Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '17

 
Kategori
Sevgililer Günü
 

Ah sevgilim, aşkım benim! 14 Şubat’ta nerelere gidelim?

Ah sevgilim, aşkım benim! 14 Şubat’ta nerelere gidelim?
 

Sümer tabletlerinde İnanna


Sevgilim!  Aklımdan, yüreğimden çıkmadığını biliyorsun. Ben de biliyorum aklının yüreğinin derinliğindeki yerimi.

Şükürler olsun, yetmişlere merdiven dayandığımız şu zamanlarda bizden bu aşkı esirgemeyen yüce Rabbime.

Şimdi ben ne yapayım? Olmayan paracıklarımla sana neler alayım? Litresi 5,5 TL’ye vuran benzinle seni arabama  atıp nerelere gidelim?  Kredi çekip bir sürpriz hazırlasam aşkımız daha  büyür mü diye aklıma gelmiyor değil hani ama kızarsın biliyorum.

Bilirim sürprizin büyüğü senden gelecektir.  Denizde kum sende para… Esirgemezsin biliyorum. Ne ki aşkım öyle görkemli ki günlerdir heyecandan gecem gündüzüme karıştı, kabıma sığamıyor, düşünmeden yapamıyorum.

Biliyorsun meraklı mı meraklı biriyimdir. Buna karşın “Bu büyük gün nereden çıkmış da beni böyle heyecana gark ediyor?” bu yaşta diye araştırmak ancak aklıma geldi. Demek ki bu yaşıma kadar böyle bir aşk yaşamamış, bu mutlu günün kökenini merak etmemişim. 

Ortalıkta bin bir tehlike kol gezerken, ülkemiz elden giderken, şehit yavrularımızın tabutları dizi dizi baba evlerine uğurlanırken bana bunları birkaç günlüğüne olsa da unutturan, şu dünyada kalan az zamanımda bu aşkı tattıran Rabbime tekrar bin şükür.

……………………………….

Sevgililer Günü’nün kökenine dair söylenceler pek çok bir taneciğim.

Çok çok eski tarihlerden bu yana, Şubat ayı bahara, berekete hazırlık ayıdır. Sümerler’de adı sonradan Temmuz’a dönüşecek ve Nevruz’un kökeni olacak Dimuzu, Şubat’ta filizlenen ağaçlarda gizlenir, bereketi temsil ederdi. Sümerler’in en önemli tanrıçası İnanna Dimuzu ile evlenir.(Muazzez İlmiye Çığ’dan öğrendiklerime de dayanarak ben Sevgililer Günü’nün kökenini kendi yorumumla bu kadar geriye çektim. Muazzez Hoca’ya özür borçluyum.)

Diğer söylencelerden birisi, Antik Yunan’da Zeus ile Hera’nın Gamelyon adı verilen Ocak-Şubat döneminde evlendiğini söylüyor, bu dönem evliliğin kutsanmasına adanıyor. Bilen bilir, Akad, Sümer mitolojisi, ardından gelen tüm mitolojilere, dinlere kaynak olmuştur.

15 Şubat, Yunan  Mitolojisinin ad değiştirerek neredeyse kopyası olan Roma Mitolojisinde, bereket tanrısı Lupercus’a adanmıştı. Rahipler keçi kurban ederler, şarap eşliğinde etler yenir, derisini ellerine alıp sokaklarda dolaşırlardı. Genç kızlar da doğurganlıklarını korumak, arttırmak için koşturup bu deriye dokunurlardı.  Bir gün önce 14 Şubat’ta ise bu kutsal güne ön hazırlık yapılır, bekâr kız ve erkeklerin adlarının yazıldığı kâğıtlarla kuralar çekilir, çiftler belirlenir, kutsal birliktelikler oluşturuldu. Bayram günü ise sıra, kurban derisine dokunarak doğurganlığın, üremenin arttırılmasına yönelik ritüellere gelirdi.

Tek Tanrılı ikinci din Hristiyanlık  yayıldıkça zavallı antik tanrıların da ömrü bitmişti. Artık baba-oğul-kutsal ruh vardı. Ama antik kalıtı tümüyle yok etmek  mümkün mü? Nasıl Dimuzu-Temmuz-Nevruz olup da bugünlere geldiyse Lucertus’un bayramı da yüzyıllarca yaşadı.  

M.S. 469’da papa, Lucertus’un bayramını yasakladı. Lucertus iyice toplumsal belleğin mezarlığına gömüldü sanıldı, yerine yalnızca kura çekilişini bıraktı Papa. Kurada da Azizlerin isimleri yazılıydı. Anaerkilden ataerkilliğe, eş zamanlı olarak da sınıfsız toplumdan sınıflı topluma, giderek sömürücülerin yönettiği, tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışıyla kadın, toplum dışına itilmeye çoktan başlamıştı.  

Papa, çekilişi yalnızca erkeklerin yapmasına izin vererek neyi amaçlamıştı?  Hristiyan teolojisinde o tarihe kadar Samiriyeli Fotin, Mısırlı Maria gibi az sayıda azizeye rastlansa da kuraya onların adlarının yazılmaması kadının dışlanmasına, erkeğin yüceltilmesine, iki cinsi ayırarak o güne değin arkaik bir kalıt olarak doğadan kopmamış, aşkın daha saf halinin dışlanmasına yönelik sayılamaz mı?  Bunları ve kurada mecburen aziz adı çeken erkekler o Azizlerden ne umuyorlardı,  bilmiyorum.

Toplumsal bellek durur mu?

14. Yüzyıla gelindiğinde başka bir söylence yavaş yavaş olgunlaşıp yaygınlaşmıştı. 14 Şubat tarihi de Hristiyanlığın yayılış döneminde, inancından ötürü katledilen Aziz Valentine Günü oldu.  Romalılar döneminde Valentine, zindanlara atılmış, işkencelerden geçmiş, öldürüleceğini anlamış;  gardiyanının kız kardeşinin eline "Valentine'ninden"  yazan bir aşk notu tutuşturmuştu. Meğer tutsaklığında ona aşık olmuş Valentine.

Aşk bu! Azizdi, azizeydi dinler mi? Aşk geri dönüyordu işte. Toplum onu çağırıyordu.

İnananlarına cennette huri, gılman vaat etmeyen Hristiyanlık, Ortaçağ boyunca kadınları aşağıladı, “Cadı” dedi yaktı. Kadınların bekâret hakkını kocaya değil, emrinde çalıştıkları feodal beylere sundu. Ardından gelen İslamiyet de süreç içinde kadınları itip kakmaya, örtmeye, eve kapamaya devam etti, kadına itaati, itaat etmezse zulmü reva gördü. Recm denilen geleneği icat edip kuma gömerek  taşlamaya kadar vardırdı işi.  

Günümüzde ise cennetteki hurileri, gılmanları da aşmadık mı? Kadını, eşi geçtik.  Cenneti de bekleyemez olduk. Yurtlarda, vakıflarda, Kuran Kurslarında  kız oğlan demeden sübyanın, kendi evladının cinselliğini yeryüzü nimetlerinden saymaya başlamadık mı?

Söylenceler bitmiyor sevgilim. Daha çok var. Tarihsel akışta aralarında  bağ kurabildiğim söylencelerdir  bu aktardıklarım.

…………………………  

1800’lerden günümüze 14 Şubat…

Kapitalizm doğdu, gelişiyor. Bunalımlara giriyor çıkıyor, diriliyor, sömürüyor, semiriyor… Sömürüp semirdikçe güçleniyor ama temel dürtüsü KÂR.

Plansız programsız, açlık yoksulluk pahasına KÂR…Tükettir, KÂR et… Tükettir KÂR et…

Silah tüket, insan öldür, çocuk bebek öldür, tüket; KÂR et…

Doğayı katlet, KÂR et…

Bunaldıkça vahşileş, vahşileştikçe korkut, sustur; KÂR et…

Sıkıştıkça, bunaldıkça ahlakı parçala un ufak et, din ile yoğur, beyinlerin yeni gıdası olarak piyasaya sür.

Beyinlerle penisler yer değiştirsin. Kadın, çocuk, bebek, demeden öyle bir şehvetle yoğur ki erkekler ve kimi kadınlar, Allah’ın emri olduğuna inandırsınlar kendilerini. Başka bir şey düşünemez, soramaz, sorgulayamaz olmaları için ticarete it onları. Kadının, çocuk ruhunun, bedeninin ticaretini yap, tüket, tüket, tüket…

KÂR et. KÂR et. KÂR et. 

Dünyanın dört bir yanında birikmiş sermayenle, ortaklıkların ve ortaklarınla destekle onları. Kazın geleceği yerden tavuğu esirgemezsin elbette. Önüne çıkıp da “HÖT” diyenin, # HAYIR  diyenin canına oku.

Senin adın KAPİTALİZM.

Ne doğayla ilişkisini koparmamış İnanna’yla Temmuz ne de Lucertus’sun sen.

Senin adın Kapitalizm. Teknolojinle, biliminle, görünür görünmez parasal gücünle yeraltında sinsice yaşayıp yeryüzünde kuklalar oynatan, beyinlerle oynayan zamane HAYALİ’sisin sen.

Şimdi git, ferman eyle insanlara:

Aşk dediğin artık paradır, KÂRdır. Aşkın ispatı bol bol para harcamaktır.

Git!... Cicili bicili vitrinlerden armağanlar seç! Otellerden otel beğen! Gez toz eğlen!

TÜKET… TÜKET… TÜKET…

………………………………………………..

Ah Sevgilim, aşkım benim!

Haydi koş gel!

14 Şubat’ta Nerelere Gidelim?

Tek taşı almıştın, üç taşı almıştın. Kasa kasa mücevherleri koyacak yer  kalmadı. Gidip görmediğimiz, tıka basa doymadığımız, vurup çalıp oynamadığımız yer de kalmadı.

Gel sevgilim gel!

Yok edilmeden şu çamlı dağlar, alıp başımızı varalım yamaçlarına…

Yok edilmeden şu altın kumsal, sarılıp yürüyelim poyraz saçlarımızı birbirine dolarken.

Çakıllardan beş tane renkli taş almayı da unutma sakın.

Akşam olunca beş taş oynarız evimizde.

Ne Dersin?

Hani şairler şairi Nazım Hikmet’i onun dilinden yadederken.  Tastamam öyle işte sevgilim.

Üstümüze üstümüze yaklaşan alevlere #HAYIR derken,  sokaklarımıza yürüyen kan seline #HAYIR derken yani.

Yani Nazım gibi. Yani “Henüz vakit varken gülüm”

“HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM
Henüz vakit varken, gülüm 
Paris yanıp yıkılmadan, 
henüz vakit varken, gülüm, 
yüreğim dalındayken henüz, 
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri 
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara 
öpmeliyim ağzından 
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a 
çiçeğini seyretmeliyiz onun, 
birden bana sarılmalısın, gülüm, 
korkudan, hayretten, sevinçten 
ve de sessiz sessiz ağlamalısın, 
yıldızlar da çiselemeli, 
incecikten bir yağmurla karışarak. 
Henüz vakit varken, gülüm, 
Paris yanıp yıkılmadan, 
henüz vakit varken, gülüm, 
yüreğim dalındayken henüz,

…………”

12.02.2017

Vildan Sevil

 
Toplam blog
: 102
: 882
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1949 İstanbul doğumluyum. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli kon..