Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Aralık '08

 
Kategori
Spor
 

Ah hakemler vah hakemler

Ah hakemler vah hakemler
 


“Ah Azize, vah Azize” şarkısı eşliğinde yazıyorum vallahi… Başlığa en uygun şarkı diye düşündüm… Gerçi bu şarkı başka şeyleri de vurgulamak için bir nevi “müzikal hiciv” amacıyla birkaç yıl önce sık sık çalınır olmuştu…

Bir sezonun daha ilk yarısını bitirdi süper ligimiz… Her hafta konuşacak bolca şey bulduk maşallah… Kâh takımlar, kâh teknik direktörler, kâh futbolcular gündem maddesi iken, hakemler hepsinden daha sık, sıkı-fıkı, gündemi sarıp sarmalamıştı…

Zeytinyağlı yaprak dolması değil bu, sıkı-fıkı sarıyor/sarılıyor olması ne yazık ki iyi manada bir değer kazanmıyor/kazandırmıyor ki… Aksine hakemlerin bu kadar ön planda/vitrinde tutulması garabet-i halimizin en manidar ifadesinden başka bir şey değil… “Ah hakemler, vah hakemler” şeklinde tutturduğumuz şarkının ne zaman “es” vereceğini bekleyeduralım şarkı çalındıkça daha da hızlanıyor ve daha vurgulu basıyor nağmeler…

Zira bir hafta geçmesin ki konuşulacak bir “hakem” malzemesi bulamayalım… Özellikle üç+bir büyüğümüzün maçlarından sonra evvel Allah hakemi konuşacak bolca malzemeye sahip oluyoruz… O malzemeye sahip olamadığımız zaman “hop arkadaş, malzemeden çalma” şeklinde sitemkâr pozisyonda feveranı koyuveriyoruz… Bir türlü yazıldığı gibi okumayı beceremediğimiz “hakem” kelimesinin ağırlığını “kahvehane” ağzına teslim ettiğimizin farkına varamadan, “ahkâm” paşası olmaya heves ediveriyoruz…

Sahada o kadar pozisyonun takibinin ve olan her olay hakkında anında karar verebilme yetisinin çok kolay olduğuna kanaat etmiş olmalıyız ki cebimizde sürekli hazır ve nazır bulundurduğumuz “kırmızı” kartları “cart” diye hakemciğimize göstermekte tereddüt göstermiyoruz… Hatta çok zaman o kartın rengi “siyah” bile olabiliyor… Elbette ki kasıtlı ya da art niyetli olan hakemleri bu yazının dışında tutuyorum… Ancak nedense birçok hakem kasıtlı bulunuyor, eyyamcı diye yaftalanıyor, çok zaman da “düdüğünü assın” şeklindeki telkinlere maruz kalıyor…

“Ununu eledi, eleğini astı” deyiminden hareketle uydurulduğunu zannettiğim “düdüğünü assın” önerisine uyan hakem sayısı fazla olmadı bildiğim kadarıyla… Haydi, öneriye uyacak diyelim, düdüğü nereye asacak acaba… Şöyle mi düşünelim; bir eski hakemin evine giriyorsunuz, daha salona girer girmez duvarda asılı bir şey dikkatinizi çekiyor… Dikkatlice baktığınızda üzerinde tek tük çimen kalıntıları bulunan bir düdük, cam fanus içinde öylece duvarda asılı duruyor… Bu mudur anlatılmak istenen manzara?... “Ulan pek de gerzekmişsin, “düdüğünü asmak” ile bu mu kastedilir?” diye çıkışmayın boşa, öyle olmadığını biliyorum zaten…

İşte bu ahval içinde hakemliğe gelirsek eğer, hakemlik ilginç, ilginç olduğu kadar gerçek, gerçek olduğu kadar da tartışmalı bir kurum… Hangi koşullarda hakem olunur, hakemlik için kriterler nelerdir bilmeyiz… Hakem olmak için nereyi okuyup bitirmek gerekiyor, hangi diploma olmazsa olmazdır bilmiyoruz… Hoş hepsini bilmek zorunda da değiliz… Ayrıca bilsek ne yazar…

O zaman artık sorabilirim…
Hakemlik bir meslek midir?

Evet diyen de var, hayır diyen de var… İşin aslı hakemliğin bir meslek olması gerektiğidir… Yani mesleği “futbolculuk” olan insanların oynadığı maçta “hâkim” pozisyonda bulunan “hakem” meslek sahibi olmazsa işte yukarıdaki konuşulanlar hep konuşulur, yaşananlar hep yaşanır, tatsızlıklar ve tuzsuzluklar da tatlı ve tuzlu diyetiyle devam eder…

Hakemlerin bir mesleği yok mu? Var elbet… Kimi doktor, kimi eczacı, kimi polis, kimi mimar, kimi mühendis (eskiden asker olanlar da vardı)… Ama hiçbirinin ana mesleği hakemlik değil ki… Hepsi işinde gücünde insanlar… Maçtan maça hakemlik yapıyorlar, bunun dışında kendi meslekleri ile ilgilenmeye devam ediyorlar… Etmek zorundalar, yoksa aç kalırlar zaten... İşte dananın kuyruğu da tam burada kopuyor…

Esas mesleği hakemlik olmayan insanlardan üstün düzeyde performans bekliyoruz, “hatasız kul” olmalarını istiyoruz, pozisyonlara kameralar kadar yakın olsunlar istiyoruz ve pozisyonları ağır çekimde kafalarında canlandırıp gerçek suçluyu pardon doğru kararı vermelerini istiyoruz… Avrupa Yakası dizisindeki eski karakterlerden Selin’in tabiriyle “Oha falan oldum” şeklinde bir duygu açılımına girişmek istiyorum sayın seyirciler… Gerçekten de “pes” hem de “pes kere pes”…

Balık baştan kokar” hesabı zaten bu iş başından kokmuş, kılavuz çizgileri eğri-büğrü çekilmiş ve şimdilerde herkes düzeltmeye uğraşıyor… Olmaz… Olmayacağını ben söylemiyorum, yaşadıklarımız gözümüze soka-soka gösteriyor zaten… Bu şartlarda ne hakemler tartışılmaktan vazgeçilir, ne de hakemler hata yapmadan maç yönetebilir… Çünkü aklı hafta içinde “gerçek” işinde yaşadığı bir olaya takılan hakem kendini maça tam anlamıyla veremez, vermek istedikçe daha da veremez… Tam bir “stres” küpü olur ve oracıkta gümbedenek patlayıverir… Gerçek mesleği hakemlik olmayanın elinden düdüğünü de alsanız işi garantidir… Bu yönden de bir yaptırımınız olmaz, yaptırım sandıklarınız da bir işe yaramaz… “Parayı veren düdüğü çalar” diyerek kestirilip atılacak bir şey de değil ki… (Hoş gerçek ve tek mesleği hakemlik olsa bile insanlar hata yapabilirler, o mevzu harici bir durum…)

Velhasıl hakemlik zor iş gerçekten… Hobi olarak yapacaksın, üstüne para da kazanabileceksin ama her zaman bahçedeki telde kurumayı bekleyen çamaşırların sararmış paçaları gibi hedef tahtasında beti-benzi atmış eli-kolu bağlı kuklalar gibi kaçamayacaksın… Sizin kaçamadığınızı ve dolayısıyla çaresizliğini gördükçe âlem daha da azacak, üstüne gelmeye devam edecek, şerefinden haysiyetinden kendi öz oğulları gibi bahsetmeye başlayacaklar, namusun üzerinde kaydıraklarıyla slalom yapmaya devam edecekler… Bütün bunlar olurken ve olmuşken bir sonraki maçta nasıl konsantre olabileceğinin kâbuslarını ayıklıyor olacaksın nevresimlerinden… Zor iş vesselam… Bana da ne oluyorsa artık…

Murat HACIOĞLU
24 Aralık 2008 Çarşamba

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..