Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Ahmet Günbaş'ın Küşüm Çınlaması'na dair saptamaları...

Ahmet Günbaş'ın Küşüm Çınlaması'na dair saptamaları...
 

Ahmet Uysal-Ahmet Günbaş- Oğuz Tümbaş dostluğun, sevecenliğin belgesi...


Bugün sayfama soyadı uyaklığıyla da sevindiğim, vefa sözcüğünün de hakkını veren şair dostum Ahmet Günbaş’ı konuk etmek istiyorum. Günbaş, günümüz Türk şiirinde kendine özgü sesi, duruşu, anlatımı, şiir sözleri olan bir şair. “Küşüm Çınlaması” kitabımla ilgili ÇİNİKİTAP Dergisi’nin Mayıs-Haziran 2011 tarihli 9. Sayısındaki yazısını da beğeniyle, duygu yoğunluğuyla okudum. O yazıyı burada da paylaşmak geldi içimden. Hoş geldim sayfama Ahmet Günbaş; söz senin: 

KÜŞÜM ÇINLAMASI’NIN ŞİİRİ  

‘Küşüm’ sözcüğü ‘kuşku, işkil, kaygı, endişe, tasa’ gibi karşılıklar barındırıyor sözlükler toplamında. Ancak onu ilginç kılan Gaziantep söylemiyle anarsanız, ‘saygıyla susmak’ gibi onurlu bir kıyıya taşır sizi. Yani dilinin ucuna geldiği halde söylememek, saygıda kusur etmemek için susmayı yeğlemek gibi bir kullanım tarzı çıkıyor karşımıza. Ki kimi kitaplar böylesine anahtar sözcükler barındırır sözün eşiğinde. Hele hele kitap katına bulaşmış bir sözcüğü anlayıp dinlemeden sayfaları çevirmek hayli zorlaşır. 

İşte Oğuz Tümbaş’ın Küşüm Çınlaması’nı* da bu koşutlukta değerlendirmek gerekir. Bir yerde ‘küşüm’le ‘çınlama’ yan yana geldiğinde, şiirce de onaylanan ‘anlamlı bir sessizlik’ çıkar ortaya. Her yanıyla yalın, çınlaması yoğun soylu bir davranıştır şairin sustuğu boşluklar. Okur da sezgiselliğe dayalı çınlama dalgalarıyla bulur yolunu er geç. Gaziantep- Oğuzeli doğumlu Tümbaş’ın, çocukluğunu sırtına alıp geriye dönüşlerle taçlandırdığı son yapıtı, böylesine bir saygınlığını da beraberinde getiriyor. Üstelik çokça yorulmadan yakalıyoruz o şiir çocuğunu henüz ilk şiirde: “aman ne iyi / bulduk şiir çocuğunu / içimizdeki / aydınlık resimler çizdik kent duvarlarına” (s:7, Düş, Gerçek ve Ayrıntılar) 

O çocuk, Ayrıntılar Sapağı’nda çıkar karşımıza, başka türlü ele geçmez. Sapağımız, düşle gerçek arası yaşanmışlıktan süzülen ayrıntılarla doludur. “Eski bir kasaba türküsüyle” çağırır sizi uzaklığınızdan. Çocuğumuz ise küşümlü salıncağında sallanır durur. Öyle belirgin adresi yoktur afacanın. Şairin verdiği ip uçlara bakılırsa, “saklı salıncağım / eksikli çiçeğim / rüzgârımdaki hüzünlü ıslık / bulur rengini dudaklarımda / tanımı tamamlanır düşün” (s:23) dizelerinde izleri birbirine bağlayarak ulaşırsınız gizil sevincine. Bir yerde Sevgi Saklambaçları ile sobeler varlığını. Kimi zaman afrikamenekşesi gibi rengarenk gülümser, kimi zaman sokağa karışmış bir sardunyanın her şeyi gören sessizliğine sığınır. 

Tümbaş’ın hemen her yapıtında geriye gidişlerle sıcak bir rüzgâr estirmesi, yabancılaşmadan duyduğu soğuk ürpertiden olsa gerek. Özellikle kent olgusunun onu mutlu etmediği çok açık. İlişkilere sinen sevgi eksikliğini, çocukça bir edayla gideriyor. Belleğindeki kareler oldukça dirimli. Dirimden de öte, paylaşım duygusuyla belirlenen dengeli birliktelikler var duyarlığında. Kentlerdeki mutsuz kalabalıklar, “kalabalığım, anı kentim…” (s:51) dediği, küçümen dünyalı Oğuzeli’nin kasabalı havasına bırakmış yerini. Bellek Pazarı’nda (2002) doruğa tırmanan bu arayış, giderek sevgi taşkınlığına dönüşmüş. Şair, birbirini çiğneyip geçen kalabalıklardan ürkmekle beraber, elindeki değerlerle dokunmaya çalışmakta yanlış değişimin, daha doğrusu değişimsizliğin odağına. Bu anlamda geriye bakış, ‘eskideki yeniyi ortaya çıkarmakla’ özdeşlik kazanıyor. En azından tıkanan duyguların kullanıma açılmasını sağlayan yoğun bir çabadan yana. Çünkü insani özden koparılmış şimdiki zamanın sorunsalını tanımlamak hayli ürkütücü. Örneğin şu üç dize bile zangır zangır titretiyor herkesi: 

“neredeyiz biz sahi / evde miyiz kıyıda mı hangi kırda / yoksa dünyada darda” (s:7) 

Aynı öbekte “kalabalıklar arasında bir altın iğne” olarak betimlediği bireyden, “içimizdeki derin boşluktan” söz edilerek, “sevgisizliğin kurbanı” sonucuna dikkat çekilir. Sevgisizlik sorununu gidermek için, “elma ağaçlarına gidelim / umutlu çocuklar olalım” (s:9) türünden, doğaya dönüşü amaçlayan Yaşam Çağrıları üretilir. Aslında doğanın aynasıyla dönülmesi gereken insanın kendi doğasıdır. İşte bu noktada lekesiz bir çocuk dili girer devreye; küçük sevinçlerden örülü çığlıklarıyla bezginlere yaşam dersi verir. Yani geriye bakışı ‘kaçış’la ilintili değildir Tümbaş’ın; doğrudan sağaltım amacı taşır. Bir bakıma “güllere şiir okuyalım / öyküler anlatalım kuşlara” (s:9) denli incelikli ve içtenliklidir. 

İnsana kendini anımsatmanın tarihi, - çocukluğu işaret etmekle birlikte – hayli gerilere gider. Hem de öyle gerilere gider ki; “uzaklara gidelim urfa’lara / ay tanrısı sin’i bulalım / harran’da yıldızları sayayım / udumuzu çalalım / barış fidanları dikelim dağlara / haydi” (s:10) coşkusuyla tam bir şenliğe dönüşür. Çünkü temel sıkıntı yaşam biçimiyle ilintilidir. En başta düşünsel yaratıcılığı kısıtlanmıştır insanoğlunun. Düşünsel biçimine yenilik getirmeden çıkamaz saplandığı bataktan. Ona yaşam ortaklığı yapabilecek ilkeler edinmelidir. Bu bağlamda, “aldırma sen düşünü iyiye yor / küflenmiş anıları çıkar / aklından” (s:12) önerisi, hem düşsüz kalmamayı, hem de yeniye malzeme olmayacak eskileri bir kenara atmayı amaçlar. Tümbaş, bir yandan çocukluğuna özgü varını yoğunu ortaya sererken, bir yandan düşsel göstergeler üzerine çalışır. Örneğin tüm kederlerin yüklenip boşaldığı Hüzün İstasyonu, pırpır yürekli bir kişiliğe sahiptir: 

“hüzün istasyonunda / sakalı kocamış bir tren / son düdüğünü çalıyor kuşlara / sevgilisine zamanında / yetişemeyen / bir âşık gibi kalbim / tedirgin / ay saatini onarıyor” (s:19) 

Dahası Güvercin Avlusu’nda ağırlar sizi. Öyle eğreti konuk gibi değil, yaşamın olanca cıvıltısıyla! Kuşları, çiçekleri, dededen kalma zeytin ağaçları, dallarındaki güvercinlerle sarar sarmalar kırgınlığınızı. İçsel yolculuğunuzun son durağıdır geldiğiniz yer. Hiç ummadığınız biçimde açar kapılarını sonsuzluk düşüncesiyle. Avlu sakinleri, öncelikle barışçıl kimlikleriyle öne çıkarlar: 

“kilidi şenlik içinde bavulumun, / gönlümde kuş tutkuları / çiçek kaynaşmaları. / ah nasıl güvenirim / zeytin dallı güvercinlerine avlumun” (s:22) 

Aralık kapıdan dışarı fırlayıp, “Sevgi Saklambaçları” oynayabilirsiniz Güvercin Avlusu’na açılan sokakta. Kimlerin oyuna katılacağı bakışlarla anlatır kendini. Sokaktan çok yaşam tezgâhını andırır oyun alanı. Mızmızlığı, ikiyüzlülüğü, pısırıklığı hiç kaldırmaz. “Sevdalı yollar”dan dökülüp gelen umut yolcularının gözlerindeki ışıltıyı sevgi diliyle okur: 

“bakışıyoruz / bakışmak yakışıyor gözlerimize / akışı uzun nehir / sesimizde iyilik giysileri / anlamın kumaşını deniyoruz üstümüzde” (s:24) 

“Ahşap sıcaklığında zamanın” (s:28) koşutluğunda bir “Durdu Amca” çıkar karşımıza. Köşeyi tutan bakkalından gelip geçene merhabalar dağıtır gün boyu. İkindinin uzayan gölgeleri gibi uzayıp gider merhabaların serinliği. Siz bir sokak ötesini göremezken, “kırk tilkili’ zekâsıyla kasabanın kütüğüne ekler muhabbetine takılanı hoşsohbet bakkalımız. “Durduk Yerde Durdu Amca”yı anımsamanın sırası olmasa da belleğin aynasında derin çizgilerle durur o: 

“dükkânı ahşap / tezgâhında kırk tilki / al kokulu rüzgârlar yüzünde / Durdu amca durduk yerde belleğimde / gamzesi gül baharı / takılır aklıma kasabayla” (s:30) 

Yakın çevresinden başlayarak gül iklimiyle nakışlar sevdiklerini Güvercin Avlusu’nun uçarı çocuğu. Değerbilirlik had safhadadır. “babalar da ölür bir gün / annelerden önce / tümceleri eksik kalır / çocukların öksüz sözlüğünde” (s:11) şeklinde anmalığına konu ettiği “kısa saçlı” babasının yanı sıra, Ceyhun Atuf Kansu, Kemal Özer, Ayhan Can, Refik Durbaş, Hidayet Karakuş, Abdülkadir Budak, Fergun Özelli ve Çiğdem Sezer gibi Güle Çalışan Şairler başköşeyi tutarlar günlüğünde. Derişken gül imgesine can veren dizeler günün her saati okunurluğunu sürdürür. “Güle çalışmak”, yaşamı derinliğine sahiplenmeyi gerektirir ki oldukça yorucudur. Sözcükler arası çıngılardan gül yangınları büyütür söz ustaları. Ceyhun Atuf Kansu, “bilgeliğin ana gülü”ne ulaşırken, Kemal Özer “gül yordamı”yla çizer yolunu. Ayhan Can, “gül devrimi”ni muştularken, Abdülkadir Budak “koklanmayan gül üşür” tedirginliği içinde tıpkı Hidayet Karakuş gibi güllerin yalnızlığını sorunsalına karıştırır. Ancak Tümbaş’ın “gülleri okşayan bahçıvan olur” (s:48) dizesi, güllerden hareketle şairin bir sevgi ustası’ olduğunu dile getirir. Yeter ki “şiir öpüşü” yaklaşılsın her ilişkiye. Kuşkusuz aşk haliyle kışkırtılmak nefis bir duygudur: 

“bulutu kışkırtayım / avluya insin yağmur / sinsin utangaç bahar avuçlarıma / aşktan kızarsın yüzüm / sevişmek üstüme kalsın / öpsün canımı şiir” (s:39) 

Şiir dostluklarıyla gönendiği Ahmet Uysal, Behçet Necatigil, Ülkü Tamer ve Arif Damar gibi şairler de girerler Tümbaş’ın sıcacık şiir çemberine. “Şaire uymak”, en güzel yönelimdir. Şiirli birliktelikler şenlik gibi düşünülür; “sevgisiz çarşıya inmedim” (s:38) itirafı ancak bir sevgi adamının ağzından dökülür. Şiire yansıyan anı, ayrıntıyı asla es geçmez şairimiz. Örneğin, 2005 yılında İzmir’de gerçekleştirilen şiir günlerden kalma, benim de içinde bulunduğum Arif Damarlı, M. Sadık Kırımlılı, körfez gezisinden kalma bir fotoğraf karesini şiirin yüreğiyle birleştirir: 

“ikibin beş yılında / dünyanın şiirine sahip çıkmışız / bir köşesine sıkışmışız fotoğrafın / Kırımlı, Günbaş ve ben / ‘acılar ertelenirken’ / bastonuna dayanıp gelmiş / seksenlik gençliğiyle Arif Damar / şiirin kalbine güvenmişiz” (s:45) 

Şiirin kent yüzünde bir ayağı Gaziantep’tedir Tümbaş’ın. “kalabalığım, anı kentim / elini elimde tuttuğum çocuk / oğuzelim / sular yurdu kasabam / güleç tarihi defterimin” (s:51) dizeleriyle işaretlediği doğum yeri Oğuzeli, çat kapı elinin altındadır her zaman. Onun ötesinde Gaziantep yöresi, tüm renkleriyle dolanır boynuna. Yaşamına katılan Adana, Urfa, Ankara, Edirne, Diyarbakır, Bitlis, Siirt ve İzmir, esin kaynağı kentlerdir. Çarpık yanlarından incinse de kentlerini taşralı içtenliğiyle kucaklar Tümbaş. Özelikle Ankara ve İzmir’i başka türlü sever. Birinden ayrı düştüğünde diğerini düşünmeden edemez. Anılar ayaklanır gelir yılların ötesinden: “kurtuluş parkında bekle / ayır bir kenara ankara’yı / sonbaharı aklında tut / gözümde tutan özlemle geliyorum / sevdalı şarkılarına” (s:54) 

Başı dumanlı gençliğinin kenti Ankara böylesine işlemiştir şiirin kanına. İzmir’se, belleğini havalandırdığı günlük güneşlik, dingin bir kenttir. Aşk da söz de özenle tartılır ‘İnce Odalı’ kentinde. Geçmiş zamanı okumak nesnelerden yansıyan gizle olanaklıdır: “bu evler ki taşlarında giz / bu evler ki duygu yorumu” (s:55) 

Ama dedik ya, o taşralı içtenlik hangi çeşmeden su içerse içsin, suyun aynasında gülümseyen izler bırakır. Tıpkı Kemeraltı’nda olduğu gibi… Vakıf Çeşmesi’nden içilen su “kar rendeli gül şurubu”na çevrilir anında: 

“bir tas su içerim vakıf çeşmesi’nden / belleğimin bohçasında / pirpirim kokuları / sıcak kâhkeler gelmiş Antep’ten / komşular / kar rendeli gül şurubuyla” (s:56) 

Dantel Sokağından Geçerken, “aşk sen ne yücesin hey” (s:58) diye çığlık atmak, Muallim Meftun Bey’le Rum Güzeli Heleni’nin tutkulu birlikteliklerini duyumsayarak aşka şapka çıkarmaktan başka bir şey değildir gerçekte! Gökkandil’de, Pasaport’ta içilen bir bardak çayın keyfi şöyle yaşanır: 

“bu tavşankanı çay değil / turuncu başkaldırısı güneşin / çünkü günbatımları bir sevdadır izmir’de / aşk imbatı zil zurna” (s:60) 

Bu saatten sonra her şey altüst olur. İzmir, aşkın kendisidir şairin esrikliğinde. Gazianteplerden gelinip İzmir’in alnına kazınan şu iki dize okur belleğinde uzun süre yer edecektir sanırım: 

“olasıdır, ben inanırım / izmir’den filizlendiğine aşkın” (s:61) 

Küşüm Çınlaması, çağrışım zenginliğiyle iç içe yaşanmışlığa düşürür yolumuzu. İçeriğinde kaç kent barındırırsa barındırsın, insani öze ulaşmakta güçlük çekmezsiniz. Yöresel birkaç sözcüğün farklılığı büyüyü bozmaz. Hatta yapıtı okuyup bitirdikten sonra şöyle bir tümce dökülebilir ağzınızdan: “Küşümüne değmiş doğrusu!” 

* Küşüm Çınlaması – Oğuz Tümbaş, Nezih-Er Yayınları, 1.basım, Şubat 2011 

 
Toplam blog
: 178
: 1483
Kayıt tarihi
: 01.06.08
 
 

1946 yılında Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinde doğdum. İlkokulu aynı ilçede, ortaokulu Ceyhan’da, li..