanımdaydı" vs vs... Karşı konulmaz bir geriye dönme arzusu.... “Yaşarken sıkıldığım, bıktığım, hep şikayet ettiğim ama şimdi çok geride kalmış olan o rutin, meğer ne kadar da değerli bir nimetmiş; o cennetimsi zamana geri dönebilmek için neleri feda etmezdim? Şimdi yine masama oturup aynı işleri yapmak, aynı kişilerle sohbet etmek, öğlen aynı lokantaya yemeğe gitmek isterdim.”

Ama geri dönebilmenin imkânı yoktur. Felaketin acısını sindirmek, yeni koşullara ayak uydurmak, kaybedilenleri ebediyen kalbimize gömmek, eksik bacağımızın yerine bir protez geçirmek, bizi utandıran davranışımızı mümkün olduğunca çabuk unutup bir daha yapmamaya çalışmak, yıkılan kentimizi yeni baştan inşa etmek ve bir süre sonra yine şikayet edeceğimiz yeni bir rutinin temellerini atmaya girişmekten başka yol yoktur. Böyle şeyleri ben çok yaşadım; sanırım çoğu kişi de yaşamıştır.

Bütün bunları anlatmaya niçin gerek duydum?:

Yaklaşık yirmi yıldır mide ağrısından şikayetçiyim. Bir ara tamamen geçer gibi oldu ama son aylarda yeniden ortaya çıktı. Beslenmeme epey dikkat ettiğim ve akşam saat yedi-sekizden sonra ağzıma bir şey koymadığım halde sürekli biçimde göğsümde yanma, boğazımda bir ekşime, karnımda şişkinlik hissediyordum. Kullandığım ilaçlar geçici bir yatışma sağlıyordu ama tamamen iyileşemiyordum. Doktorum şu son zamanlarda çok sözü edilen “mide reflüsü” ya da tıp dilindeki adıyla “gastro özofageal reflü”den şüphelenip gastroskopi çektirmeme karar verdi. Reflü, erişkin nüfusun yaklaşık yüzde yirmisinde rastlanan bir hastalıkmış. Asitli mide içeriği yemek borusuna geri kaçıp orada tahrişe yol açıyor, zamanında tanısı konup tedavisi yapılmadığı takdirde ise yemek borusunda ciddi hastalıklar ortaya çıkabiliyormuş. Bunları öğrenince yirmi yıldır mide ağrısı çeken biri olarak biraz endişelendim tabii ki... Gerçekte böyle bir hastalığım varsa ilerlemiş de olabilirdi.

Gastroskopi için randevu tarihi belirlendiği günden beri sakin olmakla birlikte içimi derinden derine bir kurdun kemirdiğini de itiraf edeyim. Ya ciddi bir durum varsa? Yukarıda anlattığım felaket sonrası süreçlere kendimi hazırlamaya çalıştım. Hazırlıksız yakalanmayacaktım. İyimser olmaya, kötü bir sonuç çıksa bile tedavisinin mümkün olduğuna ikna etmeye uğraştım kendimi. Çevreme de pek fazla hissettirmedim.

Gastroskopi çektirmek için randevu tarihim 26 Aralıktı, yani dün... Daha önceki bir yazımda anlatmıştım; hastane fobim vardır. Beni bir günlüğüne bir hastaneye sapasağlam kapatın akşamına oradan hasta olarak çıkarım. Gerçi bunun sadece bana özgü bir fobi olduğunu da sanmıyorum. Neyse, sabah erkenden kalkıp Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne gittim. Midemin boş olması gerekiyordu o yüzden kahvaltı yapmadım. Gastroskopi sıramı beklerken ister istemez gözüm öteki hastalara kaydı. Tekerlekli sandalyeyle gezenler, eşofmanla dolaşanlar, bileklerinde kan ve serum giriş sargılarıyla gezenler... İçimden buraya bir daha yolum düşmesin diye dua ettim. Sıram gelince endoskopi odasına çağrıldım. Bir masaya yan üstü yatırıldım. Önce boğazıma anestezik bir sprey sıkıldı ve ağzıma açık kalması için düdüğe benzer bir alet bağlandı. Sonra da ucunda bir kamera olan bir kılavuz tel ağzımdan sokulup yemek borum ve midem görüntülendi. Gerçekten zor bir operasyondu. Ağzınıza parmağınızı birazcık soksanız neler hissettiğinizi hatırlarsınız. O parmağın ta midenize kadar uzandığını düşünün.

Sonuçta endişe verici bir şey çıkmadı. Yemek borusunda herhangi bir anomaliye rastlanmadı. Midemde küçük bir ödem görüldü. Doktorum bunun ilaçla tedavi edilebilecek önemsiz bir erozyon olduğunu açıkladı. Bir yanı ağır, uzun bir hastalık ve tedavi süreci, öte yanı sevinçten hastanenin kapısından kuş gibi uçup gitmek olan bir bıçak sırtından inmiştim. Kuş gibi olmasa da nispeten sağlıklı bir insan olarak çıkabildim çok şükür. Gerçekten çok şefkatli ve becerikli doktorlarıma teşekkür ettim.

Bu arada, zaten biliyordum ama hekiminden hastabakıcısına, hemşiresinden idari personeline kadar sağlık çalışanlarının ne kadar da güç ve önemli bir görev yaptıklarını bir defa daha anladım. Orada çalışmayı ve bir yerleri ağrıyan, sızlanan, şikayetini ifade edemeyen, hastalarla; anlayışsız ve sadece kendi hastalarını düşünen hasta yakınlarıyla muhatap olmayı bir yana bırakın, bir hastanede akşama kadar oturup hastaları seyretmek bile çok zor bir şey. Tüm sağlık çalışanlarına buradan işlerinde kolaylıklar ve sonsuz sabır diliyorum.

Evet, rutin sıkıcıdır ama yaşarken farkında olamadığın bir değeri vardır; tıpkı sağlık gibi... Rutine dönebilmenin sevincini yaşadım.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..