Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '11

 
Kategori
Deneme
 

Ah yalan Dünya !! Sen ne iki yüzlüsün

Ah yalan Dünya !! Sen ne iki yüzlüsün
 

Yağmurlarla ıslanmış kasabanın soğuk ve ıssız sokağına bakan küçük pencerenin sıvasız aralığından içeriye sokulan kömür kokulu, arsız rüzgar genç kadının yüzünü yalıyor; iri badem çekikliğinde ki durgun, düşünceli, nemli gözlerinin üzerine düşüveren haylaz buklelerini dalgalandırıyordu. Çimen yeşiliyle çiçeklendirilmiş, basma etekten bozma elleriyle diktiği küçük camı dahi kapatmayan perdeleri toplu iğnelerle ucuca teyelleyip davetsiz rüzgarı etkisiz bıraktı.

Ayazlı suyun kamçısını yemiş elleri kıpkırmızı olmuş; odayla, mutfak arasında mekik dokumaktan bir türlü bitiremediği bulaşıkların sonunu nihayet getirmişti. Üşüme nöbeti geçirircesine titreyen bedenini biraz olsun ısıtmak için odaya koşup sobaya yöneldi. Sobadan oynaşarak yayılan ışıltı azalmış, sağdan soldan topladığı son tahta parçaları da küllenip, sobanın dibinde öbeklenmişti. Dışarıda rüzgar acı ıslıklarla dolanıyor, çatılardaki eğreti kiremitleri havalandırıyordu.

Dağılan gür, dalgalı, kuzguni saçlarını zorla bağlayıp tülbentinin içine hapsetti. Anacığının kendi elleriyle yününü eğirip ördüğü güve yeniği hırkasına dostça sarılıp, onun sıcaklığına sığındı. Nefessiz ağlayan küçük oğlu hala arada bir iç çekiyor, döşeğin içinde küçülüvermiş masum yüzündeki yaşlarının izleri, terli avuçları ıslaklığını koruyordu. Kalbine binlerce cam kırıntısı dağılmış, boğazına yutamayacağı bir lokma çöreklenmişti.

Çökmüş avurtlarını avuçlarının arasına alıp, ezik, büzük duruşuyla çocuklarının ayak ucuna ilişti. Umutlarını filizlendirmek istiyordu beyninde... Bırakmamalıydı kendini çocukları için… Dilsizlerin dünyasında kaybolduğu sürede ter, gözyaşı ve saatin tik takları  yarenlik etti kendisine… Islanan kirpik uçlarını sildi gizlice kimsenin görmesini istemediği… Sessiz, muti tabiatlı genç kadının üzerine abanıvermişti yabancısı olduğu bu haller… Kurumuş boğazını sobanın üzerinde soğumaya yüz tutmuş ıhlamurun sakinleştirici ılıklığıyla nemlendirdi.

Birkaç saat önce hırsla elinden fırlattığı uzaktan kumandayı alıp televizyonu açmak, uhunetini dağıtmak istedi. Kocasının giderayak camın üzerindeki çıkıntıya öylesine iliştiriverdiği şeytan anteninden süzülüp gelen görüntüleri alan kanallardan rastgele birini seçti. Yarı üryan dört kadın, beş erkek masa başında zengin yiyecekleri çatal, bıçaklarıyla didikleyip, ha bire yapmacık şen kahkahalar atıyorlardı. Reklamlarda ki dondurmaya özenip ağlayan, gözyaşı döken karınlarını bir türlü doyuramadığı oğlunu anımsayıp hemen değiştirdi kanalı… Diğerinde kadınlı, erkekli siyahlar içinde ki bir grup insanın biteviye, aynı tonda, iç sıkıcı koro halinde söyledikleri ağır/aksak şarkılar vardı ruhuna hitap etmeyen… Diğer kanala geçti hızlıca orada da evine misafir oldukları kişinin özenle hazırladığı sofrasına oturmuş, bilgiç tavırlarla ha bire eksiğini yüzüne vurup, pişirdiğine, tertip ve düzenine bahane bulan karma gurubu görünce çocuklarının, kendinin günlerdir bastırmaya zorlandığı açlıklarını anımsadı. Halbuki beğenilmeyip eleştirilen, dökülen yemekler onları bir hafta idare ederdi. Kör talihine kahredip diğer kanala geçti. Sahandaki sucuklu yumurtanın yağın içindeki ahenkli dansı ilişti gözüne yalandı… Üstüne janjanlı kağıtlarla sarmalanmış buz gibi dondurmanın çilek, vanilya kokusunu hissetti damağında yutkundu… Bir ümitle diğer kanalı zapladı. Bir masa etrafında kendi yaşına yakın kadınlı, erkekli grubun pür neşe ; ortada şarkı söyleyip, gerdan kıran, hareketli figürlerle şovunu yapan gence eşlik ettiklerini gördü. Huysuzca debelenen atlar gibi bir hışımla iliştiği yerden kalkıp televizyonun düğmesini kapattı… Açlığın aynasında nefesi kokarken neşeli insan görüntüleri daha da sıktı içini… Gözleri namluya sürülmüş iki kurşun gibi ağırlaştı.

Farklı diyarlarda; aynı geceyi, aynı yıldızı paylaştığı çocuklarının babası sevgili eşini ertesi günü görmenin heyecanıyla, götürmek üzere günler öncesinden hazırladığı  bohçaya şefkatle dokundu. Şafağa gebe gecenin koynunda sol yanı buza kesmiş bir halde bir türlü ısıtamadığı yatağının içinde debelenip durdu. Parasızlığa aldırdığı yoktu, onun içini kemiren eşinin hasretiydi. Başlarına gelen felaket onları bir yün yumağı gibi iyice  birbirlerine bağlamıştı. Günler birbiri ardına devrilecek, derviş sabrıyla geçen zaman onları birbirine kavuşturacaktı. Gözlerindeki ıslaklık kirpiklerinin ortasında tomurcuklandı, sonrada taşarak henüz ısıtamadığı yanaklarından sıcacık süzülüverdi…

Memeden kesilmiş çocuk mahzunluğundaki hallerinden sıyrılıp, dudaklarımdaki umut dolu şarkıları yitirmemeliyim diye söylendi usulcacık…

 Yarın ola hayrola…

 Düşelim çoluk, çocuk yola…

 Bu son görüş günümüz olur inşallah diye mırıldandı dudakları dua ve salavatla…

 

 
Toplam blog
: 64
: 325
Kayıt tarihi
: 25.11.11
 
 

Öğretmenin, öğrenmenin yaşı yoktur felsefesine inanan öğretmenim. Yıllarca okuyarak belleğimde ol..