Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '08

 
Kategori
Deneme
 

Ah nerede....

Ah nerede....
 

Bir gün işim gücüm yok, evde tek başına oturuyorum. Televizyon kanallarını geziyorum, ama hiçbir yerde bir şey yok. Birden kanalların birinde 70’li yıllara ait bir Türk filmi buldum. O dönemin filmlerini izlemek bana hep zevk vermiştir. Hem eğlenceli, hem duygusal olur ama sonunda hep mutlu olursun. Herhalde beni o dönemin filmlerine bağlayanda mutlu sonla bitmeleri. Filmin adı “Ah Nerede”, oyuncular Gülşen BUBİKOĞLU ve Tarık AKAN.

Film bilindik bir aşk hikayesi. Birbirine kavuşamayan kız ve oğlan, aşkları, kavgaları, kıskançlıkları, özlemleri ve mutlu son.

Filmi izledikten sonra beni bir hüzün sardı. Meğer ne kadar güzelmiş âşık olmak, aşk acısı çekmek, beklemek, özlemek, kızmak, küsmek, küçük bir haberle mutlu olmak, bir gülücük, el ele tutuşmak… Ben bunları yirmili yaşlarımda tattım, yaşadım ve evlendim. Ama o zamanlar özlemenin ne kadar güzel bir duygu olduğunu, beklemenin tadı çıkarılacak bir şey olduğunu bilmeden, hatta aşk acısının, kavuşamamanın bile tadını çıkaramadan hemen mutlu son olsun istediğimi fark ettim. O zamanlar ne kadar büyük problemlerdi benim için, ne kadar üzücü şeylerdi ayrılık. Hep o güzel duyguları kendimi boşu boşuna üzerek geçirdiğimi fark ettim. Sanırım o yaşlarda herkes aynı şeyleri yapmıştır. Gençliğin verdiği acelecilik ve her şeyi bir anda isteme, her şeyi en doğru ben bilirim hali….

Sonra birden, o duyguları bir daha yaşayamayacağımı fark ettim. İşte beni hüzne boğan kısım burası oldu. O güzel günleri, yılları adına aşk denen duyguyu doyasıya tatmadan yaşadığımı fark ettim. Aşkın içinde sadece mutluluk yoktu çünkü… Aşkı aşk yapan içindeki imkansızlıktı, özlemdi, kavgalardı, göz yaşıydı…. Onların ne kadar özel olduğunu bilmeden, tadını doyasıya çıkarmadan geçen yıllar. Hem de yirmili yaşlarda yaşayıp bitirdiğimiz bir duygu.

Ahmet Altan “Kristal Denizaltı” isimli kitabında aşktan bahsederken; tırmanılması çok zor ve engebeli bir dağ diye bahsetmişti, herkesin gözü kesip oraya ulaşamaz. Ulaşanlar ise fazla kalamaz, orası çok rüzgârlıdır bir süre sonra inmesi gerekir. Çok az kişi o dağın tepesine birkaç sefer daha çıkabilme gücüne ve cesaretine sahiptir ki onlarda şanlı olanlardır diyordu.

Evet aşk işte buydu, tepede çok kalınamıyordu ama o tepeye çıkarken yaşanan zorluklar, güçlükler, engebeler, rüzgarlar o tepeyi o kadar güzel ve çekici yapıyordu, o yol ne kadar uzun ve zorsa tepe daha da güzelleşiyordu….

Neydi o engebeler, güçlükler, zorluklar tabi ki; imkansızlık, özlemek, beklemek, kıskançlık, kavgalar ve gözyaşı…

O dağa hiç çıkamamış insanlara göre en azından bir kere çıkmış olduğum için yinede şanlıyım sanırım.. Ama ne yalan söyleyeyim, tadını hiç çıkaramadan, değerini bilemeden o dağa çıktığımı fark etmek, yıllar sonra bile olsa beni çok üzdü doğrusu…...







http://isteoylebirseyy.blogspot.com/

 
Toplam blog
: 41
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.06.08
 
 

Çoğu zaman düşündüklerimi, gördüklerimi, hissettiklerimi dile getirmekte zorlanıyorum. Çünkü o an..