Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ahlak ne zaman bozulur

Ahlak ne zaman bozulur
 

"AHLAK" uzağımızda mı?


Sizlerle bugün bir kıssadan hisse paylaşmak istedim… Önce kıssadan hissemizi verelim, ardından bir iki laf ederiz…

Bir gün Ali, öğretmeni Ayşe Hanım'a giderek dersten sonra kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Öğretmen kabul etti ve sordu:
-Sorun nedir Ali?
-Ben bu sınıfın düzeyine göre fazla zekiyim. Bir üst sınıfa geçmek istiyorum.
İstek konusunda öğretmen Ayşe Hanım tarafından bilgi verilen okul müdürü; Ali’ye bunun için bir testten geçmeyi isteyip istemediğini sordu. Ali tereddütsüz kabul etti ve test başladı.
-Söyle bakalım Ali: 3 kere 4
-Oniki
-Peki 6 kere 6
-Otuzaltı Müdür bey
-Japonya’nın başkenti
-Tokyo

Ve test bir saat sürdü, Ali hiç hata yapmadı. Test sonunda Ali’nin öğretmeni de (Ayşe Hanım) soru sormak istedi. Ali ve Müdür bu isteği kabul ettiler.

Öğretmen sorulara başladı:
-İneklerde dört tane, ben de iki tane olan nedir?
-Bacaklar öğretmenim!
-Doğru! Peki; senin pantolonunun içinde olup, benim pantolonumun içinde olmayan nedir?
Müdür bu soruya çok şaşırır.
-Cepler öğretmenim.
-Kadınların tüylerinin en kıvırcık olduğu yer neresidir.
Ali tereddütsüz yanıt verdi:
-Afrika dır öğretmenim.
-Yumuşak olup, kadınların ellerinde sertleşen nedir?
Müdür gözleri fal taşı gibi açılmış tam konuşacakken Ali yanıtladı:
-Tırnak cilası.
-Peki. Bekâr bir kadına göre evli kadında daha geniş olan nedir?
Müdür kulaklarına inanamıyordu.
-Yatak öğretmenim.
- Kadın vücudunda en nemli organ hangisidir?
-Dil öğretmenim.
Nefes nefese kalan Okul Müdürü testi bitirmeye karar verdi ve şöyle dedi:
- Değil bir üst sınıfa, ben bunu doğrudan Üniversiteye göndereceğim. Çünkü ben bütün sorulara yanlış cevap verdim!

Kıssadan hisse: “İnsanların ahlakları yaşlandıkça bozulur!”

Gördüğünüz gibi çok basit bir mantık silsilesi ile ahlaka dair küçük bir ders niteliğinde bir hikâye bu. Elbette tam olarak gerçeği yansıtıyor iddiasında bulunmak güç, çünkü günümüzde başta internet olmak üzere iletişim organları çocukları da etkilemekte; çocuklar birçok şeyi daha erken yaşlarda öğrenebilmekte ve dolayısıyla yukarıda bahsi geçen öğrenci profilinden daha farklı bir profilde karşımıza çıkmaktadır…

Nitekim bugünün orta yaşı geçmiş erişkinlerin 15-20 yıl önceki gençlik dönemlerinde dahi bilmedikleri bir çok detay şimdilerde daha ilköğretim çağındaki çocuklarca bilinir hale gelmiştir. Bunda elbette ki iletişim araçlarının yaygınlaşmasının yanı sıra ailelerin ve dolayısıyla çevrenin bakış açısındaki değişimler de rol oynamaktadır…

Misal; eskiden bir çocuğun cinsel kavramları öğrenmesi için ergenlik yaşını geçmesi hatta ve hatta askerlik çağına gelmiş olması gerekirken; şimdi ilköğretim (eski ilkokul) çocukları öğrenmeyi bırak uygulamalı pratikler bile yapabilecek dereceye gelmiştir…

Bir takım cinsel bilgilerin erken yaşlarda öğrenilmiş olmasının külliyen sakınca teşkil ettiğini; toplumsal ahlak dayanaklarını çürüttüğünü; oluşturduğu etkilerle hem aile kavramında hem de toplumsal platformda kimi marazi sonuçlar doğurduğunu iddia etmiyorum elbet. Doğru ve gerçek bilgilerin erken yaşlarda öğrenilmiş olmasının; kişilerde kimlik bunalımı, kişilik bozuklukları oluşturmadığı müddetçe zararlı olduğunu söylemek doğru olmaz…

Ancak öğrenilmiş bilgilerin gerek öğrenme aşamasında eksiklik/yanlışlık içermesi, gerekse uygulama aşamasında kimi hatalı davranışlar ve ayrıca yer yer arkadaş çevrelerinin yer yer de toplumsal bakış açısının çocukları/gençleri daha da ileriye gitme babında cesaretlendirmesi kısa vadede değilse bile uzun vadede kişilik yozlaşmaları ile birlikte davranış değişikliklerine; kimlik bunalımlarına itebileceği de göz önünde tutulmalıdır…

Yukarıda bahsi geçen “ahlakın yaşlandıkça bozulması” durumu sakin ve dingin bir gelişim gösterdiği varsayılan kişiler için söylenmiştir. Oysaki erken yaşlarda her türlü bilgiyi üzerine boca ettiğimiz çocuklarımız/gençlerimiz daha yaşlanmadan bir yığın ahlaksızlık ile muzdarip olabilir. Dolayısıyla kıssadan hisse diye vermeye çalıştığımız (hadi ona TEZ diyelim) erdem tam da burada bir paradoks oluşturmuş olmaktadır…

Öyledir çünkü bundan yirmi otuz yıl önceki ve belki de daha eski bir hikâyecik ile günümüzün ahlaki ölçütleri arasında tam da bir paralellik kurulamaz. O dönemlerde yukarıdaki “saf” çocuk profili belki kesinkes gerçek hayatın içerisinden çekip alınmış bir tip olabilecekken, bugün o saflıkta bir çocuk samanlıkta iğne aramak gibi zorlu bir eylem gerektirebilir. Hele ki orta/büyük şehir ortamında yetişen çocuklarda bu zorluk belirgin derecede kendini gösterecektir. Ha belki köylerde bu tip çocuk profiline rastlamanız daha yüksek ihtimalli olabilir…

O zaman en başlarda söylemek istediğimiz; ortaya attığımız tez ile yazının sonlarına doğru “zıt” görüşte bulunuyor gibiyiz. Var olan paradoks, olay salt cinsellik boyutuna indirgendiği içindir. Hayatın diğer alanlarına sarktığınız vakit cinsellikteki kadar keskin çizgiler olmasa da yine benzer şekilde bir sonuca ulaşabiliriz. Ancak iletişimin had safhada olduğu, her türlü bilgi ve dökümana ulaşmanın bakkaldan ekmek almak kadar kolay olduğu bir dönemde yaşadığımız içindir ki artık “ahlak” değerlendirmesini bu tip basit olaylarla yapamayız…

İlla ki “ahlak” ölçütü istiyor isek buna dair birçok düşünce üretebilir, kendimizce bir doğru da bulabiliriz. Ancak içinde yaşadığımız toplumun genel gereklerinin bunda büyük rol oynayacağını unutmadan. Misal bundan 20 yıl önce sokakta iki gencin öpüşmesi “ayıp” karşılanır iken, bugün normal addedilebilir. O döneme göre “ahlaksızlık” olan bu davranış şimdi “ahlaksızlık” olarak değerlendirilmeyebilir. O vakit toplumsal dinamiklerin de “ahlak” anlayışında önemli bir belirleyici olduğu fikrini savunabiliriz…

Nitekim bugün toplumdan topluma davranış değerlendirmelerinin değişik olması da bunun bir göstergesidir. Toplumun sahip olduğu dini inançtan tutunda, uygulayageldiği gelenek-göreneklerine kadar kimi “toplumsal yargı skalası” bu değerlendirmede önemli rol oynar. Sokakta içki içmek müslüman ağırlıklı topluluklarda ayıp karşılanabilirken, bir Avrupa ülkesinde gayet olağan karşılanabilir…

Netice itibarıyla “ahlak” olgusunun salt cinselliğe indirgemek ne kadar yanlışsa, “ahlaksızlığı” toplumdan ve onun değerlerinden bağımsız değerlendirmek de o kadar yanlıştır…

Toplumsal baskı (mahalle baskısı) işte tam da bu noktada kendini göstermiş olmakta ve bireyin toplumsal davranışlarına yön vermeye gayret etmektedir…

Oysaki “ahlak” kavramını bir de “hümanist” çizgide değerlendirebilsek, “özgürlükler” bağlamında “erdem” olgusu ile kompoze edebilsek belki de medeniyet dedikleri şeyin tam da orta yerinde keyif çatıyor olacağız…

İnsan olmak ahlaklı olmayı gerektirir. O vakit insan olmaya göstereceğimiz ihtimam aynı zamanda beraberinde zaten bir dizi ahlaki olguyu da getirecektir. İnsan diyebildiğimiz vakit “ahlaklı birey”in anlaşılacağı bir toplum yaratmak zor ama imkânsız değildir. Kanımca bu minvalde her bireyin en başta bireysel gelişim olmak üzere kendisini belirgin bir erdem temelinde yetiştirebilmesi ve hümanist öğeler barındıran düşünce sistematiğine odaklanabilmesi önemli bir yapıtaşıdır…

Bu bağlamda her türlü dış etkenden bağımsız olarak insan dediğimiz varlığın insanlığı iyice özümseyebilmesi; diğer canlılardan farkını gösteren “akıl” hazinesini “akıllıca” kullanabilmesi; mantık süzgecini var olduğu ortamın şartlarından ziyade evrensel değerler ile oluşturabilmesi; kazandığı tüm olumlu materyalleri en yakınındakinden başlayarak diğer insanların da kullanımına sunabilmesi elzemdir…

Murat HACIOĞLU
16 Ocak 2009 Cuma

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..