Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '10

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Ah Şu Bilinçaltı

Ah Şu Bilinçaltı
 

Bilincalti


Ah şu bilinçaltı, ah şu güvende kalma duygusu. Ya da güvende kalamama korkusu. Tüm hayatımızı kilitleyen, tüm varlığımızı hapseden, aslında bizim iyiliğimiz için savaşan ama çocukluğumuzdan beri bizi etkisi altında tutan karamsar kuvvet. Binlerce yıldır vücudumuzda olan, bizi sarmal hale getiren tehlikeli parça. Olduğumuz gibi, kendimiz gibi yaşamak varken, sadece anne karnına düştüğümüz 3. aydan 12 yaşımıza kadar almış olduğumuz bilinçsiz kararlarla bizi yöneten kuvvet.

Kararlarını nasıl alıp, hayatımızın her alanında bize istediğini yaptırıyor biliyor musunuz?

Bunun için size bir örnek vermek istiyorum. Taa doğum anına gidelim. Bir danışanım, küçücük yavru, daha 13 yaşında ve yoğun epilepsi nöbetleri ile boğuşuyor. Niye biliyor musunuz? Doğum anında sıkıştığı için ve doktorlar “Anneyi mi kurtaralım çocuğu mu?” dediği için.

Çocuğun o anda sadece bilinçaltı açık. Yaşamı hakketmediğini veya yaşamla ölüm arasında, varlıkla yokluk arasında olmayı öğretiyor ona. Bilinçaltı yoksa güvende olmazsın diye kayıt atıyor beynine. Çocuk her an hayattan kopacak, gidecek gibi güvensiz velhasıl.

Başka bir danışan 55 yaşında. Çok kalabalık bir ailenin çocuğu.

Kendisi küçükken evde kimse çocuklarla ilgilenmiyor. İlgilenemiyor. O da bir gün bir yaramazlık yapıyor. Diğer kardeşlerini dövüyor. Bakıyor ki dövünce ona (çok kızarak da olsa) ilgi gösteriyorlar. Aman ha yanlış anlamayın, ilgi dediğiniz de ona dayak atılması. Ama olsun. O da ona yetiyor.

Ve bilinçaltı yeni stratejisini sunuyor ona. Hayat boyu sarmalından kurtulamayacağı bir girdap. “Dayak atıp, bağırır çağırırsan dikkate alınırsın” diyor ve o da 55 yaşına kadar bunu uyguluyor bilinçsizce. Bilinçsizce. Bilinçsizce diyorum çünkü bilinç bilinçaltının içinde neler olduğunun çok da farkında değil. Çünkü bilinçaltı, bilinçten dokuz kat daha fazla bilgi depoluyor ve bilinç burada neler var neler yok farkedemiyor. O zaman ne oluyor? Kafatasının içinde kaynayan kazanı anlayamıyoruz. Tıpkı 55 yaşında gelmiş ve neden insanları dövüyorum, bilmiyorum diyen danışan gibi. Kıvranıp duruyoruz. Ve tüm hastalıklarımızın nedeninin de önce bilinçaltımızdan kaynaklandığını bilmeden ilaçkolik ve antidepresankolik olarak geziyoruz.

Halbuki tüm anahtarlar bilinçaltının altında bizi bekliyor. Bazılarımız bu gerçekler anlatılınca buna da inanmıyor ve şöyle diyor. “Saçmalık bunlar.” Peki bir tavuk depremi bizden en az bir saat önce hissederken, biz neye inanıyoruz? İlla bize öğretilene, illa gözümüzün gördüğüne.

Hazır olun, bu ne biliyor musunuz?

Bilinçaltı.

Çünkü bilinçaltı sadece koruma ve hayvansal içgüdü ile çalışıyor.

Hayvan nasıl yaşıyor? Sürü psikolojisiyle. Bu ne demek? “Sadece bana toplumun ve ailemin öğrettikleriyle hareket ederim. Aklımı onlardan çok çalıştırırsam beni aralarına almazlar. Almazlarsa ne olur? Yalnız kalırım. Yalnız kalırsam ne olur? Sürüden ayrılırım. Sevilmem. Onaylanmam.” İşte bütün mesele budur. Ne acıdır… Ne acıdır…

Tüm toplum bunun etkisinde ama başarılı olan bütün insanlar bu kandırmacadan, bu tehlikeli bilinç oyunundan bir şekilde sıyrılmışlardır.

Onlara “Sevilmez yalnız kalırsın. Hayatın altüst olur.” diyen bilinçaltlarına, “Ne biliyorsun hayatın altının üstünden güzel olmadığını” diyen insanlar bunlar. Ve sonunda idamla burun buruna gelseler de dünyanın yuvarlaklığını kabul ettiren özel insanlar… Bir de hepimizin yere göğe sığmayan çok özel, çok güzel istekleri var. Ama küçüklükte öğretilen öğretileri bilinçaltımıza depoladığımız için hayal etmeye bile utandığımız istekler olarak bir köşede kalıyorlar ancak.

Herkesin tüm güzellikleri hakkettiği ve isterse elde edemeyeceği hiçbirşeyin olmadığı dünyada, belki küçüklükte basit bir olaydan dolayı bilinçaltına bir kayıt yapıp, kendimizin değersiz olduğuna inanarak bunu tüm yaşamımızdaki gerçeklik olarak kodlamışız kafatasımızın içine. Ne yazık.

Halbuki bir şeyi bir kişi yapabilirse, herkes yapabilir ama biz toplum bilinçaltı yargılarıyla tam tersini yaşamaya inanmışız. Yani herkes yapmazken bir kişi yaparsa olmaz.

Bu yazdıklarıma en iyi örnek üstad Can Yücel’den geliyor.

Gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.

Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

ÖZLENEN DENİZ ÖZER

 
Toplam blog
: 10
: 1185
Kayıt tarihi
: 29.07.10
 
 

1977 yılında Edirne'de doğmuştur. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra, kişisel gelişim üzerine ..