Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '08

 
Kategori
Mizah
 

Ah sesler ve bizdeki izleri!

Ah sesler ve bizdeki izleri!
 

Bu ses, bu görüntüye yakışır!


(Lütfen sabredip, sonuna kadar okuyunuz ve beni anlayınız!)

Ah Sesler!

Sesler ve sahiplerinin bizde oluşturdukları etkiler…

Sesler bazen ne kadar tanımlayıcı bazen de ne kadar şaşırtıcı olabiliyorlar!

Daha önce yüzünü hiç görmediğiniz insanlarla telefonda konuşurken; bir şekil yaratmaya hevesli beynimiz hemen bir profil çiziyor. Özellikle görsel düşünmeye meyilli beyinlerde bu çok daha fazla.

Buna göre; örneğin telefonda, kibar bir dille ve tonlamalarına dikkat edip nezaketle konuşan sesin sahibi, erkekse, muhtemelen kravatlı ceketli, ütülü gömlekli, temiz, traşlı, hoş bir yüzü olan bir beyefendidir. Konuştuğumuz kişi hanımsa, temiz giyimli, bakımlı, makyajlı, güzel bir yüze sahip kadındır. Beynimiz, sesin sahibine; ön bilgilerine dayalı olarak giyim kuşam uyduruyor ve bir de yüz oturtuyor. Örneğin Serap Ezgü’nin sesiyle konuşan bir hanımın bir duba olabileceği yahut sivilce izleri ile dolu bir yüzü olabileceği asla aklımıza bile gelmiyor. Ya da Can Dündar’ın sesine sahip bir beyefendiyi asla yüzünde bir bıçak izi, mafya babası kılıklı veyahut hırpani kıyafetler içinde hayal etmiyoruz.

Yaklaşık bir ay kadar önce, iş gereği, telefonla tanıştığım bir beyefendi ile buluşmaya gittim. Hadi biraz daha açayım, zira o dönemde benim kiralık ev derdim olduğunu tüm okurlar biliyor zaten!

Kriterlerime uygun bulduğum evin camındaki kocaman kiralık yazısının altındaki minicik rakamlarla yazılmış telefon numarasını tuşlayıp; aramayı başlattım.

Karşıda yumuşacık bir ses. Kadife gibi. Julio İglesias tonlaması ve Zeki Müren tarzı temiz Türkçe telaffuzu.

-Buyrun fendim, dedi.

-İyi günler. Ben kiralık tabelasının altındaki numarayı tuşladım ama…
-Evet efendim, evin sahibi benim, buyurun lütfen.
(Tarif edemeyeceğim kadar zarif bir konuşma)
-Teşekkür ederim. Evinizin kirası ne kadar ve kaç odası var?
- Efendim, evin kirasını ………..diyoruz. Ev üç o da bir salondan müteşekkil, boyası yeni yapıldı.
(bu kadar kibar konuşan bir adama otomatikman siz de kibarlaşıyorsunuz)
- Efendim, sizce de bir mahsuru yoksa; evi görmem mümkün mü acaba?
-Elbette efendim. Siz şu an neredesiniz?
(Ses o kadar müthiş ki; “taşınacağınız zaman görürüsünüz” dese bile kabul edilebilir duruyor)
-Ben evinizin önündeyim efendim.
- Peki efendim, acaba bir 15-20 dakika bekleyebilir misiniz orada?
(Sen iste ben bir ömür beklerim, demek geliyor insanın içinden)
- Elbete.
- Çünkü ben yukarıdaki evdeyim, oraya gelişim o kadar zaman alır. Sizi bekleteceğim, özür dilerim.
-Rica ederim. Bekliyorum.
(Aman efendim, lafımı olur… Siz gelin yeter ki! Ben evden vazgeçtim, sizi görmek istiyorum)
-Görüşmek dileği ile hanım efendi.
(Sese bak ya rabbi. Bu ne? Bu nasıl bir şey? Bu kadar güzel sesin sahibi nasıl bir insandır?)
-Görüşürüz efendim, ben arabada bekliyorum.

Ve beklemeye başlıyorum. Arabanın içinde yaklaşık 20 dakika bekleyeceğim. Bu esnada çevreden geçen insanları izliyorum. Karşıdan zayıf, ince uzun, yaklaşık 30’larında esmer, bıyıklı bir adam geliyor. “Hayır” diyorum içimden bu adamın böyle bir sesi yoktur. Bunun sesi kalın ve yontulmamıştır. Bir kere bıyığı var. Hem orta yaşlı değil henüz. Başka bir adam geçiyor arabanın yanından. Hafif kambur, ütülü beyaz bir gömleği var saçlar boyanmış ama alttan çıkan beyaz teller bağırıyor: Beeee… Hayır, bu da olamaz.

O sesin sahibi kesinlikle, 1.80 boylarında, şakaklarında kırçılları olan, orta yaşın doluluğu ve zarafeti yürüyüşünden belli, mağrur, Barbara Cartland romanlarından fırlama “adam” tiplemesine uygun, gönül hırsızı, yere bakıp yürek yakan biri olmalı. Muhtemelen, beyaz kısa kollu bir gömlek, ütülü siyah bir pantolon giyiyordur. Duruşu dik, karizmatik ve zarif olmalı! Edeleleli olma ihtimali de çok yüksek(!) Çöp gibi de değil, hımbıl da değil. Muhtemelen kırklarında.

(Benzetmeye bak, sanki adamı kiralayacağım ha! Ama ses o biçim, başka hayale yer yok ki!)

Gelip geçenlere bakıyor, durmadan “hayır bu tip olamaz” diyorum. Saatime göz atıyorum, daha beş dakika geçmiş. Umarım, 15-20 dakikanın sadece 15’ini kullanır ve çabuk gelir diye düşünüyorum.

Ses tonları ve insan tiplemeleri konusuna dalmış, aynı zamanda telefonda konuştuğum sesin sahibini merakla beklerken; ne kadar zaman geçti bilmiyorum.

Bir ara, karşıdan arabaya bakarak yaklaşmakta olan bir adam dikkatimi çekti.
Bodur!
Kafasında eskiden Almanya’dan gelenlerin taktığı bir fötr şapka.
Kısa ve şişman bacaklar çarpık çarpık yürüyor.
Ördeksi.
Üzerinde soluk kavun içi bir takım var.
Yaz günü ceketini de giymiş.
Pantolonun hem ütüsü hem de şakülü kaymış vaziyette.
Yaklaştıkça; yüzündeki Behçet hastalığı izleri belirginleşmeye başlıyor.
Benek benek.
Gözler tombul suratta arpa tanesi gibi duruyor çünkü şişe dibi gözlüklerden mevcut!
Benekli kocaman bir burun.
Kollarını sallamıyor, demir baston yutmuş gibi, tuhaf bir robotumsuluk.
İşin komik yanı hala arabaya ve bana bakarak yaklaşıyor.
Kapıya geliyor ve
“Efendim isterseniz arabayı karşıya çekiniz, eve bakmaya çıktığımızda burada problem olabilir” diyor!

Şok!

Yaktın beni Barbara Cartland! Evi de beğenmedim zaten!

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..