Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Ah biz insanlar!

Ah biz insanlar!
 

Güneş gözlüklü bir insan


İnsan, genlerinin belirlediği biyolojik ve ruhsal özellikleriyle doğar. Sonra, kendine verilenleri sırasıyla ve yavaş yavaş alır. Zamanla öğrenir, öğretilir, eğitilir ve bir kimliğe sahip olur. Artık onun, bu kişiliğine uygun bir yaşayışı, inanışı ve yargısı vardır.

İnsan zamanla değişebilir. Hatta bazan, öncekinin tam zıddı bir inanca ve kanaate bile sahip olabilir. Fakat kimliğinin özünü oluşturan karakteri asla değişmez; hep aynı kalır. Zira ailesinden aldığı kalıtsal ve geleneksel miras, onu hayatı boyunca takip eder.

Ebeveyn çocuğuna genellikle, kendi anne ve babasından gördüğü gibi davranır. Mesela: Korumacı bir ailede yetişmiş olan kimsenin eğitim konusundaki yöntemi, büyüklerininkiyle aynıdır. Çocuğunun her yaptığını sükunetle karşılar. Vurmasına, kırmasına, yıkmasına, devirmesine aldırmaz. Aykırı hareketlerinde uyarmaz, çirkin davranışlarını düzeltmez, yanlışlarını telafi zahmetine katlanmaz.

Çocuğuna yönelik haklı veya haksız her tepkide taraf olur. Onu, herkesin ve her şeyin üstünde tutarak şımartır. Bunun sonucunda ortaya kabına sığmayan, kural tanımayan, aşırı özgüven sahibi, garip bir tipoloji çıkar.

Bu, hep konuşan, kimseyi dinlemeyen; iyilik, dürüstlük, doğruluk, erdem gibi üstün sıfatlarla; kötülük, çirkinlik, edepsizlik, ahlaksızlık, çiğlik gibi kavramlar arasındaki farka önem vermeyen; biricikliğin ve ukalalığın doruklarında dolaşan bir karakterdir. Kendisinin önemli ve mükemmel biri olduğu konusunda şüphesi yoktur. Her türlü övgüyü, takdiri, önceliği hakettiğinden emindir. Çünkü ailede kimse ona "sen bu konuda haksızsın" dememiştir. Kimse onu uyarmamıştır, yanlışını göstermemiş, hatasını düzeltmemiştir.

Bu insan bir gün gazete muhabiri, yazar, çizer, yönetici, vekil, bürokrat, asker, bakan olabilir. Bir meslek veya makam sahibi olması onun, ailesinden tevarüs eden karakterini değiştirmez. Bencilliğini, hırslarını törpülemez. O, kendini beğenmeye, her şeyi ve herkesi küçümseyip tenkit etmeye devam eder. Fırsat bulduğunda malı götürse bile; hal, tavır ve sözleriyle dürüslük timsali biri olarak görünmeyi sürdürür. Zira hayat ona göre sadece, dünya sahnesinde iyi bir rol kapmaktan ibarettir. Bu yüzden, geleneğin ve ahlaki değerlerin önemi yoktur.

Bu duruma göre yalan da, doğru kadar tabii bir olgudur. Bunlar birer değer ölçüsü değil, alternatif kavramlardır. Yani sonuçları sıfıra eşittir. Eğer rol onu gerektiririyorsa rahatlıkla yalan söylenebilir, abartı yapılabilir, bire bin katılabilir. İstediğini vermeyene çamur atılabilir. Olay, çıkara uyacak biçimde çarpıtılabilir, iş şirazesinden çıkartılabilir.

Bütün bunlar büyük bir soğukkanlılık içinde icra edilir. Yalan ve yanlışlarla yüzyüze gelindiğinde, hatta bunlar göze sokulduğunda aynı pişkin tavırla inkar edilir. Çok sıkışıldığında ise, demokrasiye ve fikir özgürlüğüne sığınılır.

Olayı somutlaştıralım. Hükümet, Başbakan, bakanlar, merkezi ve yerel yönetimler tabi ki eleştirilecektir. Medyanın eksiklikler, aksaklıklar, yanlışlar ve hatalar konusunda kamuoyunu bilgilendirme ve idareyi uyarma görevi vardır. Fakat bu görevi zorlama kriz haberleri üreterek, toplumda panik havası estirecek bir uslupla, yapmak ne kadar doğrudur?

Bazı kanalların, iyi niyet taşımadığı ve aynı merkezden yönlendirildiği intibaı uyandıran kriz haberlerinin amacı, gerçekten toplumu bilgilendirmek midir, yoksa hedefi dövmek midir? Başbakan'ın, "hamdolsun" sözünü haberlere sos yaparak alaya almak, meselenin ciddiyetiyle ne kadar bağdaşmaktadır?

Medya, kendisine yönelik en ufak bir tenkidi, "basın özgürlüğüne saldırı" olarak nitelerken, aynı tepki eleştirdiği hükümet ve diğer kurumlardan geldiğinde niçin alınmaktadır?

Bazı çocuklar, sokakta birlikte oynadıkları arkadaşlarını sebepsiz yere taciz ederler. Rahatsız edilen, "yapma!" dedikçe azıtırlar. Canı yanan arkadaş karşılık vermeye kalktığında ise tacizciler, "Anneee! Ali beni dövüyor!" diye bağırırlar.

Anne geldiğinde, hiç bir zaman işin aslını öğrenme ihtiyacı duymaz. Asıl suçlu olan çocuğunu bırakır, doğrudan masum olan arkadaşına yönelip onu bir güzel paylar. Ya işte böyle. Bu tip bir aileden gelmenin veya sizi koruyacak güçlü bir gruba mensup olmanın, "insanı her zaman haklı" çıkaran, yararlı (!) bir yanı vardır.

Oyun arkadaşlarının anne/babasının dayağını yiyenler bu gerçeği zaten bilirler. Onlar izaha muhtaç değildirler. Ötekilere ise, yanlışlarını anlatmak imkansızdır. Çünkü ruh dünyaları, başkalarına hak verebilecek, eleştiriyi kaldırabilecek ve kendilerini sorgulayabilecek nitelikten yoksundur.

Burada, evladının oyun arkadaşını paylayan ana/babalarla, karşıtlarını kıyasıya eleştiren; bununla da kalmayıp onları, hınçlarının nişangahı haline getiren (yazar, muhabir, çizer, düşünür, siyasetçi, akademisyen vs.) lerin birbirlerine ne kadar benzediğine dikkatinizi çekmek isterim. Sanki hepsi, fikrini en üstte tutan birer bencillik abidesi ve kendine tapan birer fetişist...

Peki bu durumda biz, "ne zaman adam oluruz" diyorsanız, cevabım şudur: Bu kafayla hiçbir zaman!

Resim: img251.imageshack.us/img251/9257/snav21sb4.jpg

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..